ERKEK ERKEĞE İZLENECEK FİLMLER

ERKEK ERKEĞE İZLENECEK FİLMLER


Nicolas Cage Edition


Bu aralar çok güzel filmleri festivaller, sinema salonları ve biz yapmıyoruz ama yapanlar varmış; torrent sitelerinden bulabilmek mümkün. Popcorn Time’ın kapatılmasıyla keyfimiz kaçsa da, ödül sezonu yaklaştıkça sinema adına yılın en heyecan verici günlerini yaşamaya devam ediyoruz. Paolo Sorrentino’nun Youth’u, Hsiao-Hsien Hou’nun The Assassin’i, Jacques Audiard’nın Dheepan’ı, Justin Kurzel’in Macbeth’i, Denis Villeneuve’ün Sicario’su, Rick Famuyiwa’nın Dope’u, Yorgos Lanthimos’un The Lobster’ı, Alfonso Gomez-Rejon’un Me and Earl and the Dying Girl’ü ve daha birçok havalı seçenek arasından seçin seçebildiğinizi…

Ama bir de her daim varlıkta/yoklukta peynir ekmek gibi giden filmler var. Kaç kere izlerseniz izleyin sıkılmadığınız, her izleyişinizde farklı bir replik veya detayını dilinizden düşürmediğiniz bu filmler, kimi zaman en ala guilty pleasure’ınız, kimi zaman ise başucu filminiz olarak etiketleniyor. Bu bakış açısını alıp testosteronu maksimum şekilde salgıladığınızda, karşınıza çıkan filmlerin önemli bir kısmında Nicolas Cage’in yer aldığını fark ediyorsunuz.

Kariyerinin en başının başına gittiğimizde aileden şanslılar sınıfına dahil olduğunu görebileceğiniz Cage, Francis Ford Coppola’nın yeğeni olarak hayata kimilerine göre 3-0 önde, kimilerine göre ise 3-0 geride başlıyor. Amcanızın böyle kodaman bir isim olması, açılmayacak kapıları ardına kadar açabileceği gibi haddinden fazla dezavantajı da beraberinde getirebilir. Her yaptığınız işin ardından ne kadar başarılı/başarısız olsanız da kodaman akrabanın gölgesinde konumlandırılma ihtimali hayli yüksek…

Nicolas Cage, bu ihtimali mümkün olduğunca sıfırlamak için gerekeni yapıyor ve ismini değiştiriyor. Nicolas Kim Coppola ismiyle 7 Ocak 1964’te dünyaya gelmesini göz ardı eden aktör, ismini Nicolas Cage’e çevirerek “Francis Ford Coppola’nın yeğeni” başlığıyla anılma durumunu minimuma indirgemeye çalışıyor. Hoş, ilk önemli çıkışını amcasının 1983 tarihli Rumble Fish’indeki Smokey karakteriyle yapmış olması, bu çabasını karşılıksız çek durumuna düşürmüyor da değil… İlk sinema deneyimini ise 1982 çıkışlı, kafası mega iyi bir Sean Penn barındıran kült 80’ler gençlik/komedi filmi Fast Times at Ridgemont High’la yaşayan oyuncu, Valley Girl’le iyiden iyiye göz önüne gelmeye başlıyor.

80’ler hikayesine ara verme zamanı geldi. Çünkü yazımıza ilham kaynağı olan mevzunun çıkış noktası 90’lara dayanıyor. Hem de ne dayanıyor…

90’lar ortasında doğmuş, bir süredir “cool” olarak etiketlenen 90’ların etinden sütünden faydalanan jenerasyonu köşeye sıkıştırıp soruyoruz; Nicolas Cage’i nasıl bilirsiniz? Bu soruya gelecek cevaplar, aktörün mega patates bir oyuncu olduğu kanısında yoğunlaşacaktır. Bu kanı, oyuncunun son 10 yıldaki işlerinin büyük bölümüne baktığımızda pek de haksız bir kanı sayılmaz. Yani haklısınız çocuklar… Ama değilsiniz de! Hem de okkalı bir şekilde haklı değilsiniz.

