RANDOM ACCESS MEMORIES

RANDOM ACCESS MEMORIES


Daft Punk


Çok fazla beklediğim şeyler, gerçekten fazlasıyla arzuladığımdan dolayı bende değerini katladıkça katlayan, bonservisini sürreal boyutlara taşıyan normlar olarak kodlandı. Doğum odasından taburcu olur olmaz, sırasıyla meme-biberon-emzik üçlemesine bilenmiştim. Elde etmesi epey kolay olduğundan sonunda güldüren masum bir istekti bu. Taktiksel olarak rahatsız edici bir volümde ağlamak ve ses tonunun yüksek oktavlarına yapılan ufak bir ziyaret, üçlemeye ulaşmak için fazlasıyla yeterliydi. Bu ağlama ve çocuksu dırdırlarım, zaten bir şeyi gerçekten isteyip de ulaşamamanın bilinçsizce dışa vurumu olarak daha sonra farkına varıp, bilinç halımın altına süpürdüğüm bir alışkanlık…

Biraz büyüdükçe istenilen çoğu objenin, hissiyatın, arkadaşın, sevgilinin öyle kolay kolay ulaşılamadığını, ulaşıldığında da bazen o ilk anki tadı damağımda bırakmadığını öğrendim.

17 yaşındaki gibi roket hızında içki içebilmek, sabah ise zımba gibi uyanmak…

Sevgiliden gelen ufak bir SMS’in heyecanından uyuyamamak…

Kendi paramla aldığım ilk CD’nin ambalajını ışık hızında açarkenki heyecanım…

Daft Punk’ın Homework’ünü ilk dinlediğimdeki, 70’lik bir rakıyı shot olarak içmişim hissi veren müzikal aydınlanmam…

Bu hissettiklerim kullan-at duygular olarak psikolojimin derin dehlizlerinde yerini aldı. Kulağa kullan-at biraz negatif bir tabir olarak gelse de, amacım kesinlikle bu değil.

Yerine konamayacak, tekrarı olamayacak kadar orijinal hissiyatlardan bahsediyorum. “Adjusting” dilimize layığıyla çevrilemeyen bir kelime olduğundan, bir yaklaşık sonuç “uyum sağlamak”ı kullanacağım şu anki hislerimin geçiş dönemi için.

Aynı hissiyatları veya tıpkısının aynısı devam filmlerini andıran ikincil duyuları değil, uyum sağlamayı kolaylaştıran, bir nevi aynı familyadan gelip evrilmiş duyuları kucaklamam en mantıklısı.

Zamanın akıp gitmesi, hislerin ve zevklerin değişmesi ve sevdiğim insanların da evrilmesiyle az önce verdiğim örneklerin güncel versiyonlarını eklemem gerekirse:

26 yaşındayım ve roket hızında içtiğimde, sabahları “Ninem ölsün sarı gelin” diyerek uyanıyorum…

SMS devri bitti, o yüzden Whatsapp’ten sevgilimi güldürecek fotoğraflar atıyorum ve bir Emoji’ye yüzümde güller açıyor…

CD devri de bitti, zaten bitmemiş olsaydı da, satın aldığımda beni heyecanlandıracak albüm sayısı bir elin parmakları kadar bile değil…

Daha sonra, Sony Music’in Türkiye’den tek davetlisi olarak Paris’te Random Access Memories’i dinliyorum ve ergenliğimdeki gibi kafam yine çok karışıyor…

Biraz zaman geçtikten sonra RAM, bünyemde gerçek etkisini göstermeye başlıyor.

Suratım az önce bahsettiğim sırıtan Emoji ikonlarından birine dönüşüyor, kulağıma notalar tekrar tekrar geldikçe kalp atışım Duracell tavşanı gibi hızlanıyor ve genel olarak vücudum bol keseden serotonin salgılıyor.

Fazla kafa karıştırmadan şarkı şarkı albüm incelemesine geçmek istiyorum. Kol gibi gizlilik sözleşmesini imzaladıktan sonra, kimselere kelime anlatamadığım albümü sonunda yazmak ve rahatlamak istiyorum.

Karşınızda şarkı şarkı Random Access Memories:

Give Life Back To Music:

Digital Love’ı Julian Casablancas yazsa herhalde böyle modifiye ederdi. Daft Punk’ın bütün albüme yayılan manifestosu olan “Zamanında her şeyi drum machine ve sample’larla hallediyorduk ama artık istediğimiz seslerin hepsini yaratabiliyoruz, ya da dünyanın en iyi “Session Musician”larına parası neyse veriyoruz ve “doğal” sound’u kaydediyoruz” fikrini yansıtan davul kayıtlarını ilk duyduğum an afallıyorum. Gerçekten fazlasıyla organik ve kulağa olağanüstü gelen yeni bir elektronik müzik düzenlemesinin açılışını yapıyor Give Life Back To Music. 80’ler gitarlı dans müziğini, en pahalı Xerox fotokopi makinesiyle çoğaltınca karşımıza çıkabilecek en iyi sonuç bu olsa gerek.

