TURN BLUE

TURN BLUE


The Black Keys


Toplamda yedi albümlük diskografisiyle pek de yeni bir grup sayılmaz The Black Keys. Aslında grup da sayılmaz; Patrick Carney ve Dan Auerbach’ın blues ve garage rock’ı kendilerine özel ve sadık bir hayran kitlesi etrafında yorumladıkları bir ikili desek daha doğru olur. Ama işin rengi 2010 çıkışlı Brothers albümüyle değişmeye başlıyor. Birbirinin karbon kopyası averaj Amerikan garage rock gruplarından çok daha zeki olan ikili, hem hit şarkı yazma kabiliyetleri hem de prodüksiyon yetenekleri ile mainstream piyasaya doğru hızlandırılmış bir yolculuğa çıkıyorlar. El Camino’yla da kulüplerden arena’lara geçiş sürecini kapsayacak büyük bir patlama yaşıyorlar.

Sıra geliyor ilk single Fever’ın yayınlandığı günden bu yana heves x 1000 şeklinde beklediğimiz sekizinci The Black Keys albümü Turn Blue’ya. Attack & Release’le beraber grupla yolları kesişen ve o günden beri prodüktörlük koltuğundan kalkmayan Danger Mouse’u tekrar işinin başında görüyoruz. İki isim de birbirinin kimyasından o kadar iyi anlıyor ki; tersi bir durum belki de tüm dengelerin alt üst olmasına neden olabilirdi. Bu çok yerinde devam kararı, ikisi de birbirinden gelişime açık ve yetenekli ismin ortaklığındaki zirve noktası olarak karşımıza çıkıyor Turn Blue’da. Birbirlerinin huyunu suyunu çok iyi bilmelerinin haricinde neredeyse birbirlerinin cümlelerini tamamladığına bile emin olduğumuz Danger Mouse ve The Black Keys, 2008’den beri devam eden zirve yürüyüşlerinde kendi Everest’lerinin en tepesine ulaşıyor.

Albüm, normalde kapanış şarkısı olarak karşımıza çıksa şaşırmayacağımız uzunluk ve tempodaki Weight Of Love’la açılıyor. Neredeyse 7 dakikalık bir süreye sahip şarkı, helalinden hak ettiği blues ballad’ı etiketi ve uzun hava sololarıyla The Black Keys tarihinin en vurucu açılış şarkısı olmayı başarıyor. Dan Auerbach’ın falsetto kolunu yüzde yüze kadar açtığı In Time, 60’ların soul sound’unu günümüz prodüksiyon teknolojisi sayesinde bir güzel peydahlıyor. Western etkileşimi sayesinde büyük abimiz Ennio Morricone’nin kulakları da bir güzel çınlıyor. İlk iki parçasında pek alışık olmadığımız bir şekilde düşük vites seyretmesine rağmen Turn Blue’yla ulaşmayı hedeflediği rotaya doğru kusursuz bir başlangıç yapıyor The Black Keys.

İlk üç şarkıyı Turn Blue’dan bağımsız bir üçleme varsayarsak albümle aynı adlı şarkı, ikilinin kulaklarınızla flörtünü zirveye taşıyor ve sizleri yatağa atmayı başarıyor. Sahip olduğu blues etkileşimini diskografilerindeki en seksi şarkılarından birinin vücut bulması için kullanıyor Dan ve Patrick. Bunda ne kadar başarılı olduklarını görmeniz için şarkıyı sadece bir kere dinlemeniz yeterli olacaktır.

Sıradaki şarkıyı ikametinizi Mars’tan Dünya’ya aldırmadıysanız henüz duymamış olabilirsiniz. Prodüktörlük haricinde ikilinin süper yedeği olarak dikkat çeken Danger Mouse, Fever’da çaldığı tuşlu melodisiyle indie kulüplerdeki bel egzersizleriniz için mükemmel bir zemin hazırlıyor. Son birkaç yıldır hazırdan yemeyi tercih eden piyasadaki indie hit’i eksikliğini gidermek için elinden geleni fazlasıyla yapan bir grup The Black Keys. Turn Blue’da da değişmiyor bu durum. İlk single Fever, Amerikalı ikilinin bu albümdeki en büyük kozlarından biri.

Patrick Carney’nin uygun adım marş halinde yürüyen davulları ve Dan Auerbach’ın bu albümde fazlasıyla duyacağımız sololarının kol kanat gerdiği Year In Review, “Bedtime Blues” dediğimiz kalıbın Turn Blue’daki karşılığı sayılabilir. İlk üç şarkının damarında seyredeceğini düşünebileceğiniz bir başlangıç yapan Bullet In The Brain, efekt pedalına abanan Auerbach sayesinde Tame Impala’nın blues kuzeni kimliğine bürünerek Avustralyalı grubun hemen yanına park ediyor.

Carney’nin davulları sayesinde klişe tabiriyle “Gümbür gümbür” bir başlangıç yapan It’s Up To You Now, Amerikan çölleri kokan gitar riff’leriyle albümün blues hegamonyasını garage rock’la ateşkese çağırıyor. Şimdiye kadar duyduğumuz kısmıyla bile Turn Blue için The Black Keys’in en iyi albümü, yılın ise en iyi albümlerinden biri diyebiliriz. Grup garage rock’la başlayıp blues’la evrildiği mainstream otobanında kariyerinin en olgun albümüyle beşince vitese takmayı başarıyor. Grubun Attack & Release’e kadar olan diskografisine yakın bir şeylerin beklentisinde olanlar ise; evrimin mükemmelliği karşısında boyunları kıldan ince bir vaziyette beklemek zorunda kalıyorlar.

Turn Blue’yu özel kılan şarkılardan biri olan Waiting For Words başladığında Dan Auerbach falsetto düğmesine tekrar basıyor. Şarkı sözleri ile hafif siklet başlangıcına cuk oturan şarkı, Patrick Carney’nin davullarının sıkıyönetim ilan etmesiyle mükemmellikle olan randevusuna yetişiyor. Yavaş yavaş stadyumlara terfi etmek üzere olan Amerikalı grubun, eller havaya ve alkış tutturma aktivitelerinde oldukça işine yarayacağını düşündüğümüz 10 Lovers ise baslarıyla funk temellerini sağlamlaştırıyor.

Albüm aslında birçok grubun açılış şarkısı olarak tercih edeceği Gotta Get Away’le noktalanıyor. The Black Keys’in farkı da burada ortaya çıkıyor. Kapanış şarkısını öne, açılış şarkısını arkaya alarak girdiği riske günümüzde cesaret edebilecek bir grup bulmak oldukça zor. The Black Keys bu kumardan alnının akıyla çıkıyor ve peynir ekmek gibi satacak, diskolarda barlarda çalacak bir single’a daha kavuşuyor.

Her şey oldukça açık ve net Turn Blue’da. İkili kariyerinin en olgun albümüyle Brothers’ta ivme kazanıp El Camino’da gaza basan diskografisinin altın tacını takıyor. Yazıda daha evvelden 12 kez belirttiğimiz üzere yılın en iyi albümlerinden biri Turn Blue. Rock’n’roll ölüyor diyen arkadaşlar buradaysa şimdi bir şey deneyecek izninizle The Black Keys.