TRANQUILITY BASE HOTEL & CASINO

TRANQUILITY BASE HOTEL & CASINO


Başyapıt mı, yıkım mı?


2001: A Space Odyssey’deki HAL vardı ya hani, insanların istediklerini yapmaya programlı antagonistimiz. Bir yerden sonra isyan bayrağını çekip kafasına göre takılmaya karar vermişti. İşte o HAL’dan H harfini çıkaralım ve Alex Turner’ı işbu hikayede AL karakteri olarak tanımlayalım.

Sheffield sokaklarından serseri hayat hikayelerinden 505 numaralı odadaki kırık kalplere kadar uzanmış AL, Yeni Dünya’ya taşındıktan sonra, çok sıfırlı ticari başarıya koştu. Karşı masadaki kızın gözünün içine bakamayacak utangaçlıktaki adamken, briyantin ve tarak sponsorluğunda istese annemizi tavlayacak kıvama geldi.

Arctic-Monkeys-2018-cr-Zackery-MIchael-bb11-billboard-fea-1500-759x500

AL bu durur mu? Evrime inanmış, efendilerine efendi olacak bir kere. Başladıkları noktada 360 derece dönüp duran grupları sollamış, radyo hiti yazmak için kıçını yırtıp milyonlarca dinleyiciye kavuşan ama müzikaliteyi ofisteki çöp kutusuna tomar A4 fırlatır gibi fırlatan eşdeğer gruplara kıçıyla gülmüş. Şan şöhretin yansımalarını, en büyük ilham kaynaklarından David Bowie’nin persona süper ligindeki karakterlerine benzer karakterlerden seçmiş.

Taze BBC Radio 1 röportajını izleyin.

John Travolta’nın Grease’den, Johnny Depp’in Cry-Baby’den, aralarında en zahmetsiz cool’ları olduğu için James Dean’in herhangi bir filminden fırlamış personasından vazgeçmiş. The Last Shadow Puppets’ın devam filminde ise sahneye salınmış seksi kaplan olmaya karar vermiş.

AL, kendi kafasına göre takılmanın sinyallerini Humbug’da verdiğinde de oradaydınız…

Neden Arctic Monkeys değil de bilim kurgu aromalı bir Alex Turner hikayesi yazıyoruz? Biz de tam oraya geliyoruz.

İlk iki albümün zekice yazılmış ergen genç şarkılarının başrolü olan gitarın büyüyüp serpildiği, Josh Homme’nin el atmasıyla çöl iklimini ciğerlerine ilk kez çeken Humbug’ın ardından Arctic Monkeys tarihinde ikinci kırılma anını yaşıyoruz. Hem de öyle böyle bir kırılma anı değil. Bunun adı “radikal değişim” ve sorumlusu Sheffield’da doğma Los Angeles’ta olma Alex Turner.

2-3 yıllık aralarla albüm yayınlamış bir gruba, en büyük ticari başarısının ardından 5 yıllık bir boşluk verirseniz ne olur? Müzik dünyasında bu tip kısa dönem emekliliklerden dönüşler çoğu zaman radikal değişimleri de beraberinde getirmiştir. Bu radikal değişimlerin yüzüne ilk etapta kocaman tükürülür, bir süre sonra ise “başyapıt” etiketi üzerlerine yapışır.

TBH+C için bu durum geçerli mi?

Çoğu şarkısı pek de güzel yaşlanmayan AM’in ardından AM Part II beklentisi içinde olanlar, radardaki yaklaşan kocaman gemiyi maalesef görememişler. Halbuki TLSP ikinci döneminde Alex Turner’ın üstüne giydiği persona, bu dönemin sonlarında piyano başına geçip Leonard Cohen’cilik oynamalar falan derken Arctic Monkeys dümeninde esaslı bir kırılma yaşanacağı apaçık belliydi.

Sosyal medyaya inanmadığı gibi, kendi popülaritesindeki isimlerin birçoğunun içine düştüğü göz önünde hayata da inanmayan Alex Turner, geçirdiği evrimin sonucunda yeni bir Arctic Monkeys albümü fikri karşısında epey zorlanmış. Öyle ki bir süre “writer’s block”, yani fikir kabızlığı çekmiş. Ta ki menajerinin 30. yaş gününde kendisine hediye ettiği Steinway piyanoyla karşılaşana kadar. Bir seyahatin sonunda evine döndüğünde piyanoyla göz göze gelmiş, başına oturmuş ve notalar yağ gibi akmaya başlamış. 

