KAZIK YEMEDEN İSTANBUL’A ALIŞMA TÜYOLARI

KAZIK YEMEDEN İSTANBUL’A ALIŞMA TÜYOLARI


Ah İstanbul, İstanbul olalı...


Yedi Tepeli İstanbul…

Topraklarına sahip olmak uğruna göz kırpmadan binlerce insanın canına mal olan kanlı savaşlara sebep olacak kadar kıymetli, özenle seçilen kelimelerin inci dizer gibi biraraya getirilerek yazıldığı bir şiir kadar naif, bir kere ayak basanın, boğazın havasını içine çekenin bir daha unutamayacağı kadar eşsiz, birbirinden farklı düşünce, inanç ve eğilime sahip 17 milyon insanın yani neredeyse Türkiye’nin 3’te 1’inin yaşadığı, Bizans mimarisi ile Laz mimarisinin bir acayip karışımına gebe kalmış, bir tarafı tarih diğer tarafı çimento kokan şehir, İstanbul…

Öyle bir kargaşa, öyle bir dengesizlik, öyle bir süprizler bütünüdür ki bu şehir, Roma mimarisinin muhteşem örnekleriyle dolu bir sokaktan geçtikten sonra sağa döndüğünüzde saç baş yoldurtan bir müteahhitlik örneği ile karşılaşıp, çarpık kentleşmenin ne demek olduğu hakkında doktora sahibi olabiliyorsunuz. Veya milyar dolarlık yalıların önünden geçtikten 5 dakika sonra, kendinizi 10 kişilik ailelerin oturduğu tek odalı evlerle dolu bir semtin ortasında bulup Christopher Nolan’a “Yeni Senaryo Fikri ACİL” başlıklı bir mail yazarken bulabiliyorsunuz.

İlk karşılaştığınız an sizi düşünmeden etkileyen fakat vapurda martılara simit atarken fotoğrafını çektiğiniz manzaraya hiç benzemeyen o acı tablolara gün geçtikçe alışıyor, tarifsiz bir meraka kapılıp kendinizi bu şehrin bitmek bilmeyen sokaklarına kaptırıyor ve dahası İstanbul’dan bir bir tokat yedikçe, şaşırdığınız ve gözünüze batan her şeye alışmaya, İstanbul’u olduğu gibi kabul etmeye başlıyorsunuz.

Peki bu kadar farklı insanın yaşadığı bu denli kaotik bir şehirde, biz bile henüz alışamamış, hala hayretlerimize tersten binip yolumuza devam ediyorken, İstanbullu olmayanlar ne yapmalı? Nasıl travmasız şehirlerine dönmeli?

Taksici abiler, abilerimiz. Bırakın yabancı olmayı, İstanbul dışından geldiğini bile farketmeye görsünler, hiç acımadan 15 lira tutacak yolu “işin raconu” diyerek 40 liraya itelerler. Hele ki söz konusu turist olunca, geneline petrol kralı muamelesi yaparak soğan söğüş yapmak en doğal hakları gibi davranabiliyorlar. “Çalıyor ama yapıyor da yani, şimdi hakkını yemeyelim” mantığından türeyen alt metinlerle, resmen dolandırıcılığa taksicilik örtüsü örterek dürüst olanları da arada yedirmişiz ki yazıklar ola bize… Yani hepimize değil elbet, çoğumuza. En kestirme yoldan yapılması gereken her zaman gideceğiniz yeri binmeden onaylatmak ve taksimetreyi açık tutturmak. 50 lira verip “Abi bu 5 lira ama” sahtekarlığına yakalanmak da istemiyorsanız Sultanahmet’ten uzak durun.

En ama en kaotik ortamlardan bir tanesi. Örneğin normalde 20 lira ise lafı 80 liradan açmaları içten bile değildir. Yarım yamalak İngilizce ve Arapçaları ile Türkçe ikna edemezse yabancı dilleri deneyip, alttan girip üstten çıkarak 50’ye kapamaya çalışırlar, genelde de başarılı olurlar. Vaatleri arasında kocaman bir tekne olurken bir de bakarsınız bottan bozma 15 kişilik bir deniz motoru… Hayırlı olsun, siz iyisi mi önden bir araştırma yapın. En kötü Adalar’a gidin, yol zaten 1.5 saat, o sırada göreceğiniz denizi görmüş olursunuz.

