ARKASINDAN KONUŞUYORUZ: BLACK MIRROR S03E03

ARKASINDAN KONUŞUYORUZ: BLACK MIRROR S03E03


Hüküm: İlk üç bölümün en iyisi


Play Tuşu’nun aslan neferleri olarak Black Mirror’ın 3. sezonunun 1. bölümüyle başladığımız seri Arkasından Konuşuyoruz‘da geldik 3. bölüme… Bilgisayar başı mastürbasyonu sırasında hacker veya hacker’lar tarafından videosu çekilen ve farklı uygunsuz durumlarda yakalanan bir dolu insanla birlikte şantaj yapılan genç bir çocuğun yaşadıklarına odaklanan bu bölümün ardından Arkasından Konuşuyoruz’un devamının da geleceğini, hatta Black Mirror sonrası da devam edeceğini hatırlatıyor, “Daha bunun Westworld’ü var, Doctor Strange’i var, bütün küfürleri harcamayın” diyor, iyi okumalar diliyoruz.

Can: 3. bölüme ne diyorsunuz, buyurunuz.

Hakan: 3. bölüm şey di mi, hani uçağa biniyorlar, birisiyle tanışıyor, sabun ikram ediyor uçakta?

Doğu: O değil sanırım ya. O değil, o değil. Fight Club değil lan bu.

H: Sabun ikram etmek… Evet neyse, Shut Up And Dance adlı bölüm.

C: Ooo derse çalışılmış.

D: Derse çalışmak diyorsak bu bölümün yönetmeni James Watkins aynı zamanda Eden Lake‘in yönetmeni. Onu da izlemiş miydiniz bilmiyorum ama daha bir Black Mirror bölümünü andırıyor. Teknoloji meknoloji sokma zorunluluğu olmasa Eden Lake baya eli yüzü düzgün, hayvan gibi bir Black Mirror bölümü olabilirdi. Michael Fassbender‘la kız arkadaşı oduncu gömleği giyen, salaş salaş şeyler yiyip içen ve bunu çok öven, “Foça açıklarında 32 erkek kamp yapmaya gittik” tayfanın gideceği bir yere kampa gidiyor. Kırsal barzo İngilizler bunlara sarıyor, bu barzoların felaket mahalle baskısıyla ağızlarına sıçtığı çok iyi bir korku filmi. Tansiyonu nefis yükseltiyor orada yönetmen, bu bölümde de o tansiyon yükseltme durumunu çok iyi yaratmış.

H: Yalnız şöyle bir durum var. Game of Thrones’daki Bronn karakteri pantolon inikken bile arkanı dönebileceğin tatta biriydi, gözün arkanda kalmazdı. Jerome Flynn‘i kafamda o kadar Bronn olarak kodlamışım ki bu hikayede tam yediremedim ben, yakışmadı adeta Bronn’a. Şaka şaka, ona her şey yakışıyor!

D: Type casting mi olsun Westworld’deki bütün karakterler gibi? Ed Harris’in götü pişmaniye olduğundan beri kötü adam, Jeffrey Wright desen ezelden yancı…

C: Her filmin bilge adamı.

D: Evet abi, Duncan Jones’un ikinci filminde de birebir aynı roldeydi.

H: Bu bölüm şey gibi başlıyor tabii. Çocuk bir şeyler izliyor, ediyor. Artık günümüzde Mark Zuckerberg bile bantlıyor bilgisayarının kamerasını, mikrofonunu… Ben bölüm boyunca “Ulan ne var yani, ben porno izlerken beni yakalasalar bu kadar cefa çekmeye değer mi, koy götüne gitsin abi hatta ben paylaşayım” diye izledim. Ben hiç beklemiyordum böyle bir şey çıkmasını yani. Gerçi sonradan parçaları birleştiriyorsun tabii…

C: Sonunu görünce bölümün hemen başında çalıştığı yerdeki küçük kızla olan diyaloğunu hatırlıyoruz.

D: Şaşırtma bakımından iyi bir twist’ti ama genel anlamda ne kadar iyiydi bence tartışılır.

C: Bence ikinci bölüme göre en büyük artısı şu: En azından beklenmedik bir şey. Ben de çünkü bütün bölümü “Abi ne olacak lan mastürbasyon yaptıysa?” diye izledim.

H: Başrole izleyicinin vicdanını getiriyor diyebilir miyiz? “Vah vah çocuğun başına neler geldi…” diye izlerken “Vay piyano piyano bacaksız, hak etmiş” diye kapatıyoruz.

