KAPANIŞIYLA BEŞİKTEN GOL ATTIRAN FİLM MÜZİKLERİ

KAPANIŞIYLA BEŞİKTEN GOL ATTIRAN FİLM MÜZİKLERİ


Filmi Sondan Başa Doğru İzleme İsteği Uyandiran Şarkilar Sarmiş Dört Bir Yanimi


Konserlerde son şarkı çok önemlidir. “Bis” diye tabir etmekten büyük bir haz duymadığımız olayın ardından sanatçı, son ve belki de en yürek yakan şarkısını icra ederek, konserin torunlara anlatılası bir kıvamda bitmesine ön ayak olabilir. Son akbil de çok önemlidir. Sabahları işe yetişmeye çalıştığınız bir İstanbul masalında, akbilinizde kalan son geçiş hakkı size ananızın babanızın yapmayacağı türden bir iyilik yapabilir. Lakin konumuz bu değil, kim dağıttı lan konuyu?

 

“Hayatım film gibi” deriz ya hani; hah işte o laf büyük yalandır. Sana / size öyle geliyordur büyük ihtimalle. Olsa olsa sıkıcı bir yeni dalga Fransız akımı filmi olur sizin hayatınızdan. “24 Hour Party People dediler, Dolls çıktı” durumu da olabilir; tam emin değiliz. Yalnız şuna eminiz ki, iyi bir şarkıyla bağlanan bir filmin sonu, 11 ayın sultanı gibidir; hatta ve hatta adamın dibidir, kareköküdür. Böyle filmler görürseniz, onlara karışık kasetler yapın; küçük sürprizler hazırlayarak kalplerine giden yolu yarılayın. Ya da bizim yaptığımız gibi listesini yapın. Azıcık yol, yordam öğrenin lan.

 

GOOD WILL HUNTING (ELLIOTT SMITH – MISS MISERY)

 

 

İtici Robin Williams’la kötü saç kesimli Matt Damon’un başrollerini oynadığı film, hayatı Jennifer Lopez’den önce (JLö) ve Jeniffer Lopez’den sonra olarak ikiye ayrılması gereken Ben Affleck’in senaryosuyla 2000 eksi 2 yılında dünyaya gelmişti hatırlarsanız. Gerçi bize ne; gidin IMDB’den de bakın diyebilirdik ama demiyoruz. Niye? Çünkü size seviyoruz (ama az). Guş Van Şant’ın yönettiği Altın Portakal ödüllü bu filmde geçimini hademelikle sağlayan Kenan Efendi'nin (AKA Jason Bourne) aslında bir abaküs ustası, hesap makinasında leblebi yazabilecek kadar deha biri olmasının ışığında geçen olaylar işlenmişti. Lakin filmin en mühim noktalarından biri, işin musiki kısmında rahmetli “naif şarkıcılar derneği” başkanı Elliot Smith’in yer almasıydı. Smith, Miss Misery şarkısıyla 90+3’de attığı uzatma dakikası golüyle filmin canına can katmayı başardı.

 

REAL GENIUS (TEARS FOR FEARS – EVERYONE WANTS TO RULE THE WORLD)

 

 

Çocuklar Duymasın’daki Havuç’la beraber pis yaşlananlar listesinin zirvesini zorlayan Val Kilmer’ın oynadığı 1985 yapımı gençlik filmi, belki de o zamanki John Hughes hegamonyası yüzünden hak ettiği değeri bulamayan bir yapım. Gayet ortalama üstü olan bu film, 80’ler ruhunu dayalı döşeli, mobilyalı ev kıvamında bünyesinde barındırmayı başarmıştı. Dönemin new wave, synth pop eserleriyle dolu soundtrack’inin bu durumdaki payı ise büyüktü. Patlamış mısır dekorlu kapanış sahnesinde başlayan Everybody Wants To Rule The World, hem kült bir sahneye, hem de patlamış mısırı Alaska Frigo’ya tercih etmemize ön ayak oldu.

 

LOST IN TRANSLATION (JESUS & THE MARY CHAIN – JUST LIKE HONEY)

 

 

Google Translate’le birlikte hayatımızı güzelleştiren çeviri araçlarından biri olmayı başaran Lost In Translation, bütün hipsterların manevi babası ve de onursal başkanı olan Bill Murray ile bal dudaklı Scarlett Johansson’un, Tokyo’nun başkenti Japonya’da yaşadığı tertemiz aşkı anlatıyordu. Soundtrack’iyle de göz kamaştıran bu güzelim Yeşilçam filmi, Jesus & The Mary Chain – Just Like Honey içeren sonuyla “bal gibi” bir üst level’a çıkmayı başarmıştı. Hazır elimize fırsat geçmişken, Scarlett gibi kızın değerini bilmeyen sünepe Giovanni Ribisi’ye buradan bir kez daha “gerizekalı sevgilim” demek istiyoruz.

