THE FORCE AWAKENS NEDEN EN İYİ STAR WARS FİLMİ?

THE FORCE AWAKENS NEDEN EN İYİ STAR WARS FİLMİ?


Ama neden?


Büyük bir iddiada bulunuyoruz, doğrudan başlayalım. Star Wars efsanesinin geçtiğimiz yıl yayınlanan son halkası “The Force Awakens”, serinin en iyi filmi. Filme yöneltilen iki temel eleştiri üzerinden gidersek bunun nedenleri de ortaya çıkacak diye umuyoruz, bir deneyelim bakalım.

Filme yöneltilen en büyük eleştiri, orijinal serinin ilk filmi “A New Hope” ile taşıdığı benzerlik. İnanılmaz bir tespit değil bu; iki filmin aynı şablon üzerinden ilerlediği aşikar. Ancak bu gerçekten büyük bir sorun mu? “The Force Awakens”ın başka hiçbir numarası yok mu? Sadece sormuyoruz, aynı zamanda açıklamak istiyoruz.

“The Force Awakens”, Star Wars evrenini en az bizim kadar iyi bilen, bizim kadar çok seven birinin elinden çıkmış. Filmin kendisi orijinal seriye büyük bir saygı duyuyor ve anlatısının içinde de onu büyük bir efsane olarak addediyor. Önceki filmlerin hikayeleri galaksiler arası anlatılan birer masala dönüşmüş ve yeni nesil karakterlerin dillerinde. Han Solo’nun “Chewie, eve döndük!” diyerek girdiği an seyirci ne hissediyorsa, aynısını onun kim olduğunu öğrendiklerinde Rey ve Finn de hissediyor. Bunun onlarla kurduğumuz ilişkiyi ne denli kuvvetlendirdiğinden bahsetmeye gerek yok herhalde. Benzer şekilde Kylo Ren karakterinin bütün iç çatışması, Darth Vader’la olan ilişkisi üzerinden kuruluyor. Darth Vader’ın bile en sonunda iyiliği tercih ettiği bir evrende onun başladığını bitirme hırsına sahip bir karakter, haliyle karşımıza sürekli kendini sorgular halde çıkıyor.

Orijinal serinin hikayesine duyulan saygı, geçmişin kült serilerinin yeni sürümlerinin anlatılarında sıklıkla karşılaştığımız bir durum. Yine geçtiğimiz yıl vizyona giren Creed de yeni hikayesini Rocky serisine atıflarda bulunarak ilerletiyordu. Apollo Creed’in oğlu Adonis’i takip eden film, yeni serinin başlangıcını Rocky ve Apollo karakterleri ile Philadelphia şehrinin mirasını tamamıyla yansıtarak oluşturuyordu. Hatta filmde Adonis’in, Apollo’nun Rocky’yle olan dövüşündeki hareketlerini birebir taklit etmeye çalıştığı bir sahne dahi vardı. “The Force Awakens” da serinin önceki filmleriyle olan bağının fazlasıyla farkında ve bunu son derece başarıyla kullanıyor.

Filmin kendisi, “A New Hope”un ondan daha potansiyelli padawan’ı gibi ve onun öğretisinin izinden gittiğini açıkça göstermekten çekinmezken, serinin yedinci filmi olarak apayrı iki telden çalan iki üçlemenin gücüne denge getiriyor. Sanki J.J. Abrams oturmuş ve bize “Ben sizin bu filmlerde neleri sevdiğinizi, neleri sevmediğinizi çok iyi biliyorum. Bu filmde sevmediğiniz hiçbir şey yok; sevdiğiniz her şeyin daha iyi çekilmişi ve çok seveceğiniz yenilikleri var.” diyor… Özetle bir greatest hits filmiyle değil, eskiden ilham alarak geliştirilmiş yeni bir versiyonla karşı karşıyayız. Öncelikle seriye ilk defa oyunculuk gelmiş. Eski filmlerde görmediğimiz kadar iyi oyunculuklar bizi Mad Max: Fury Road’un Furiosa’sıyla birlikte feminizm okumalarında anılan Rey, stormtrooper’lık müessesesine bambaşka bir boyut katan Finn, pilotların Jon Hamm’i Poe Dameron, gücün yepyeni kullanım biçimlerini gösteren son zamanların en iyi kötüsü Kylo Ren, Domnhall Gleeson’ın içinden Adolf Hitler çıkmasına vesile olan ve yarattığı yetki çatışmasıyla Kylo Ren’in karakterini de güçlendiren General Hux, R2-D2’yu aratmayacak kadar sempatik BB-8 ve bu üçlemenin manevi açıdan Yoda’lığını üstlenen Maz Kanata gibi harika yeni karakterlerle tanıştırıyor.

Belirtilmesi gereken bir diğer unsur şu: film çok komik! Finn’in Rey, BB-8 ve Han Solo’yla kurduğu ilişkiler üzerinden düzenli olarak espriler türerken son dönem sinemasının en komik anlarından biri Poe ve Kylo Ren’in ilk karşılaştığı anda geliyor. Kendini ciddiye alınması gereken bir serinin içinde gerektiği kadar ciddiye almanın daha iyi bir örneği olamaz. Öte yandan, teknik anlamda orijinal üçlemenin ister istemez çok üzerinde olan film, bunu ikinci üçlemedeki gibi Jar Jar Binks’ten komedi devşirmeye ve midi-chlorian’lar gibi açıklamalar sunmaya çalışmadan aktarmayı başarıyor.