Ortaya çıkan sonucun hiçbir Arctic Monkeys albümüne benzemediğini kendisi de fark etmiş ve gitarist Jamie Cook’u evine çağırmış. Tascam 388’le kaydettiği demoları Cookie’ye dinletmiş ve demiş ki: “Ne düşünüyorsun? Bunlardan Arctic Monkeys albümü olur mu, yoksa solo albüm gibi mi?”

Jamie Cook, ilk başta afallamasına rağmen demolara hayran kalmış. Alex Turner, TBH+C’yi şöyle özetliyor: “Şu an yapmak istediğim müzik tam olarak bu.”

Yani AL, artık kendi kafasına göre takılmayı seçerek “Elalem ne der?”, “İnsanların beklentileri”, “AM’le gelen dev genç kitle” gibi başlıkların düğmesini en baştan kapatmış.

Albümün ismine meze olan Tranquility Base, 1969’da Neil Armstrong ve Buzz Aldrin’in Apollo 11’le aya iniş gerçekleştirdiği noktaya verilen isim. Turner, bu ismi benimsemiş ve ayda son derece egzotik, sinematik bir otel ve kumarhane kurmaya karar vermiş. Hatta o kadar kendini kaptırmış ki, albümün kapağındaki maketi de kendisi tasarlamış ve bu uğurda günlerini harcamış.

Otele misafir olanlar lobide piyanosunun başına geçen Alex Turner ve arkadaşlarını dinlemeye davetli, kumarhanede ise Arctic Monkeys’in zarı kaç attığını görebilirsiniz.

Evvela albümün ilham kaynakları neler? 505 numaralı odadan ayda kurulan Art Deco tarzındaki bu otel ve kumarhaneye nasıl geldik?

Alex Turner’ın caz müzisyeni olan saksafoncu ve piyanist babasını ayrı bir köşeye koyabiliriz. Babasının evde piyano başına geçtiği günlerin anıları, Alex Turner’ın zihnine Inception yöntemiyle ekilmiş meğer.

60’lar Fransız sineması, Melville ve Fassbinder filmleri, François De Roubaix imzalı film müzikleri, bilim kurgu hikayeleri…

Hepsi “Brick by Brick” bir araya gelip beş yıldızlı TBH+C’yi oluşturuyor. Alex Turner’ın evindeki stüdyoda Tascam 388’le tek başına kaydettiği şarkılar, Fransa’daki La Frette stüdyosunda diğer grup üyeleri, Klaxons üyesi/günümüzün Shock Machine’i James Righton, Alex Turner’ın The Last Shadow Puppets’tan sahne arkadaşları olan Zach Dawes, Loren Humphrey ve Tyler Parkford’ın yanı sıra Tame Impala basçısı Cam Avery’nin de katkılarıyla son haline geliyor.

Niye böyle milli takım aday kadrosu gibi her şey?

Amaç şuymuş, Alex Turner’dan dinleyin: “Dion – Born to Be With You ve The Beach Boys – Pet Sounds albümlerinin kayıtlarında olduğu gibi bir odaya olabildiğince insan yığıp anın keyfini kolektif bir şekilde çıkarmak, keyfini çıkarırken de üretkenliği cebimize koymak istedik.”

Ancak durum biraz salçalı. Çoğu şarkıda değişik bir enstrüman dağılımı var. Gökgürültüsü ataklarına alışık olduğumuz davulcu Matt Helders, synthesizer çalıyor. Karizmatik basör Nick O’Malley ise bazen elektro gitarı ele geçiriyor. Alex Turner’ı davul, bas, diğer her şeyi tek başına çalarken dinliyoruz.

Wurlitzer’lar, Harpsichord’lar, pedal steel’ler, farfisa’lar havada uçuşuyor. Bugüne kadar hiçbir Arctic Monkeys albümünde duymadığımız enstrümanların analog sevişmesinden ortaya çıkan ürün, Alex Turner’ın üçüncü doktorasını tamamlamış usta işi şarkı sözleriyle buluşuyor.