The Game Of Love:

Luc Besson’un Le Grand Bleu’sü, bu şarkıyı dinleyene kadar benim için hep 10 üstünden 10’luk bir filmdi. Paralel bir evrende bu mükemmel filmin soundtrack’inin bel kemiğini oluşturmuş olması gereken The Game Of Love, filmin puanını 9.8’e çekti. Güzelim falsetto’larla süslenmiş vocoder’lı vokaller, kalp ağrıtan güzellikteki atmosferik synthesizer pad’leri ve hala nasıl kaydedildiğine aklımın ermediği kick’lerine kurban. Tek sorun biraz havada kalan “The one who broke my heart, the one who walked away” gibi biraz çocuksu sözler. O da olsun varsın.

Giorgio By Moroder:

Bazı şarkılar ilk dinleyişte insanın yüzünü gülümsetir, kalp atışlarını hızlandırır. İşte bu şarkı o ender rastlanan şarkılardan. Disco ve elektronik müziğin en inovatif prodüktörlerinden Giorgio Moroder, şarkıya heyecanlı gençlik hikayesini anlatarak (evet gerçekten dümdüz konuşuyor) başlıyor. “15-16 yaşlarında müzisyen olmak istiyordum. Diskoteklere gitmek en büyük alışkanlığımdı fakat en yakın yer arabayla yarım saat uzaklıktaydı. Yarım saat benim için 5-6 şarkı demekti. Bu araba yolculuklarında dinlediğim 50’ler, 60’lar, 70’ler şarkıları benim bütün müzikal bilinçaltımı şekillendirdi. Daha değişik bir şeyler denemek istiyordum ve bu vesileyle synthesizer’la tanıştım. Müziğin geleceğinin synthesizer’lı bir yoldan geçtiğini gördüm. Bir sekans başlatmak, bir “click” duymak benim için yeterliydi” dedikten sonra karakteristik ses tonuyla, eminim ki ileride çok fazla sample’lanacak “Click” kelimesi dudaklarından çıkar çıkmaz şarkı tesirli bir bomba gibi başlıyor. Midnight Express’in soundtrack’inde bulunan Chase ve Donna Summer’ın I Feel Love’ı karışımı, Moroder’ın gerçekten de “keşfettiği” arpej bir synthesizer örgüsü şarkıyı gerçekten başlatınca akıl çıkıyor. Sadece iki üç nota değişen bu arpejin üstüne ölüyü diriltecek bir davul aranjmanı, nu-disco’nun olmazsa olmazı piyano akorları ve ağlayan bir gitar solo girince gerçekten iyi elektronik müziğin ne olduğunu hatırlıyor insan. Armani’nin gençliğimizi şekillendiren parfümünü andıran adıyla Giorgio By Moroder, albümün en iyi şarkılarından. “My name is Giovanni but my friends call me Giorgio” sözü, bitmek tükenmek bilmeyen build up’ı ve şarkıyı sonlandıran “Click” sample’ıyla şimdiden bir klasik olmaya aday.

Within

Boys Noize prodüksiyonuyla dinlemeye alıştığımız Chilly Gonzales, sonunda ses mühendisliği jargonunda “Crystal clear” diye bilinen tünelden geçen ballad’ıyla karşımıza çıkıyor. Çok yüksek oktavdaki vokaller, ve fazlasıyla kullanılan vocoder, şarkıyı biraz yavan yapsa da, albüme nefes aldıran şarkı olarak dikkat çekiyor Within.

Instant Crush

Julian Casablancas + Vocoder = Instant Crush

Evet, Daft Punk, The Strokes’un a-acayip vokali Julian Casablancas’a vocoder takviyesi yaparak yılın en iyi pop şarkılarından birini bestelemiş.

Şarkıdaki koşa koşa giden koro bölümü ve 3 akorla ilerleyen piyano aranjmanı Instant Crush’ı hiç şüphesiz stadyum konserlerinin en çok beklenen şarkısı yapıyor. Casablancas’ın solo albümünde bıraktığı 80’ler elektronik sound’u şarkının tamamına nikah basarken, bir gitar solosu var ki… Tartışmasız albümün en “Catchy” şarkısı.

Lose Yourself To Dance

Arsızca devam eden “Lose Yourself To Dance” vokalleriyle, “Ben single’ım ikinci kim?” diye bağıran şarkıda, Pharrell’in içine Prince ile el ele vermiş bir Michael Jackson kaçıyor. Albümün tamamına yayılan arpej synth’lerin yerini ise Nile Rodgers klasiği kısa ve öz gitar notaları terbiyesizce alıveriyor.  Clap / kick kombinasyonunun daha etkili kullanıldığı bir şarkı getirene yüz milyon dolar verebiliriz.