Canım İstanbul’un en meşhur dolandırıcıları listesinin ilk üç sırasında kesinlikle emlakçılar da olmalıdır. Kendisinin olmayan bir şeyi, başkasına vermek için hem kendisinin olmayan şeyi sattığı insandan, hem de satacağı insandan para alan insana nasıl güven olur? Evin fiyatı 2000 TL diyelim. Malum gencimiz, yabancı bir şehirden mi gelmiş? Evin fiyatı aniden 1000€ oluverir. Nasılsa ona koymaz çünkü piyasayı bilmiyordur. Bu ufak çakallık durumu, oda kiralayan girişimci gençlerimiz için de geçerli tabii. 2000 Liralık evin bir odasını verdiği öğrencilerden 1000 lira almak yerine düz hesap diyerek minimum 500€ istemek ev sahibi olmanın şanındandır.

Şunu belirtmeliyim ki barlardan kasıt, Nevizade, Kadıköy, Cihangir, Nişantaşı, Beşiktaş veya Bebek barları değil. Buralar zaten Yeni Türkiye değil Bembeyaz Türkiye… İstanbul Üniversitesi’ne gelen bir öğrencinin okula yakın diye Aksaray’da ev ya da oda tutma gafletine düşerek, bir akşam 2 bira içmek içmek için gittiği civardaki en yakın barlardan bahsediyorum. İki sene önce 4 bira, patates kızartması ve çereze 150 lira ödemişliğim var. Only in Aksaray.

E diğer maddeler hırsızlık değil miydi? Onlar da hırsızlık tabii ama adı hırsızlık değilmiş gibi yapılan hırsızlık. Sonuçta bu ülkede hırsıza hırsız da denemiyor. Bu ise, kabul edildiği gibi göz göre göre çalmak kaydıyla yapılan cinsten.

Malum, insanlar zeki yaratıklar. Bu kadar kalabalık bir şehirde de herkesin plazalarda 09 /18 saatleri arası çalıştığı düzenli bir işi yok. Ekonominin bu kadar karışık ve dengesiz olduğu her şehirde olacağı üzere İstanbul’da da binlerce hırsızlık olayı yaşanıyor, yaşanacak.

Bu maddede Bembeyaz Türkiye, Yeni Türkiye, Osmanlı fark etmiyor, her semtte hayvan gibi hırsızlık var. Hemen alarm taktırın, hemen demir kapı, hatta üstüne demir bir parmaklık da taktırın, kafanız rahat etsin.

İstanbul’un ihtişamı karşısında perde inen gözleriniz yine bu şehrin büyüsüne kapılıp gözleri dönen insanlarla dolu. Herkes çakallık peşinde olmasa bile, herkes kendince en masum olduğuna inandığı şekilde kendi yolunu bulma derdinde. Kimileri mesleğini, kimileri zekasını, kimileri ise vücudunu kullanarak şehrin karmaşası ve hiç durmaksızın süren yoğunluğuna bağlı olarak oluşan kaos ortamında, başkalarından faydalanmanın binbir türlü yolunu bulmuş durumda.

Olayların hepsi bire bir benim tanık olduğum ya da kah üzüntüyle kah komiklik ve şakalarla birinci ağızlardan dinleyerek edindiğim tecrübelere dayanıyor ki benim yaşım başım daha alıp gitmemiş, neler neler dönüyordur. Keza şu yazıya başlamamla bitirmem arasında bile İstanbul kaç kişiyi dolandırmıştır. Yazıda bahsi geçen meslek gruplarına mensup kimseyi zan altında bırakmak gibi bir amaç güdülmediğinin altını kırmızı kalemle çiziyor ve Hangover 2’deki “Now Bangkok has him” gibi bir “İstanbul onu yendi” gibi bir sona imza atmamanız için gözünüzü dört açmanızı tavsiye ediyorum.

Görseller: Samet Çiçek