Coen Kardeşler’in 1987 tarihli Raising Arizona’sındaki başrolü ve Cher’le birlikte oynadığı Moonstruck’la 80’leri kapayan Cage, 90’lara David Lynch’le kol kola girdi. Unutulmaz Sailor Ripley karakteri, yılan derisi desenli montu ve atanamamış Elvis haliyle oyunculuk limitinin ne kadar geniş olduğunu kanıtlayan Cage, sırf bu performansıyla bile kendisine patates sıfatını uygun görenlere tatlış bir tokat atabilir. 1995 tarihli Leaving Las Vegas’taki canavar performansıyla kazandığı En İyi Erkek Oyuncu Oscar’ı ve bir dolu ödül ise kariyerinin görkemli mi görkemli zirvesi sayılabilir. Mike Figgis yönetmenliğindeki filmde canlandırdığı alkolmatik Ben Sanderson isimli karakter, bir sinema filmi karakterinden çok, her şeyiyle yüzde yüz gerçek ve doğal bir insan profili çiziyordu. Elisabeth Shue’yla olan uyumuyla daha da anlam kazanan bu performansı, 90’ların sinema adına en önemli anlarından biriydi. Ne olduysa bundan sonra oldu…

Sizler için özene bezene hazırladığımız Nicolas Cage infografiğine bakarsanız, kendinizi lise yıllarında Rehberlik hocası tarafından doğru bir şekilde yölendirilmiş azınlık gibi hissedebilirsiniz.

Infographic (1)

İlk ve tek Oscar’ının verdiği gaz, yüksek ihtimalle Nicolas Cage’i biraz yanlış yönlendirdi. Yapımcılar da onun bu yanlış yönlendirilmişliğini lehlerine çevirmeyi başardılar. Ha, çok kötü mü oldu? Bakış açınıza göre değişir. Leaving Las Vegas’ın 1 yıl sonrası, filmlerine mega boy ABD bayrağı sokmaya bayılan, büyuk bütçeli çerez filmler üretmesiyle meşhur Michael Bay’le yolu kesişti. The Rock, 90’lar aksiyon sinemasının ana yüzlerinden biri olacak Nicolas Cage’in testosteron salgılatan filmler kuşağındaki ilk adımıydı. Hürriyet VCD Kulübü’nün canı sıkıldıkça VCD’sini bedava dağıttığı, ana haber bültenlerince Hans Zimmer elinden çıkma soundtrack’i sömürülen The Rock, Nicolas Cage’i kariyerinin en ciddiye alındığı anında kıskıvrak yakaladı.

1 yıl sonrasında The Rock’ın testosteron oranını görüp arttıran Con Air vizyona girdi. Cameron Poe karakteri ve bu karakterin berbat saç modeliyle günümüzde nice meme’e can veren aktör, John Malkovich’in canlandırdığı Cyrus The Virus karakterinin başını çektiği bir avuç manyakla beraber aynı uçağı paylaştı. “Yanlış yer, yanlış zaman” tanımının en talihsiz versiyonlarından birini yaşayan Poe, Ranger eskisi olarak hepsi birbirinden acayip mahkumları alt etmeyi başardı. Başarırken de kızına ulaştırmak istediği peluş tavşanı korumasını bildi. Bonus olarak Hannibal terk Steve Buscemi ve terlikle gezen ajan rolünde John Cusack’ı sunan Con Air, elektro gitara abanılan tema müziğiyle testosteron seviyesinde dampinge gitti.

cage2

Aynı yıl içinde Hollywood’a yatay geçiş yapan John Woo’nun Face/Off’unda yer aldı. Gamzesinin lokasyonu sebebiyle göt çeneli diye tabir ettiğimiz John Travolta’yla başrolleri paylaştığı film, yüz nakli teknolojisinin aksiyonla yaşadığı çok şiddetli aşkın meyvesiydi. Castor Troy rolü, Sedat Bucak bakışları ve sünepe kardeşi derken Nicolas Cage’in erkek filmleri kuşağına yeni bir üye daha eklendi.

Bu üçlemenin ardından biraz romantizm diyerek City of Angels tecrübesi yaşadıysa da Snake Eyes ve 8mm gibi filmlerle testosterona geri döndü. Ama kıçımızdan kutsal bir üçleme uydurmamız gerekirse, The Rock, Con Air ve Face/Off’u alır, bir güzel paketleriz. Sonra da bu paketin üstüne kocaman puntoyla “DİKKAT! YÜKSEK MİKTARDA TESTOSTERON İÇERİR” yazarız.

Evde canı sıkılan bir erkeğin ya da derbi sonrası ne yapacağını bilmeyen bir erkek topluluğunun IQ’sunun nasıl kolay düşebildiğini görmeniz için size gereken tek şey, bir adet 90’lar çıkışlı Nicolas Cage aksiyon filmi…

İnfografik: Görkem Topsakal