D: Bence senaryosu bağlantı kurma konusunda inanılmaz başarılı yazılmış. Bir de casting de çok iyi, dünyanın en masum tipli çocuğu. Yani amaca hizmet etmeyen bir şekilde bağlantı kurduruyor aslında bir yandan da, bölüm bittiğinde hala “Ulan yazık mı oldu acaba?” diyorsun, tam tiksinmen gerekirken casting’den ötürü hakkıyla nefret de edemiyorsun.

C: Sezonla ilgili genel yorumum da bu benim ama ilk defa bu bölümde düşündüm: Artık Black Mirror temaları tükendi mi acaba, tamam eyvallah güzel bir twist var dedik ama sonunda yine beklenebilir bir yere bağlıyor aslında, Black Mirror izleyicisi bütün bunların sonunda yine de ifşa olacağını biliyordu yani, o kadar da çarpıcı gelmedi bana. Tüketmişler mi diye düşündüm açıkçası, tekrar tekrar aynı konular etrafında dönüyor olabilirler mi?

H: Haklısın aslında çünkü içeriği biraz değişmiş bir White Bear gibi bence. Yine suç işlemiş/işlendiği düşünülen insanların üzerine gitme durumu var.

D: Acaba sonunda çocuktan o kadar tiksinmediğimiz için de Ensar’da filan olan gibi “Bir kereden bir şey olmaz, tanıdığım insan yapıyorsa” refleksini çıkaran düzeni hatırlatma amaçlanıyor olabilir mi? Kilise öyle, ülkemizdeki meselelerde öyle, sevdiğin ya da birlikte iş yaptığın biri psikopatça bir şey yaptığında gelen “Ne olacak canım?” benzeri moral olarak ahlaksızca olan bir refleksi izleyiciden çıkartmak için mi sevdirdi bütün bölüm çocuğu?

H: Aslında şu da var. Gerçek hayatta bu durumlarda bir yandan “İdam edilsin!” diyen oluyor, ya da ne bileyim “Hemen ölüp de kurtulmasın da sürünsün!” diyen oluyor…

D: Ama bu insanların eline verilecek bir şey de değil abi, bu yüzden adalet var, yasalar var, kanunlar var… Oturup “Efendim, sence bu çocuğa ne yapalım, salalım mı dövelim mi”yle çözülecek bir şey değil.

H: Bir de benim kafama takılan şey, bunu yapan kişi ya da ekibin motivasyonunu bilmiyoruz. Kendi başına ya da çocuğunun başına benzer bir şey gelmiş de bir kırılma mı yaşamış, yoksa sosyopat mıymış neymiş? Arkasındaki motivasyonu tam olarak öğrenemiyoruz, adalet sistemini mi hedef alıyorlar? Onun biraz açıklığa kavuşturulmasını bekliyordum ben açıkçası.

C: Şart mı peki bu sence bu bölümde?

D: Bence şart olmamakla birlikte bir dağınık bırakıyor. Bu bölümde gördünüz mü bilmiyorum, adamın laptop’ında ilk bölümdeki domuzla haşır neşir olan başbakanın eşinden ayrıldığı haberini geçiriyor mesela. Onun yerine çocuk tacizlerinin yükseldiğine ve buna dair bir endişenin olduğuna dair bir haber gelse “Distopik bir gelecekte buna isyan eden anne babalar da vigilante durumuna gelip adaleti kendi ellerine mi aldı” dersin de dımdızlak hart diye dalıyor konuya. Çıkışı da bir enteresan. Ki alakasız bir yere gireceğim de şu aklımı alıyor benim. Hayvan gibi iyi score’u var bölümün. Biraz “Social Network soundtrack’inden istiyoruz ama Trent Reznor’a verecek paramız yok, ona benzer bir şey yapsak olur mu” durumu da var gerçi ama gayet roket gibi olmuş. Abi niye keko gibi Radiohead sokuyorsun ya? “Amerikalılar tam beğenmediniz mi bölümü, bak ne geliyor şimdi.”

H: Biraz da “Biz bölümümüze tam güvenmiyoruz, bir şarkı koyalım da etkisini artıralım”a benzemiş, garanti ata oynamak gibi olmuş. Westworld de yaptı çünkü bunu abi, belli bir yerden sonra bölümü konuşmayıp sonunda Radiohead kullanıldığını konuşuyorsun.

