ÜLKEMİZ MÜZİK PİYASASININ SAKLI HAZİNESİ: THE CLIMB

ÜLKEMİZ MÜZİK PİYASASININ SAKLI HAZİNESİ: THE CLIMB


Yıl: 1998


Şöyle 17 yıllık bir geri vites yapıyoruz. Bu 17 yıllık geri vitesin sonucunda, nu-metal’in zirvesine ulaştığı dönemlere demir atıyoruz.

– Fred Durst’ün NY şapkası

– Wes Borland’ın çoğacayip maskeleri ve CV’sinde oto teybi hırsızlığı bulundurması

– Jonathan Davis ve türevi, “Baba meseleleri” olan sorunlu frontman’ler

– Bol ötesi pantolonlar

– Kaş, kulak, dil ve bilimum vücut bölgesindeki piercing’lerde yaşanan patlama

– Renkli saçlı kızlar, erkekler

Yukarıda saydığımız maddelerde yaşanan damping, bizleri ister istemez nu-metal’e yaklaştırıyor. Family Values’ları hatmediyoruz. Korn, Deftones, Incubus ve Limp Bizkit’in şarkılarını ergenlik bunalımlarımızın pansumanı haline getiriyoruz. Ülkemiz alternatif müzik piyasası ise, barda Korn – Blind ve bilimum RATM cover’layan gruplarla akımı yakalıyor.

Tam da o dönemlerde müzik markete adım atıyoruz ve yerli albümler bölümünde alışık olmadığımız bir görüntüye rastlıyoruz. Genellikle grup veya sanatçının “Beni tek çek” muadilindeki fotoğraflarının süslediği yerli albüm kapakları arasında yabancı bir cisim var. Kapağı ve kartoneti 0.5 uç ve ketçapla şekillenen The Climb’ın aynı isimli ilk albümü, bizlere bakıyor. Biz de ona bakıyoruz; hem de boş boş…

İlk başta albümün yabancı bir sanatçıya ait olabileceğini düşünüyoruz. Muhtemelen işgüzar bir müşteri albümü inceledikten sonra yerli müzik bölümüne bırakmıştır diye tahmin ediyoruz.

Derken şeytan dürtüyor ve albümü satın alıyoruz. 10 saniye ESP’li Discman’imize koyduğumuz The Climb CD’si, bizlere bugüne kadar duymadığımız bir yerli grup sound’u sunuyor. Vokaller, enstrümanlar, şarkı sözleri, prodüksiyon ve mastering gibi detayları görünce grubun yerli olduğuna inanasımız gelmiyor. Deftones’un yerine reçetelere yazılabilecek bir sound ve o dönemki yabancı alternatif rock/metal gruplarına kafa tutabilecek şarkılarla kendimizden geçiyoruz.

Ah canım Perfectly Nothing…

Albümü 8.2 şiddetinde açan ve ilk kez dinleyenlere “Nasıl yani?” dedirten Perfectly Nothing…

Bir bakıyoruz kimin nesidir bunlar? Bugünlerde Pentagram’ın vokalistliğini üstlenen Gökalp Ergen, ülkemizin yetiştirdiği en komple müzisyenlerden biri. Bizlere 1998 yılında, “Yanlış ülke, yanlış zaman” motto’suyla harika bir albümün armağan edilmesinde başrollerden birini üstleniyor. Raks Marşandiz Stüdyosu’nda kaydedilen, mastering’i ise yurt dışında yapılan The Climb, Gökalp Ergen’in şairane şarkı sözleriyle daha fazla anlam kazanıyor. Albümün ülkemizde hak ettiği değeri bulamamasının ana sebeplerinden biri de tamamen İngilize şarkılardan oluşması…

Ah güzelim Lacuna…

Uğruna dağları deldiğimiz aşkımıza dinlettiğimiz Lacuna…

Ülkemiz müzik piyasasının tarihi boyunca gördüğü en kaliteli davul partisyonlarından bazıları akın akın geliyor. Alen Konakoğlu’nun küçük mucizeleri The Climb sound’unu tamamlıyor.

Ah değerlim Spineless…

“Kapanış şarkısı nedir?” sorusunun 1998 yılındaki muadili Spineless…

The Climb’ı her enstrümanın eşit şekilde değer kazandığı, hiçbir ögenin ön plana çıkmadığı, takım oyununa inanan bir albüm olarak tanımlayabiliriz. Kağan Batır’ın yeri geldiğinde kemik kıran, yeri geldiğinde ise su gibi akan zekice yazılmış bas yürüyüşlerini de gönül rahatlığıyla alkışlayabiliriz.

Ah bir tanem Clayboy…

Adrenalini tam 12’den basarak, Discman’inde The Climb dinleyen insanı saatte 100 km hıza ulaştıran Clayboy…

Merhaba Melih Balta! The Climb’ın tadına asla doyulmayacak gitar riff’lerini esnafın duvara para astığı gibi baş köşeye astırma isteği uyandıran Melih Balta, henüz Y2K’den bile haberimiz yokken, 1998 yılında ülkemizin müzik adına en büyük kazanımlarından birinde başrolü kapıyor.

Evet… Türkiye’de böyle bir albüm piyasaya çıktı ve aradan 17 yıl geçmiş olmasına rağmen benzer kalitede yerli bir ürün bulabilmek çok zor. Hatta grubun doğru düzgün bir fotoğrafını bulabilmek bile çok zor. Underrated tanımının karşılığını vermek istersek, pekala The Climb’ın çıkış albümünü örnekleyebiliriz.

Principia ile yıllar sonra devam eden The Climb serüveni, maalesef ki sonlanmış durumda. Doğru ülkede, doğru pazarlamayla bambaşka yerlerde olabilecek The Climb’a geç de olsa hak ettiği değeri vermeye başlamak için güzel bir gün… Eğer bu tanımsız güzellikteki albümden hala haberi olmayanlar varsa, Play Tuşu’na acilen basmalarını öneririz.

Albümü Spotify’dan dinlemek mümkün.

iTunes’tan da satın alabilirsiniz.

Orijinal CD’sini bulmak ise neredeyse imkansız gibi bir şey.