E sonuçta bir Arctic Monkeys albümünü Alex Turner’ın şarkı sözlerini hesaba katmadan sindirmenin anlamı ve imkanı yok değil mi?

Alex Turner’ın kafiye algısı almış başını gitmiş. Martini -evet, içki olan- Polis Departmanı, piç kurusu latinler, teknolojinin yükselişi, katil pembe flamingolar, uçan ayakkabılar, canavar kamyonlar, altın rengi daracık don giyen dünya liderleri derken otelin lobisinde çalan grubun modern dünya eleştirisine tanıklık ediyoruz. Hem de albümün ismini ve bu isme bağlı konsepti tamamlarcasına olabildiğine sinematik bir şekilde.

6 dakikalık açılış şarkısı yazacak kadar gözü dönmüş Alex Turner, Star Treatment’ta şan şöhretten yıldığını 70’lerde kıblesini şaşırmış bir rockstar’ın ağzından anlatırken geçmişteki hayallerinden de söz ediyor. “Ulan ben sadece The Strokes’ta çalacaktım, bakın bana ne yaptınız?” derken artık bambaşka dertlerinin verdiği doygunlukla piyano başına geçen bir Alex Turner’la aşık atıyoruz.

07023c26eda03e824d58a1c0d60531ee

Turner’ın “Caz, lounge ve soul. Ama en derinlerinde hala rock’n’roll” şeklinde tanımladığı ikinci şarkı One Point Perspective’in ilham kaynağı ise Alex Turner’ın babasının piyano başında geçirdiği zamanlar. Albüm boyunca figüranmış gibi görünen, ancak tamamlayıcı göreviyle En İyi Yardım Oyuncu Oscar’ına aday olan gitarların arka plandaki hareketlerine dikkat.

Distopik bir geleceğe bilet kesilen American Sports, albümün başkenti olan aydaki otelin hayali misafirlerinin alışkanlıklarını, günümüz insanının teknolojik takıntılarıyla baş göz ediyor.

Albümün iyi bir müzik ses sistemi veya kulaklıkla doruğa çıkan Alex Turner ve James Ford imzalı prodüksiyonunun esas oğlanlarından biri bas sound’u. Bas sound’unu oluştururken ise yememişler içmemişler, Serge Gainsbourg albümü Histoire de Melody Nelson’un Jean-Claude Desmarty elinden çıkma bas tonlarını evlat edinmişler.

Geldik albümle aynı isimli şarkıya. Alex Turner, bu şarkıyı ortaya çıkarırken kafayı Alain Delon’un cool’lukta Drive’daki Ryan Gosling’i donunda salladığı Jean-Pierre Melville başyapıtı Le Samouraï’yla bozmuş. Filmin François De Roubaix imzalı tema müziğinde kullanılan arpeji takıntı haline getirmesinin sonucunda, otelin resepsiyonunda çalışan Mark’ın bizi yönlendirdiği, falsetto’lardan falsetto beğenen Alex Turner’ın ayın yan memesininden bahsettiği albümün en keskin şarkılarından biri ortaya çıkmış.

Pet Sounds’a güncelleme getiren Golden Trunks’ın ardından ise AM dönemi Arctic Monkeys’ini anımsatan tek şarkı olan Four Out of Five devreye giriyor. Young Americans dönemi David Bowie külliyatının bir parçasıymışçasına yükselen, şarkı inşaası kusursuza yakın ilerleyen Four Out of Five, hem TBH+C’nin aydaki lokasyonunu açık ediyor hem de Alex Turner’ın “hayranların beklentileri ve üzerinde oluşturduğu baskıyı” bünyesinden dışarı atmasını sağlıyor.

Böyle bir dönemde albümden evvel single yayınlamamak dev bir cesaret ve özgüven ister. Bu kararın arkasında ise grubun albümü bir bütün olarak görmesi ve dinleyicilerin de bu şekilde görmelerini istemeleri yatıyor. Öte yandan, albümde müstakbel single adayı Four Out of Five haricinde “single” tanımına uyacak tek bir şarkı yok. 180 derece değişim bir yana, albüm gerçekten de zor bir dinleme deneyimi vadediyor.

