THE 1975

THE 1975


The 1975


90’lar niye moda oldu lan tekrar? Niye her geçen 10 yılla beraber üç dönem önceki 10 yıl moda oluyor. 80’leri anlıyoruz. Giyimiydi kuşamıydı, müziğiydi derken; en azından kendine has bir çizgisi vardı. Ama 90’ları A’dan Z’ye dolu dolu yaşadığımız için, aynı şeyi söylememiz güç. Bildiğiniz sıkıcıydı 90’lar. 2020’lerde ne olacak peki? 2000’lerde mi sıra?

Indie R&B denen köpoğlunu ele alalım misal. 90’lar başında Boyz II Men ve TLC gibi isimlerin elebaşısı olduğu tarzı esnetip sündürüp soframıza koyan The Weeknd, Autre Ne Vuet ve AlunaGeorge gibi isimleri seviyoruz sevmesine de; aslen var olanı cilalayıp önümüze sunmaktan başka bir halt yedikleri yok bu isimlerin. Ha güzel mi güzel, ama 90’larda bile fazlasıyla plastik bir tat bırakan bu meretin, günümüz moda dünyasının da etkisiyle (Modanın da annesini belledin 90’lar) dört bir yanımızı sarması geçici bir hevesten başka bir şey değil gibi sanki.

Bu kadar “Açtık ağzımızı, yumduk gözümüzü” durumundan sonra ana çıkış noktasını çoğunlukla 90’lardan alan bir grubu övüp övüp duracağız şimdi. Tutarsız mıyız? Allahına kadar. Dengesiz miyiz? Sapına kadar. Çünkü bu İngiliz çocuklar derslerini çok iyi çalışmış ve çoğunlukla fotokopi makinasından çıkan benzerlerinin çok çok önündeler. Manchester’ın çocuğu The 1975’tan bahsetmeye başlayalım artık.

Manchester neydi? Morrissey’in formayı ilk, Ian Curtis’in ise ilk ve son kez öptüğü yerdi; Johnny Marr’ın klasik gitarla Akdeniz Akşamları çaldığı yerdi. Manchester neydi? Beşinci vitesten aşağı düşmeyen punk şair John Cooper Clarke’ın canım memleketiydi. Manchester neydi? Joy Division ve The Smiths sonrası çığ halini alacak post-punk ve indie müziğin başkentiydi.

Gitar ve synth pop’a bu kadar hayrı dokunmuş bir yerden çıkan The 1975 ise; tam tamına iki kültürün arasında belirlediği sınır çizgisinden sesleniyor bizlere. The Smiths, Joy Division, Prince, Talking Heads, Michael Jackson ve hatta kimi zaman One Direction…

Bütün bu saydıklarımızın iyisinden birer porsiyon barındırıyor The 1975. Vokalist Matthew Healy gibi bir avantajları da var üstüne üstlük. R&B temel eğitimi almış hisli sesi; grubun ilk albümündeki başarısına hem bir ana, hem de bir baba oluyor.

Grubun albümden evvelki EP serisinden yadigar kalan The City, intro’yu saymazsak albümün ilk icraatı. “Yeri geldi mi indie rock’ın iyisini de icra edebiliriz” mesajı veren şarkı, aksak davul ve gümbür gümbür basların gücüyle akılda kalıcı bir açılış yapıyor.

M.O.N.E.Y, sizden borç para istemek yerine grubun synth pop alanındaki yeteneklerinin ilk örneği olarak karşımıza çıkıyor. Matt Healy’nin R&B doktorasına sahip olduğunu belli eden ilk şarkı da bu aynı zamanda. Yer gök 90’lar, ama erotik bir 90’lar…

Özellikle İngiltere listelerini fazlasıyla meşgul eden ve grubun “Indie One Direction” yakıştırmalarına maruz kalmasına neden olan Chocolate single’ı kontrol dışı bir ergenlik barındırıyor. Şarkı, akılda kalıcılık bakımından 10 numara olsa da The 1975’ın çok daha başarılı olduğu anlar var albümde. Misal, yeni dönem indie anthem’ları listesinde adına sıkça rastlayacağımız Sex. Grubun tekrar rock sınırlarında bağdaş kurduğu şarkı, isminden de anlaşılacağı üzere yaş sınırını beraberinde getiren şarkı sözleri ihtiva ediyor. Gitar melodilerinin kalbinize adrenalin iğnesini sapladığı şarkının birkaç yıllık bir mazisi var aslında. The 1975 yeni bir grup, ama bir yandan da değil. Nasıl yani dediğinizi duyar gibiyiz. The 1975, bu dört gencin Talkhouse ve Bigsleep gibi isimlerin ardından aldığı son şekli temsil ediyor. Sex de, Bigsleep zamanlarından kalma bir şarkı. Zamanla evrim geçirip, grup gibi albümdeki son halini alıyor şarkı. YouTube’daki eski kayıtlarına bakarsınız, şarkının da grubun da ne kadar yol katettiğini kolayca fark edebilirsiniz.

The 1975, 80’lere de en az 90’lara kadar hakim bir grup. Bunun en iyi örnekleri ise Heart Out ve Girls olsa gerek. John Hughes filmlerinde rahatlıkla soundtrack olarak kullanılabilecek bu iki şarkı, Manchesterlı grubun synth ve gitar pop alanında da uzman bir kadroyla çalıştığını gösteriyor.

Yer yer fazla cilalanmış bir hal alsa da albümün başarısında büyük payı olan prodüksiyon kalitesinin hakkını vermek gerek. Arctic Monkeys, Keane, Foals ve Jake Bugg gibi isimlerle çalışan Mike Crossey iyi bir iş çıkarmış.

Zaman zaman kulağa ergen ve çiğ gelse de işlediği dönem ve müziklerin ruhunu fazlasıyla taşıyan bir albüm The 1975. Ergen ve çiğ gelme durumu ise tamamen grubun yaş ortalaması ve henüz ilk albümlerini yapıyor oluşlarından kaynaklı bir durum. 2013 çıkış albümleri adına her yönüyle başarılı ve iddialı bir girişle karşı karşıyayız dostlar!