HOBO ROCKET

HOBO ROCKET


Pond


Müzik yapan adamların müzik yapma motivasyonu ayrı ayrıdır. Hobi olarak yapan, ekmek parası için yapan, başka bir bok yapamadığı için yapan, karı kız kovalamak için yapan, evrenle alıp veremediği çok şey olduğu için yapan, kendisiyle alıp veremediği çok şey olduğu için yapan, ve daha neler neler… Tame Impala’nın kardeş grubu kategorisinden hayatlarımıza ve iTunes’larımıza giriş yapan Pond ise, evrenle ve kendi beyninin içindekilerle alıp veremediği olduğu için müziğe sarılan adamlardan oluşuyor. Aslına bakarsanız, psychedelic bir şeyler yapanların neredeyse hepsi de algısı kayık ve problemli adamlar.

This is why they call it psychedelic.

Son beş yıldır modern ve yeni müziğe çalışan uzak kıta Avustralya’dan çıkan Pond’un yayınladığı Hobo Rocket, grubun tamı tamına beşinci albümü olmasına rağmen, aslında büyük ağabey Pond olmalıyken, neden “Tame Impala’nın kardeş grubu” olarak anılıyor bunu bir düşünelim. Çünkü Tame Impala ticari açıdan daha başarılı. Çünkü Tame Impala’nın mastermind’ı Kevin Parker, Nick Allbrook’un aksine, stüdyodaki doğaçlamayı albüme dönüştürürken neleri minimumda tutmalı, neleri değiştirmeliyi iyi bilen bir adam. Çünkü yalınayak Parker, çelimsiz Allbrook’tan çok daha yakışıklı ve dolayısıyla sahnede daha iyi duruyor. Çünkü Parker, Allbrook’un aksine, albümün aralarına hit potansiyeli tohumları serpiştirmeyi ihmal etmiyor. Çünkü Tame Impala, what can I do sometimes, Pond’dan çok daha iyi.

Vakti zamanında Tame Impala’da bas çalıyorken tasını tarağını toplayıp kendini tamamen Pond’a adamaya karar veren Nick Allbrook ve Kevin Parker arasında bir Pete Doherty ve Carl Barat veya Noel ve Liam Gallagher cinsinden bir aşk nefret ilişkisi yaşanıyor mu pek bilemiyoruz ama; Allbrook’un Tame Impala ayrılığının Pond’u daha iyi bir yere getirdiği de kesin. Önceki dört albüme rağmen çok daha temiz ve çok daha fazla hit potansiyeli taşıyan şarkılardan oluşan Hobo Rocket, Survivor adalarında ot içip gitar tıngırdatmanın güzel işler üretebileceğini kanıtlıyor.

 

 

Can, The Beatles, Led Zeppelin posterlerinin asılı olduğu bir coffee shop’ta oturuyormuşsunuz gibi hissettiren albüm, aynı zamanda gözünüzün önünde Windows Media Player temalarının uçuşmasına da sebebiyet veriyor. Whatever Happened To The Million Head Collide ve Xanman gibi iki süper şarkı ile sinsice açılan albüm, O Dharma ile sakinleştirici meditatif etkisini arttırırken, Wolfmother ilhamının çok yüksek olduğu Aloneaflameafloewe ile tekrar 100 km hıza 0.3 saniyede çıkış yapabiliyor. Giant Tortoise ise albümün gerçek orgazmı. Sırada bekleyen Hobo Rocket ve Midnight Mass (At the Market Station) için haliniz kalmayabilir bile. Ama siz yine onlara da bir şans daha verin. Onlar da bir ananın çocuğu.

 

 

Biraz daha zayıflasa Rec filminin zombisine dönüşecek olan Nick Allbrook’un bu albümdeki vokallerinin, MGMT’nin yakışıklı yarısı Andrew VanWyngarden ile benzerlik taşıdığını fark etmemek ise işten bile değil.

 

 

Eğer kesişim kümesinde Tame Impala faktörü olmasaydı, Pond aynı kitleye ulaşabilir miydi bilinmez fakat yine de grubun standartlar üstünde bir iş çıkardığı da gerçek.

Az iç, biraz da ekmek ye be Allbrook. Yakında gitarını taşıyamayacaksın yoksa. Sen bize lazımsın.