YOK YA ŞİMDİ O FİLMİ SİNEMADA RAHAT İZLEYEMEM…

YOK YA ŞİMDİ O FİLMİ SİNEMADA RAHAT İZLEYEMEM…


Her çeşit insan vardır, hiçbir şey anlamam.


– İş çıkışı ne yapacaksın?

+ Ya merak ettiğim bir film vizyona girdi, ona gitmek istiyorum ama şimdi her çeşit insan sinemaya doluşur, rahat izleyemem.

İçinde bulunduğumuz coğrafya, birçok şeye olanak tanımadığı gibi, aylardır, yıllardır beklediğimiz bir filmi rahat rahat izlememize de izin vermiyor. Üstelik bahsi geçen “film” buzdağının sadece görünen yüzü.

Mesela geçen yıl keşfettiğin ve “Abi bak sana söylüyorum, bir yıl demeden tüm dünyada patlar.” dediğin sanatçı mahallene konser vermeye geliyor, bileti çıktığı gün alıyorsun. Konser günü kafan yerinde olsun istiyorsun, her anı tüm detayına kadar hatırlamak için bir bira bile içmiyorsun. Sahne önündeki yerini alıyorsun, senden mutlusu yok! Adam sahneye çıkıyor, albümün çok da bilinmeyen bir şarkısını çalıyor ve yanında bir anda iki tane 20’li yaşlarının başında çocuk muhabbet etmeye başlıyor;

– Bu ne ya? Ne çalıyor bu adam?

+ Ne bileyim oğlum ya, konser var dediler diye geldik işte.

Yok, sakinsin canım. Bunda kızılacak ne var? Beğenmemişler işte! Ama hayır, hata yaptığını önündeki beş dakika içinde anlayacaksın. Çünkü muhabbet kesilmiyor, konuştukça konuşmaya, sanatçının sesini bastırmaya, alkolün de etkisiyle sürekli sana çarpmaya, kendilerini uyaranlara çıkışmaya başlıyorlar. İşte orada anlıyorsun ki beklentilerini ne kadar düşük tutarsan o kadar mutlu olacaksın. Dayanamayıp gidip bir bira alıyorsun, başka türlü çekilmez!

Haydi bu durumun sinema ayağına da bir el atalım.

Sinemada bu durum yaşandığında başkası adına utanma kısmın olmuyor. Karşındaki kanlı canlı bir insan değil, birileri filmin en güzel yerinde telefonla konuşsa da, senin gözlerine yaşların dolduğu sahnede Recep İvedik kahkahasıyla gülse de “En azından Zeki Müren de bizi görmüyor ya.” diye sevinebiliyorsun. Bir film için her hafta 35 lira (yol + yemek + sigortayla 100 liradan aşağı değil) vermek günümüz şartlarında yeterince zor değilmiş gibi, o parayı başka insanların telefon melodilerini dinlemek, ekranının ışığını izlemek için verdiğini bilmek de içimizde derin yaralar bırakıyor. Doctor House bile tedavisini bulamaz artık bu durumun.

Siz mümkünse gelmeyin sinemaya! Gelecekseniz de rica ediyorum ufak tefek görgü kurallarını araştırın ve öyle gelin. Koskoca metropolde, kaç yaşına gelmiş insanlara bir şeyler öğretmemiz gerekiyormuş gibi hissettirmeyin bizi.

Bitti mi? Bitmez!

Tiyatrosu var bir de bu işin. Üstelik en can yakan kısımlardan biri de bu olabilir. Karşında sana güzel bir oyun sergilemeye çalışan insanlar var. Haftalarca, aylarca çalışmışlar. Yememiş, içmemiş senin üç sayfasını bile okumayacağın oyunu ezberlemişler. Sahnede her şey akarken, keyfin yerindeyken barzonun birinin polifonik melodili telefonu çalıyor. Üstelik adam kapatmak için hiç acele etmiyor. Polifonik acele etmiyor, PACELE yazmıyor. Hatta ne oluyor biliyor musunuz? ADAM TELEFONU AÇIP KONUŞMAYA BAŞLIYOR! Pes diyorsun! İzleyiciye saygın yoksa kendini o oyuna adayan tiyatrocuya saygın olsun!

Peki ya oyunun yarısında çıkanlar? “Ama üç saat çok uzun, nasıl dayanayım ki o kadar?” Oyunların perdeleri var, ara veriliyor ve zaruri ihtiyaçlarını giderebiliyorsun. Sorun o değil mi? O zaman bilet almayabilirsin. Google’a “Adriana Lima ile Metin Hara ayrıldı mı?” yazmayı biliyorsan “Üç Kız Kardeş oyunu kaç saat sürüyor?” yazmayı da bilebilirsin. İki kelimesini yazsan da Google sana doğrusunu getiriyor zaten, hani üşeniyorsan diye…

Yapılan işlere, o işleri gerçekten merakla takip eden insanlara biraz saygımız olsun. Senin için çok önemsiz olan bir şey başkasının tüm hayatını oluşturabiliyor. Her şeyin üstümüze geldiği şu coğrafyada birbirimize daha fazla saygı duymamız gerekirken ötekileştirmeleri haklı çıkarmayalım.

Haydi, koş en yakın kitapçıya “Temel Görgü Kuralları” kitabını edin. İstersen Google’a da yazabilirsin, tercih senin.