Touch

Random Access Memories’de buradan sonra rot balans kopuyor. Arabanın devrildiği filan yok, daha heyecanlı bir şekilde bilinmezliğe ilerliyor sadece. Uzay gemisinin arka bahçenize indiğini düşünün, işte böyle efekti bol, uzayı daha da bol seslerle açılıyor bu Space-Rock-Opera formundaki şarkı. David Bowie eğer kariyerinde daha az veya daha fazla uyuşturucu kullansaydı şu anda Touch gibi şarkılar yapıyor olurdu. Dakika başı atmosferi, yapısı ve şekli değişen şarkı Giorgio Moroder’ın dediği “Elektronik müzik, formları yıkmaktır” sözünü Daft Punk’ın ciddiye aldığını kanıtlar nitelikte. David Bowie ve Yazoo’nun Cats müzikalini yeniden bestelediğini düşünün… İşte öyle bir şey.

Get Lucky

Plak, kaset, CD veya mp3 icat edildiğinden beri, bir şarkı Get Lucky gibi etkili bir tanıtım sürecinden geçti mi? Omurilikten cevap veriyorum: hayır. “Hit” yani “Vurdum vurdum saymadım” diyen Pharrell, son on yılın en ticari veya çok-da-ticari olmayan single başarısında robotlara bir beşlik çakıyor.

Beyond

Form yıkma yoluna baş koyan Daft Punk, Beyond ile dumanlı dağların ardını görüyor. Yine senfonik haliyle güzel güzel kafa karıştıran şarkı, “Vocoder, daha çok vocoder. Session Musicians daha çok Session musicians. Organik davul, bir kamyon organik davul” formülüyle günah kadar güzel. Discovery’deki enstrümental şarkıların daha olgun bir nesil için bestelendiğini düşünün, doğru yerdesiniz.

Motherboard

Yaylı / üflemeli çalgıların komplike varyasyonlarıyla iyice çığrından çıkan, etnik perküsyonlarıyla dinamizmi öttürüp, klasik şarkı formlarıyla epey dalga geçen Motherboard, Touch’tan sonra Random Access Memories’in en komplike şarkısı. Ortalara doğru giren deli saçması Sci-Fi synthesizer pad’lerle robot kardeşlerin Tron Soundtrack’e koymayı gönüllerinin el vermediğini düşündüğüm olağanüstü şarkı. Interstella 555’ın ikincisi çekilirse soundtrack’i şimdiden belli oldu diyebilirim.

Fragment Of Time

Discovery’de Face To Face ile “Seviyorsan git yüz yüze konuş abi” diyen Todd Edwards, RAM’deki en “Starbucks’ta iyi gider” şarkıya yaptığı vokalle, albümün en popüler golüne muz ortasını açıyor ve Daft Punk’a da “Belki de kariyerinin en kolay gölünü atmak” kalıyor. George Michael kokan şarkı, 80’lere banıp çıkartılmış gitar melodileri ve Phoenix’den ödünç alınmış ritimlerle, 30 yaşın üstündekilerin aşık olma, kalp kırma, gönül alma şarkısı olacak gibi.

Doin’ It Right

Zangır zangır salon titreten Bass Drum / Clap kombinasyonuyla, albümün en mükemmel ve en inovatif şarkısı Doin’ It Right. Klasik Daft Punk sound’uyla pek alakası olmayan aksak ritimler ve akıldan katiyen çıkmayan “Doin’ it right. Everybody will be dancin’” sözleriyle saygı ve seygi terazisine sonsuz tıklatıyor. Kanye West, Daft Punk’la çalıştıktan sonra bu nasıl robotlara yaradıysa, bu şarkı da tartışmasız Panda Bear’e yarayacak. Çok fazla yıldızlı, çok fazla kurdelalı, çok fazla on numara ve de beş puanlı harikalar diyarı.

Contact

“Daft Punk benim için Homework’teki rahatsız eden sound’u olmadığı sürece Daft Punk değildir” diyenler ellerini kaldırsın. Evet elleri havada olan arkadaşlar, sizi mutluluktan şizofreniye sürükleyecek şarkı budur. Homework’teki Rollin’ And Scratchin’ var ya… İşte o şarkının Chemical Brothers, Justice ve Boys Noize tarafından cover’landığını düşünün… Heyecan verici değil mi? Hem de dengesiz bir şekilde.

Özetlemek gerekirse Random Access Memories formları yıkan, inovatiflikten ölüp biten ve mega prodüksiyonuyla tatlı tatlı kafa karıştıran “zor” bir albüm. Zorluk perdesini arayabilenlerin ise kolay bir şekilde anlayabileceği bir nosyon var. O da Random Access Memories’le Daft Punk’ın tekrar elektronik müziğin yapı taşlarını radikalce yerinden oynatıp, ana akım müziği sil baştan değiştireceği.

Random Access Memories, vatana ve millete hayırlı uğurlu olsun.

Şimdi elektronik müzik düşünsün.