İSTANBUL’DA NEDEN BAR YOK?

İSTANBUL’DA NEDEN BAR YOK?


Bar nedir, ne değildir ve bizde neden yoktur?


Hayat yolunda gitmediğinde, (ki yaşadığımız coğrafyada bu yolunda gitmeme olayı kendini tekrarlamayı alışkanlık haline getirdi) seçebileceğin yol sayısı ikiden fazlaya çıkıyor. Pek çok yeni yol kendiliğinden oluşup seni son çıkış tabelalarıyla tatlı tatlı dürtüyor. Bunlardan birisi de, yavaş yavaş elinden bir şey gelmeyen, değiştiremeyeceğin şeyleri istemeden de olsa oluruna bırakmak ve belki bir, belki iki veya on iki içki içmek olabiliyor. Ben açıkçası içim şiştiğinden dolayı bu on iki içki içme yoluna hiç soğuk bakmıyorum. Peki kaçağı, fazlası, Ankara ve İzmir’den iki yıl önceki sayımdan sonra sıkılıp geleni saymazsak 14 milyon insanı olan bir şehirde neden “Burası benim barım ulan” diyerek içebileceğim bir bar bulmakta zorlanıyorum? Çünkü İstanbul’da tam anlamıyla bir bar bulunmuyor da ondan. “Hadi lan oradan ayyaş” demeyin, gelin tek tek inceleyelim…

Print

Öncelikle bar nedir? Bar, en basit anlatımıyla; halka açık içiş alanıdır.

Halk buraya gelir az içer, çok içer, sapıtır, sapıtmaz bu onu ilgilendirir. Günün sonunda insanlar tanıdıklarla bir araya gelir, tanımadıklarla tanıdık olur, iş veya okul stresini atar, olacakları kutlar, olmuş bitmişe üzülür ve daha bir sürü şey… Halka açık içiş alanlarından yemek yerken içilebilenine 18. Yüzyıl’da tavern, Western filmlerde gördüğünüz üst katı genelev, alt katı adam vurmalı olan günah yuvası olanına saloon, dayılı ve dayısız olarak ikiye ayrılabilecek İngiliz’lerin public house olarak kısalttığına ise pub denir.

Bar ise bunların emmioğludur ama aynısı değildir.

Öncelikle barda (en azından benim kafamdaki mükemmel barda) yemek menüsü KafePi veya MidPoint’in averaj 250 yemekten oluşan donmuş gıdalar hali tarzında değildir. Cips, patlamış mısır veya kuruyemişe maksimum bir iki burger veya patates gibi bir şey eklenir, ki eklenmese daha iyi olur. Peynir, zeytin, soğuk şarküteri gibi mutfağa ihtiyaç duyulmadan üretilebilen bir atıştırma menüsü bara sınıf atlatır. Bu sancılı menü kısmı barı tavern’dan keskin çizgilerle ayırıyor. Saloon kısmı ise çok basit, barda genelev de yok, adam vurmak da yok… Biraz daha açarsak, barda olay çıkarmak, kavga etmek, ona buna asılmak, gereksiz dikkat çeken post travmatik davranışlar sergilemek hiç yok diyebiliriz. Pub ise barla çok içli dışlı, aynı gibi ama değil gibi de bir yapıda… Fox and the Hat, Pink Pigs & Revolvers isimli İngiliz garip isimli publar ve James Joyce, Paddy’s klişe isimli Irish pubların oluşturduğu çiğ franchise düzenden uzak durmak lazım. %20 bahşiş kapabilmek için gereksiz bir neşeyle çalışan, fazla içli dışlı olan garsonları ideal barlarda görmeyiz, çünkü geliyoruz bir barın olmazsa olmazı olan en hassas noktalardan birine; bar… Bar direkt olarak Türkçe’ye çevirirsek çubuk veya çizgi anlamına geliyor, bu çubuk da aslında kasanın ve içkilerin önünde olan tezgaha deniyor.

Barlardaki tezgahın da şöyle bir işlevi var; içkini bir zahmet gidip buradan alıyorsun, bu yüzden de bu güzelim işletmelerin adı ne oluyor? Bar.

Teknik ve mazi kısmını hallettiysek, ince dokunuşlara İstanbul’daki örneklere geçelim çünkü buraya kadar hala “E bar var ben gidiyorum düdük” diyenler çıkacaktır.

İnce detaylara girmeye başlarsak, ideal bir barda tek başına veya üç beş kişilik grubunuzla sıkılmadan saatlerce içebilmeniz gerekmektedir. Bu saatlerce sürecek vücut parçalayıcı etkinlikte onlarca şarkı dinleyeceksin, onlarca kişiyle konuşacaksın, cebinden tomarla para çıkacak, belki ufak tefek bir şeyler oynamak isteyeceksin ve günün sonunda, daha doğrusu sabah olduğunda yaşadığın geceye lanet okumaktansa, gelen ufak tefek flashback’lerle birlikte aynı noktayı bir daha ne zaman ziyaret edeceğini planlayacaksın.

Ahmak bir şekilde vücudunu paramparça eden bir geceden sonra tekrar aynı planı yapıyorsan doğru bardasın, hatta kendi barındasın.

Sonunda sahiplenmiş olduğun bar, finansal nedenlerden kapanacak olsa cebinden para koyarsın, mahalle baskısıyla bir olaya karışsa kanlı bıçaklı kavgaya girersin, o kadar seviyorsundur barını… Peki biz İstanbul’da yaşayanların neden ayılıp bayıldığı bar veya barlar yok?

