LAZARETTO

LAZARETTO


Jack White


İster sevin, ister sevmeyin, ister kanlı bıçaklı olun, ister kirve yerine koyun. Şu anda müzik piyasasının en etkili ve de yetkili isimlerinden biri Jack White. Her yaptığı iş merak uyandırıyor, her dediği kanun muamelesi görüyor. Jack White’a saygıda kusur eden karşısında blues cemaatini buluyor. Çünkü Jack White, blues’un en ağır ağabeyleri ve ablaları tarafından korunuyor.

Jack White’ın bugüne kadar içinde bulunduğu projeleri el ele tutuşturursak, İstanbul’dan Kocaeli’ne kadar gidebiliriz. Çünkü Jack White proje sever, yeni grup kurmayı sever. Jack White yetenekli müzisyenler için önünde buluşulan bir Taksim Burger King’dir. Ama Jack White’ın da canı solo çeker. O gökyüzünden beyaz tenli adam da bazen “Ben tek, siz hepiniz!” der.

Kollarını sıvayıp solo kariyerine girdiğinde Jack White, sene 2012’ydi. İki albüm arasında mis gibi bir iki sene bırakan White’ın hala ufku uzay kadar geniş, yetenekleri sonsuz. Jack White; bir reklam filminde kullanılır belki diye şarkı yapanların, albümünü pazarlamayı kendini pazarlamakla bir tutanların tekelinde dönen müzik piyasasına güneş gibi doğuyor.

Detroit’in bağrından, muhafazakar bir ailenin koynundan kopan Jack White, Lazaretto’ya Three Women ile “Lord, lord!” diyerek başlıyor. Beastie Boys’u bolca blues ile kaynatıp, bir gün bekletin ve ardından bolca en hasından rock katın. Bu güzel yemeğin tadına baktığınızda kafanızı kaldırıp, “Adı ne olsa acaba bu yemeğin?” diyeceksiniz. Cevabınız hazır: Three Women.

Dünyanın en hızlı kaydedilen single’ı unvanını taşıyan Lazaretto, hemen Three Women’ın arkasından geliyor. Albümün promosyonunu yapmak için Rekorlar Kitabı’na girmeyi tercih eden Jack White, Lazaretto’yu Record Store Day’de bir günde kaydetti ve piyasaya sürdü. Biz bir günde evimizi toplayamazken, Jack White single yayınladı. Agresif gitar sololarıyla, sesini yükseltmekten çekinmeyen Dracula duruşlu bir adam var Lazaretto’da. Bir anda kendisine sıranın geldiğini fark eden daha heveslerini alamadan gitarların arasında kayboluyor ama merak etmeyin. O kaybolan yaylılara hemen Temporary Ground kollarını açıyor. Albümün en güzide eserlerinden biri olan Temporary Ground, iki boşanma geçirmiş Jack White’ın hala içindeki romantiği kaybetmediğini müjdeliyor. Pazar sabahları babamızın izlediği Western filmleri kuşağında, hep o tozlu barlarda çalan hüzünlü müzisyenler gibi geliyor Jack White’ın sesi. Bir alçalan, bir yükselen ritmi ve piyanonun sadeliği sayesinde Temporary Ground, ilk dinlemede kalbimizi çalıyor.

“Oh, iyi. Jack White’ın içindeki romantik ölmemiş.” derken, “Herhalde ölmedi, hatta şimdi o romantik tam bir arabesk!” diyen bir tokat yiyoruz. O tokadın adı; Would You Fight For My Love?

“Benim aşkım için savaşır mısın? Soruyorum sana savaşır mısın?” diye soran Jack White, sevdiceğini adeta bir ballad ile darlıyor. Kimimizin sevdiceğini darlamak için Whatsapp’ı seçtiği günümüzde, şarkı bu yönüyle takdirimizi kazanıyor.

Arabeskin tadını çıkardıktan sonra sizi albümün en sert şarkısı olan High Ball Stepper karşılıyor. Lazaretto’nun geneline yayılan “Bir enstrüman çalarken lütfen başka enstrüman hemen girmesin, arkadaşını rahatsız etmesin.” kuralının en yoğun işlediği High Ball Stepper’ı sizin için formül şekline soktuk: Gitarlı kısım + piyanolu kısım + davullu kısım + gitar ve davullu kısım + gitarlı ve piyanolu kısım + hepsi + gitarlı kısım + piyanolu kısım + gitarlı kısım + davullu kısım.

“Sen su içersin, ben benzin içerim. Sen yumruk atarsın, dikiş atarlar. Ben yumruk atarım, toprak atarlar.” temalı Just One Drink’in ardından, Detroit’te çekilebilecek bir Neşeli Günler filminin soundtrack’i olmaya aday Alone In My Home başlıyor. İçimiz Alone In My Home sayesin huzur doluyor. Bir anda o agresif gitarını kenara koyan Jack White, Entitlement ile giriyor. Bütün sevenleri dans pistine çağıran şarkının ardından, ortam bir anda yangın yerine dönüyor. Bu yangının kaynağı ise That Black Bat Licorice. That Black Bat Licorice, Jack White’ın bütün Lazaretto boyunca yapmak istediklerini bir şarkıda topluyor.

Jack White’ın yeteneğine laf edenin taş olduğu günümüzde, saygıda kusur etmeden şunu diyebiliriz ki biraz değişim fena olmaz. Blues ve rock’ın uyumunu muazzam bir seviyeye taşıyan Jack White, ya bize hep aynı güzide şarkıları servis edecek ya da dev bir değişimin kollarına bırakacak kendini. Hangi senaryonun gerçek olacağını bize zaman gösterecek.