Kafasında eski Arctic Monkeys’e dair beklenti besleyenler, beklentilerini evde bırakıp albüme uzunca bir süre konsantre olmalılar. Klasik nakarat formülleri yok, katman katman üst üste geçmiş Phil Spector’ın meşhur “Wall of Sound” tekniğine kucak açmış bütünler var.

Bir kez daha The Beach Boys – Pet Sounds sularında yüzdüğümüz The World’s First Ever Monster Truck Front Flip, verilerimizin internet üzerinden ceplendiği bu döneme cuk oturacak türden şarkı sözlerine sahip.

Günümüz dünyası hakkında yorum yapabilmek adına otel merkezli hayali bir dünya konumlandırma fikri, Alex Turner’a vahiyle mi indi?

Hayır. Rainer Werner Fassbinder filmografisinin arka planda kalan başyapıtlarından, Matrix’e hayli ilham verdiği kabak gibi açık olan World on a Wire’ı izler izlemez, Alex Turner’ın kafasında şimşekler çakıyor ve TBH+C’nin temasının temelleri atılıyor. Science Fiction da bu fikrin temel taşlarından. Synthesizer’ların arka plandaki detaylandırılma şekli gerçekten de hayranlık uyandırıcı.

TLSP başlayıp George Harrison’ın The Beatles’ın olgunluk dönemi gitarlarını ödünç alan She Looks Like Fun’ın ardından ise albümün gizli başyapıtı sizleri bekliyor.

“Dr. Dre ve cazı aynı cümle içinde kullanmak bugüne kısmetmiş” dedirten Batphone, albümün çizdiği gelecek portresi ve tematik teknoloji güzellemesinin doruk noktası. Vokal performansında “God mode” açan piyanosu başındaki Alex Turner, Dr. Dre şarkısından fırlamış synthesizer dokunuşları ve Matt Helders’ın nabza göre şerbet enfes davullarıyla resmen aşk yaşıyor.

Matt Helders gibi Energizer tavşanı kıvamında bir davulcu nasıl bu kadar ehlileşebilir? Helders şöyle diyor: “Bu albümle iyi bir davulcu olmanın şarkılara en iyi şekilde hizmet olduğunu öğrendim.”

Matt Helders, albüm boyunca tam olarak bunu yapıyor.

Selpak sponsorluğundaki şarkı sözleriyle, Alex Turner’ın sosyal medya “duvar”ını geçmişiyle yüzleşmek için kullandığı kapanış şarkısı The Ultracheese ise bu albümde bir nevi David Bowie – Ziggy Stardust’ın kapanışını yapan Rock’N’Roll Suicide’ın üstlendiği görevi üstleniyor. Hem de Que Será, Será aromasıyla…

Bu kadar zor, bu kadar sindirmesi güç ve yüksek konsantre gerektiren bir 180 derece değişim albümünden geriye ne kaldı?

Stadyum ayaklandıran şarkılarla ilişiğini kesmiş, zamanın modasına uyan şarkılar yerine zamansız olmayı tercih etmiş şarkılar sizleri bekliyor. Ancak yapmanız gereken en önemli şey, bu değişimin ne kadar gerekli olduğunun farkına varmak. Çünkü bu değişim, tıpkı albümdeki zamansız ancak bir o kadar da formül dışı şarkılar gibi zamansız bir grubu da beraberinde getiriyor.

Belki de Alex Turner’ın solo albümü olmalıydı TBH+C. Ancak diğer grup üyelerinin de bu kadar köklü bir değişimin parçası olmaları iki ihtimali beraberinde getiriyor. Ya Alex Turner’la aynı sayfadalar ya da Alex Turner bu grubun John Lennon+Paul McCartney’si.

Açıkçası buradan itibaren neler olabilir tahmin etmek güç. Arctic Monkeys’in bundan 50 yıl sonra bile dinlenebilecek başyapıt albümler kuşağının belki de ilk gerçek temsilcisiyleyiz. Belki de grubun dağılmadan önce kaydettiği son albümü dinliyoruz.

Kesin olan bir şey var ki, o da TBH+C’nin grubun sert hayranları ve AM dönemiyle trene atlayan genç hayranları arasında büyük bir karmaşaya sebep olacağı…

Şimdi buyrun dinleyin.