“A New Hope’un aynısı” eleştirisinin bir alt başlığı olarak adlandırılabilecek ve Han Solo’nun dahi dillendirdiği “Yine mi Death Star ulan?” meselesine gelecek olursak, gerçekten hiç olamayacak bir şey mi bu? Muktedirin yenilgiye doymama, aynı yapıların inşası için şansını zorlama gibi alışkanlıkları vardır, bilen bilir. Kylo Ren’in Darth Vader’a öykünmesi gibi İmparatorluğun varisi First Order da “Palpatine’i öldürdünüz, Darth Maul’u ikiye böldünüz, Snoke’u yedirmeyiz!” diyerek mirasını taşımak zorunda hissettiği ideolojinin en güçlü silahını yenilemek, hatta daha gelişmişini yapmak istemiş olabilir. Yani “A New Hope”la benzer bir şablon olduğu kesin, ancak “The Force Awakens” bu şablonun içine oturan hikayesini teknik kusursuzlukla sunarken önceki filmlerin başaramadığı pek çok şeyin üstesinden gelip yeniliklerle destekliyor.

Filmin bir diğer çok eleştiren yanı ise Rey ve Kylo Ren’in arasındaki dövüş sahnesinin tutarsızlığı. Bu eleştirinin haklı olup olmadığını incelemek için önce genel olarak “force” kavramından bahsetmek lazım. Akademisyen Bülent Somay force’un geçmişte “kudret” olarak çevrilmiş, günümüzde ise “güç” karşılığını almış olmasını, kavram için orijinal seri ile 2000’lerdeki seride sunulan iki farklı tanımın varlığı üzerinden açıklamıştı. Buna göre force’un orijinal serideki “her canlının içinden geçerek onu sarıp sarmalayan” manevi yorumu “kudret”, ikinci serideki midi-chlorian’lar üzerinden sunulan bilimsel tanımı ise “güç” olmalıydı. Karakterlerin kullandığı silahlar da sırasıyla Doğu ve Batı öğretilerinden esinlenen bu yorumları yansıtıyordu: Samuray kılıcını andıran ışın kılıcına karşılık Darth Maul’un uzun sopayı andıran iki taraflı kılıcı… “The Force Awakens”da Maz Kanata’nın force için yaptığı tanım üzerinden gidecek olursak bu seride de orijinal üçlemeyle benzer şekilde “kudret” sözcüğünü kullanmanın daha doğru olacağını görebiliriz. Kudret uyanıyor… Peki, tam olarak nasıl bir şeydir bu kudret? Gerry Canavan, Salon’da yayımlanan yazısında güzel bir tanım yapıyor: “Bence 7. bölümde kudret ‘uyanıyor’, çünkü şu an için denetim altında değil, tamamen raydan çıkmış durumda. (…) Bence kudret, tek başına bırakıldığında oldukça tehlikeli ve vahşi, tıpkı topraklanmamış bir elektrik akımı gibi… Bütün bu mesele bize Luke’un istese de istemese de Jedi Yoldaşlığı’nı yeniden kurması gerektiğini söylüyor, çünkü (…) kudretin bir bahçıvana ihtiyacı var.” Bu aslında Rey ile Kylo Ren arasındaki sahnenin bütün dinamiklerini açıklıyor, ama biz yine de detaylandıralım.

Eleştiriler genellikle Rey’in Mary Sue’laştığı, yani “esas karakterin manasız gücü” kontenjanından torpilli olduğu üzerine yoğunlaşıyor, ancak aslında pek de öyle bir durum söz konusu değil. Daha doğrusu onun Kylo Ren’i alt etmiş olması düşünüldüğü kadar temelsiz değil. Ne kadar etkili olduğu filmin başından beri bas bas bağrılan bir silah tarafından vurulmuş Kylo Ren, basitçe kudretin varlığını öğrendiği andan beri gittikçe güçlenen Rey’in karşısında duramıyor. Rey’in serinin ilerleyen bölümde bir Skywalker, Kenobi, ya da ikisi birden çıkacağının düşünüldüğü, hatta Palpatine’in torunu olabileceğine dair son derece ikna edici bir tezin dahi olduğu göz önünde bulundurulsa belki de gelmiş geçmiş en iyi force kullanıcısı, hatta hem “güç”ü hem de “kudret”i birden kullanabilecek tek kişi olmanın onun kanında olduğunu söyleyebiliriz. Denetim altında tutamadığı kudret damarlarındaki asil kanda mevcutken değil Kylo Ren, on tane Ren gelse yine o golü çıkaramayabilir.

Filmin kötü bir yeri yok mu, elbette var. Rathtar sekansı ziyadesiyle manasız, ancak “The Phantom Menace”taki su altı canavarlarından, “Attack of the Clones”ta Anakin ve Padme’nin çimlerde yuvarlanmasından, “Revenge of the Sith”in Anakin-Padme, Anakin-Yoda ve Anakin-Palpatine arasındaki diyaloglarından, “A New Hope”taki Han Solo – Greedo sahnesinde ilk kimin ateş ettiği meselesini sürekli kurcalamaktan, “The Empire Strikes Back”in sonuç olarak Mark Hamill motorsiklet kaza geçirdiği için yazılmadığı ortaya çıkan Wampa’lı açılışından, “Return of the Jedi”ın sonunda Ewok’larla çekilen mini Evde Tek Başına’dan daha manasız değil ve sonuç olarak serinin en iyi filmi olduğu gerçeğini gölgelemiyor.