EVERYDAY ROBOTS

EVERYDAY ROBOTS


Damon Albarn


Ergen hislerimiz devreye girdiği zaman Damon Albarn’e çok kızıyoruz. Blur’ü yıllar sonra turne için bir araya getirmişken neden yeni bir stüdyo albümü yayınlamıyor diye soruyoruz kendimize. O ise; kolay olanı seçip yeni bir Blur albümüyle milyonları kazanmak varken hep zor olanı tercih ediyor. 90’lardaki rockstar kimliğini bir kenara atıyor. Bileğinin hakkıyla kazandığı bugünün ve yarının her anlamda gerçek sanatçısı kimliğini korumak onun derdi. Derdi demek de yanlış olur aslında. Bir nevi refleks bu durum Damon Albarn için. Yeni bir Blur albümü yerine her seferinde farklı bir projeyle karşımıza çıkıp, yine her seferinde başarılı olmak zor zanaat. Albarn, Sir ünvanına çeyrek kala yaratıcılığıyla şaşırtmaya devam ediyor bizleri. Karşısına aşmanın imkansız olduğu koca bir dağ koysak, o meşhur yaratıcılığıyla bir yolunu bulup aşmayı başarabilir…

Afrika’nın en ücra köşlerindeki sanatçıların peşinde yıllarını harcayan, Gorillaz’la iki boyutlu ve çok katmanlı müzikle tanıştıran, The Good The Bad & The Queen’le Londra havasını ciğerlerimize çekmemizi sağlayan Albarn, ilk solo albümüyle en kişisel yolculuğuna çıkıyor. Yanında ne Blur’den kardeşleri, ne Jamie Hewlett ne de Afrikalı müzisyenler var. Upuzun bir yolda tek başına yürüyor Everyday Robots’ta. Bir nevi Aşık Damon yani…

Bize hikayesini, içinde biriktirdiklerini, düşüncülerinin kapısını hiç açmadığı kadar açıyor. Bir albümden öte oldukça özel bir günlüğün sayfalarını okuma fırsatı yakalıyoruz. Tanıklık etmeye alışkın olduğumuz inovatif müzisyen hallerini tekrar göstermek gibi bir kaygısı yok Damon Albarn’ün. Olabilecek en yalın haliyle karşımıza çıkmayı tercih ediyor.

Daha evvelden dinleme fırsatı bulduğumuz, en az kendisi kadar güzel bir videoya sahip olan albümle aynı adlı şarkı ile açılış yapıyor Damon Albarn. Downtempo, piyano ağırlıklı ve trip-hop’a yanaşan Albarn denemelerine Gorillaz albümlerinden aşinayız. Ama bu sefer Gorillaz’ın en melonkolik halinden bile daha melankolik bir sound’la karşı karşıyayız.

Hüzün limanlarında demir atacağımız, çağımızın vebası iletişim sorununa parmak bastığı Hostiles’ta da, en karanlık anlarında müziğe sarıldığı Lonely Press Play’de de, televizyonun parçalanmasında büyük pay sahip olduğu ilişkisinden dem vurduğu The Selfish Giant’ta da günlüğündeki en mahrem anılarını okumamıza izin veriyor. Özellikle The Selfish Giant’ta devreye giren Natasha Khan vokalleri jazz tabanlı melankoliyi oldukça duru bir hale getiriyor. Albümün en calıcı anları belki de bu şarkıda saklı.

Lonely Press Play’in bir radyo programında çalınan akustik versiyonu albümdeki haline göre insanı inzivaya çekilmeye daha fazla teşvik ediyordu. Kayıttaki hali biraz daha upbeat olmuş. Mr. Tembo’da ise rahatlıkla Afrika topraklarında koşturan bir The Beatles’ın nasıl gözüktüğünü hayal edebiliriz.

Bir otobiyografi gibi olan albümde Damon Albarn’ün bu aralar verdiği röportajlarda sık sık dile getirdiği “Eroin Dönemi”ni anlatan You And Me, Brian Eno eli değmişliğiyle öne çıkan şarkılardan. Keza; Damon Albarn’ün “çocukluğuna indiğimiz” Hollow Ponds da albümün düşük tempolu ama yüksek bağımlılık yaratan yapısına ayak uydurmamızı sağlıyor. Bon Iver’ciliği neredeyse Bon Iver’in kendisinden bile daha iyi oynadığı soul etkileşimli The History of A Cheating Heart bizi albümün son durağına kadar götürüyor.

Brian Eno vokalli Heavy Seas Of Love bu oldukça şahsi oynanmış albümün elveda turunu düzenlerken, bizlere defalarca kez üst üste dinlendiğinde bile yeni anlamlarla karşılaşacağımız sözcükler kalıyor. Tüketim topluluğunu, tüketimi ve sindirmesi oldukça zor bir albümle eleştiriyor Damon Albarn. Bunu yaparkenki en büyük silahı ise o alışılageldik inovatif müzisyenliğinden öte kara kuşak sahibi olduğu şarkı sözü yazarlığı oluyor. Şarkı sözlerinin çoğu zaman başrolü oynadığı Everyday Robots, çağımızın en önemli müzisyenlerinden birinin şimdiye kadarki en kişisel çalışması.