Uzun geçen bir İstanbul gecesinin sabahında dank edecek düşüncelerle ilerlersek:

“Ulan çok güzel gece geçirdim de, yine üstüm başım hipodrom gibi kokmuş. DJ de iki saat iyi çaldı fakat sonrasında çalanlardan sonra bileklerimi kesesim geldi. Bir de garson bir rahat vermedi, iki bira içip hesap ödemeden kaçacak halim yok bir nefes ver arkadaş, kalkarken ödesem dükkan mı yanacak?” PEYOTE

“Kokteyller roket gibi, tabela falan yok, güzel bir speakeasy gibi olmuş… De arkadaş ben bu barmenin anasına bacısına mı sövdüm niye bu surat? Bir de tek içkiye 50 TL veriyoruz, tamam cool da, tuvaletler dinlenme tesisi gibi niye PVC’den? 100 TL olursa mı düzgün tuvalet olacak?” ALEX’İN YERİ

“Burası kulüp değil, bar da değil, ikisinin karışımı olan kubar… Bir de Teoman Ağacı var, Teoman’ın finish him bir şekilde 34. birasını içtiği ağacın halk arasındaki adı, yine bar değil.” KİKİ

“Tavuk muazzamdı da, kötü bira içmekten ağzım yüzüm buğday mayası koktu, bir de sonlara doğru neden geldiğini anlamadığım bir DJ son ses çaldığı apaçimtrak disco ile kafa bırakmadı.” BİBUÇUK

“Ortalıkta ufak çaplı bir apartman üniversitesinin birkaç bölümünün, birkaç dönemlik mezun sayısı kadar garson var. Bir ara içmeye gittiğim arkadaşlarım da bir anda burada çalışmaya başlayacak, onlardan biri olacak diye korkmaya başladım. Her yerde de bir slogan yazıyor, boş duvar yok, kandırırlar mı kandırırlar valla.” POPULIST

İstanbul’un bar kategorisinde yer alan farklı düzlemlerden gelen bu beş mekan, bütün şehri temsil edebilir mi? Eder mi eder.

E peki ne olsa İstanbul’da gözümüz kapalı gideceğimiz bir barımız olurdu?

Öncelikle barı açan sahip veya sahiplerin, kelimenin içinde yer alan sahip olmak, sahiplenmek gibi yüklemlerle barı açması gerekiyor. Belli bir sermayesi olan bir iş insanının bu kapitalini altın, faiz, ev, yat, kat gibi konvansiyonel yatırımlarla değerlendirmek yerine, gerçekten sevdiği bir iş dalına yatırmasıyla olur. İdeal bar sahibi ise öncelikle şunu yapmalı; barı sahiplenmeli. Sahiplenmekten kastım, servis edilen her birayı, her viskiyi, her şarabı, her kokteyli, barda çalınan her şarkıyı, kullanılan her bardağı ve daha fazlasını çok çok iyi bilmeli. Günün sonunda barda bulunmayı, barda zaman geçirmeyi, tanımadığı insanlara omurilikten gelen bir dürtüyle iyi davranmayı, konuşacak konu üretmeyi bilen ve barın arkasında veya önünde her zaman bulunan birisi iyi bir bar açabilir ve insanlara “Burası benim barım” dedirtebilir.

Türk kültüründe yer alan 100 TL karşılığı hem tıka basa doyup, hem de güzelce sarhoş olunacak meyhane kültürü de bu barsızlık çıkmazına girmemizde başrol sahibi olabilir.

Sonuçta ülkemizdeki fahiş alkol vergilerinden ve ruhsat zorbalığından kaynaklanan bir fiyat dengesizliği var. Cavit’te kişi başı 100 TL karşılığında ziyafet & sarhoşluk kelimelerine halay çektirebilirken, Kozmonot’ta ise asgari ücretin 1.300 TL olduğu bir ülkede aynı ücreti ödeyerek sadece 4 bira içebiliyorsunuz. Bu enteresan yapı da insanları meyhanelere iterken, bar olmayan barlar da ancak kendini döndürebiliyor, artık ne kadar döndürebilirlerse…

Başrolünde bir jukebox, saçma sapan karakterler, belki daha deli saçması müzikler, pahalı olduğu kadar ucuz olan içkilerin de yer aldığı bir menü, “Pardon, pardon” diye çalışan insanlara bağıran barzoların yerine medeni bir şekilde bara ismini veren o uzun tezgaha gidip içkisini alan, barmenle konuşan insanların yer aldığı, kapıdaki nokta atışı güvenlik ile 7 barzo kadın girmek istiyorsa almayan fakat 4 kendi halinde erkek geldiyse de kadın-erkek göz etmeden eğlenmek ve konuşmak isteyen insanları içeriye alan bir yer açmak ne kadar zor olabilir?

Dive bar kategorisinde Büyük Londra Oteli, Instagram veya Snapchat olmayan zamanlarda rezilliğimizi sadece kendimizle paylaştığımız belki de İstanbul’un en efsanevi içiş yeri Dogzstar veya düzgün müzik eşliğinde adam akıllı sakince içilebilecek Babylon Lounge’un bir karışımı olabilecek bir bar istemek çok mu?

Açıkçası 14 milyon insanın yaşadığı bir şehirde “Burası benim barım ulan” diyebileceğim bir yer yok. Bu 14 milyon insanın yaşananlardan dolayı delirmek üzere de olduğu gerçeğini göz önünde bulundurursak, en azından düzgün müzik, daha düzgün içkiler ve hepsinden düzgün insanlarla yarın yokmuşçasına kafamızı dağıtabileceğimiz bir bar istemek çok mu?