 

THE GRADUATE (SIMON & GARFUNKEL – THE SOUND OF SILENCE)

 

 

Mrs. Robinson karakteri sayesinde “ana gibi yar olmaz” tezini çürüten Mike Nichols filmi, Dustin Hoffman’ın Papillon’la devam edip, Rain Man’le dört işlem uzmanı olduğu yolculuğunun en mühim duraklarından biri. Tarık Akan ve Gülşen Bubikoğlu’nun oynadığı Mahçup Delikanlı ile sinemamıza da adapte edilen The Graduate, belediye otobüsünün arka koltuğunda oturan Elaine ve Ben’in “kimsede fazla akbil kalmamış, şimdi ne bok yiyecez?” bakışları arasında devreye giren Sound Of Silence ile zihinlerde yer eden bir kapanışa sahip. Bu arada o dönemki Katherine Ross için yatı – katı satarız.

 

BREAKFAST CLUB (SIMPLE MINDS – DON'T YOU(FORGET ABOUT ME) )

 

 

Dersini günü gününe çalışmayıp, veli toplantısını ailelerine haber vermeyen bir grup gencin etüt macerası, John Hughes eli değdiğinde çok özel bir filme dönüşebiliyor. Filmin sonunda, çapulcu serseri Bender okulun halı sahasında yürürken volümü iki tık artan Simple Minds şarkısı ile “John Hughes demek, iyi soundtrack demek” tezi bir kez daha kanıtlanmış oluyor.

 

LIFE AQUATIC WITH STEVE ZISSOU (DAVID BOWIE – QUEEN BITCH)

 

 

CNBC – E ile birlikte sarı altyazı edebiyatının öncülerinden biri olan Wes Anderson’un, Kaptan Cousteau konseptli filmi, dört tarafı denizlerle çevrili yapısı ve o biçim oyuncu kadrosu ile gülerken düşündürmeyi başarmıştı. Zissou’nun kırmızı beresi sebebiyle Hande Yener’den Sana Kırmızı Çok Yakışıyor girse daha vurucu olabilecek final sahnesi ise Bowie’nin Queen Bitch’i ile yine de gönüllerde yer etmeyi başarıyor.

 

TRAINSPOTTING (UNDERWORLD – BORN SLIPPY)

 

 

Irvine Welsh’in yazıp, Danny Boyle’un yönettiği uhulu, balili film akıllara hemen Kandemir Konduk’un yazdığı, Filiz Kaynak’ın yönettiği Mahallenin Muhtarları’nı getirmiyor tabi ki; iyiki de getirmiyor. Bu arada sizin tabinizi tabinizi de yeriz; aklınızda bulunsun.

 

Tuvalet sahnesiyle hijyenin önemini bir kez daha hatırlatan, alaturka tuvalete aspirin düşürdüğümüzde hemen akıllara gelen Trainspotting, Born Slippy ile birleşen Ewan McGregor manifestosu ile tokat gibi bir sona sahip. Yalansa yalan deyin.

 

FERRIS BUELLER'S DAY OFF (YELLO – OH YEAH)

 

 

John Hughes’un lise dönemiyle ne alıp veremediği var bilemiyoruz ama filmlerindeki karakterlerin toplam devamsızlık sayısı ile orta çaplı bir ilköğretim okulunun bütün öğrencileri, devamsızlıktan sınıf tekrarı yapabilir. Lakin “Ferrari’sini siken bilge” olarak dilimize kazandırdığımız filmin çeşitli yerlerinde karşımıza çıkan Oh Yeah’nin, filmin sonunda yaptığı bisle tekrar karşımıza çıkmasında bir sakınca görmüyoruz.

 

FIGHT CLUB (PIXIES – WHERE IS MY MIND)

 

 

“Iyy çok klişe” diyenler, siktir dedikleri yerde mum diktirsin bir zahmet. Hobileri arasında kendi kendini dövmek olan, geçimini arap sabunu satarak sağlayan Tyler Durden’ı salarız üstünüze. Where Is My Mind’la birlikte patlayan bombaların eşliğinde vurucu sonun tarihini yazan Fight Club, Mustafa Sandal’dan Bombacı ile bitecek değildi ya.

 

GOODFELLAS (SID VICIOUS – MY WAY)

 

 

Scorsese filmi Goodfellas, İtalya milli takımı aday kadrosu gibi oyuncu kadrosuyla gözleri kamaştırmıştı. Bunda filmin çıkış tarihi olan 1990 yılında Dünya Kupası’nın İtalya’da oynanmış olmasının payı var mı acaba diye düşünmeden edemiyor insan. Efendi kişiliğiyle günümüzde insanlara örnek teşkil etmeye devam eden Sid Vicious’un My Way’i sayesinde filmin sonu, Eski Dostlar şarkısı kullanılmış olsa, daha iyi olamazdı dedirtiyor.