Geçtiğimiz haftalarda Spike Lee’nin Oppenheimer’da bomba sonrası etkilerin yeterince anlatılmamasını eleştirdiği bir haber yazmıştık. Christopher Nolan, bu gibi film eleştirilerine cevaplar hazırlamış. Christopher Nolan’ın Oppenheimer’ı gişedeki gösterimini tamamladı ve film dünya çapında 942,1 milyon dolar hasılat elde ederek 1 milyar dolar barajının altında kalsa da, üç saatlik bir biyografik filmin dünya çapında gişede 150 milyon doların üzerinde bir hasılat elde etmesi bugünlerde hayret verici bir başarı ve Nolan’ın herhangi bir konuyu destansı anlatabileceğini kanıtlıyor.
Filme yönelik eleştirilerin basın turu tamamlandıktan sonra gelmesi, bu eleştirileri cevapsız bırakmıştı. Nolan, filmin kaynak materyali olan American Prometheus kitabını yazan Kai Bird ile bir saat süren bir sohbet gerçekleştirdi. Orada kendisine filminde neden Japon bakış açısının kullanılmadığı sorusu nihayet soruldu.
Nolan, bu vahşeti tasvir etmemesinin başlıca nedeninin, hikayeyi çoğunlukla Oppenheimer’ın bakış açısından anlatan ve bu ayrıntılara girmeyen kitaba sadık kalması ve aynı şekilde, Oppenheimer’ın çoğunlukla baş karakterin öznel deneyimleriyle anlatılması olduğunu söyledi; hikaye onun bakış açısıyla, onun deneyimlediği gibi anlatıldığında renkli, mahkeme salonundaki pek çok tarihi dışarıdan bakış açılarıyla hatırlattığında ise siyah beyaz olarak anlatılıyor.
Usta yönetmen, onun bomba patladıktan sonraki geçirdiği şoka odaklanmak istemiş.
“Hiroşima’nın bombalandığını Truman’ın açıklamasıyla birlikte radyodan duydu. Kitapta okuduğum en dikkat çekici şeylerden biri de buydu ve beni hikayeyi olabildiğince öznel bir şekilde anlatmaya itti. Onun yaşadığı farkındalıkları onunla birlikte yaşamak ve seyircinin de bunu yapmasını sağlamak istedim. Sanırım seyirciler de büyük ölçüde bu şekilde karşılık verdiler.”
Nolan, daha sonra sinemasal düzeyde bazı seçimleri ve bunların duygusal olarak nasıl yankı uyandırabileceğini açıklamaya devam etti.
“Bir film yapımcısı olarak belirli seçimler yaparsınız ve bunları olabildiğince güçlü ve sağlam bir şekilde yapmak ve niyetinizi olabildiğince açık bir şekilde ortaya koymak zorundasınızdır. Ancak, bir film vizyona girdiğinde, eserden beklenen deneyimi elde etmek izleyiciye kalmıştır.”
Katıldığı programda moderatör, Nolan’ın seyirciyi bombanın ve onun akıl almaz şiddetinin, büyüklüğünün ve sonuçlarının nasıl olacağını hayal etmeye zorlayarak filmi daha da güçlü hale getirdiğini öne sürdü ve Nolan bunu film yapım tercihlerini açıklamaya devam etmek için bir sıçrama noktası olarak kullandı.
“Gerçek şu ki, film ve kurguyla ilgili her şey ve teknik düzeyde yaptığınız tüm editoryal seçimler, gösterdikleriniz kadar göstermediklerinizle de ilgilidir. Korku filmleri bunun en bariz örneğidir; bir şeyi çok fazla gösterirseniz korkutucu ve tehdit edici olmaz. Ama birinin bir odaya girip oturduğu ve sohbet ettiği bir sekansı keserken bile, mümkün olan her şeyi ortadan kaldırıyorsunuz. Akıcı hale getiriyorsunuz ve aynı zamanda ister fiziksel şiddet eyleminden bahsediyor olun, ister başka bir şeyden, göstermediğiniz şeylerin daha fazla yankı uyandırmasına ya da daha güçlü olmasına izin veriyorsunuz.”
Yönetmenin açıklamaları tatmin edici. Kitaba ve tarihe bağlı kalması bir yana, sinema perdesine neyi yansıtıp yansıtmayacağını seçmek en başta kendi kararı.
Bütün bunlar bizi bir korku filmi istemeye itiyor. Oppenheimer tarafından bağımsız, bomba süreci ve çoğunlukla sonrasını anlatan bir Japon korku filmi neden olmasın?