D: Abi o fikri bulmak için mega beyin olmak gerekmiyor yani, Radiohead’i seven 7 kişiden biri filan değilsin. Adamların Facebook sayfasına gir, 12 milyona yakın like var. Radiohead bir pop grubu zaten, on üstünden beş civarı ve üstü müzik dinleyen herkes seviyor. 30 kişilik yapımcı toplantısında “Ne koyalım” desen zaten 29’u “Radiohead koyalım” demiştir bütün dizilerde. Ya Radiohead izin vermemiştir, ya da o bütçeyi ayıramamışlardır. Yani bu dünyanın en dahice fikri değil. Black Mirror’ın yola çıkma noktası şuydu: “Biz düşük bütçeyle dahice işler yapıyoruz. Sonunda herkesin ‘Lanet olsun, ne kadar güzelmiş’ diyeceği bir iş çıkartıyoruz.” İş oradan Radiohead dayayıp 7.5’luk bölümü ittire kaktıra 9’a çıkartma çabasına geldi.

C: Farklı suçlara göre ağırlaşan cezalar mı düşünmüşler peki? Mesela biri yalnızca arabanın lastiğine telefon bırakır, öbürü kuryelik yapar, biri arabayı yok eder, ama çocuk pornosu izleyenler ölümüne kavga eder gibi?

H: Ölüm korkusunu yaşatıp tamamen bırakacaklar gibi düşündüm ben. “Ağzına sıçtık, en kötüsünü yaşattık zaten bundan sonra hiçbir şeye dokunmadan yaşar”a bağlanır gibi. Şunu söyleyeyim, ilk üç bölümün en eli yüzü düzgünü buydu bence ama mükemmel de değildi.

D: Son on dakikasından dolayı o da.

C: Evet, o zamana kadar iyi yükseltti.

D: Jerome Flynn’in sahneleri girince “Hah geliyor güzel bölüm” dediniz di mi?

H: Tabii canım, o oynuyorsa iyidir.

D: Sonu pek tutarlı da değil ki… O sümsük çocuk o adamı nasıl öldürdü? Yani izlemedik orayı olabilir eyvallah da iş yerinde şeflere en ufak ses çıkaramayan çocuk bir günde seri katil gibi davranmaya başladı.

H: Ki öbür taraf fiziksel olarak üstündü.

D: Belki kaybedecek de daha çok şeyi var. Kocaman adam, vardır elbet eşi çocuğu bir şeyi. Yani yüzeysel bir yorum tabii bu ama…

H: Yüzeysel demişken, iki karakter dışında getir götür yapan diğer karakterlerle ilgili az daha bilgi almak da isterdim ben, arada gelip gittiler, bir tek başta/sonda gördük onları.

D: Abi o kadar bütçen var, az bir yerden kısıp senaryoya yatır ya. Amerikan seyirciyi etkileyeceğim diye bu kadar büyük prodüksiyon yapman şart mı?

C: Bana biraz şöyle olmuş gibi geldi. Sanki bir yere Black Mirror guideline’ları ya da diğer bölümlerin başarı formülleri yazılmış. “Black Mirror’ın iyi twistleri vardır”, “Black Mirror acımasızdır” gibi ve tek tek tik atarak hareket edilmiş ama hikaye öyle bir yere gitmediği için zorlama da olmuş bir yerden sonra. Mesela o “Acımasızdır” refleksi olmasa sonu daha etkileyici bitebilirmiş. Durumu bir şekilde seyirciye belli edip çocuğu toplum nezdinde öyle bir konuma sokmamak, annesiyle ve kardeşiyle hatta çocuklarla aynı iletişimine devam ettiğini göstermek belki daha çarpıcı olacaktı?

D: Sonuna kadar getirip Türk gibi bağlıyorlar bir nevi.

C: Abi bir de Black Mirror hep “Teknolojinin karanlık yanlarına odaklanan dizi” olarak tanıtılıyor ya, bu bölümde biraz ona da ters bir durum var aslında. En sonunda dönüp baktığın zaman “Bak işte teknoloji hepsini yakalattı”ya geliyor mesele. Ama bir yandan da bunu dedirtmesi kötü bir şey mi? Bir şekilde kanunu kendi eline almış bir ekip var aslında.

D: Kanunu eline alıp dayakla kanun… Behzat Ç bölümü gibi bölüm aslında, “Kalk la” diye hareket eden bir ekip, neyse önümüzde üç bölüm daha var…