DEV DERBİ: 20’Lİ YAŞLAR vs 30’LU YAŞLAR

DEV DERBİ: 20’Lİ YAŞLAR vs 30’LU YAŞLAR


O eski halimden eser yok şimdi


20’ler ve 30’lar arasında yalnızca 10 yıl var; fakat bu basit çıkartma işleminin sonucu, gelmiş geçmiş en iyi matematikçilerden Srinivasa Ramanujan’ın bile hesap yeteneğinin ötesinde… Çoğu zaman +10’un farkında olmadan 20’lerimizi yarın yokmuşçasına fütursuzca harcıyoruz. Sonra bir sabah eksi bakiyede uyanıyoruz, “O eski halimden eser yok şimdi…” cümlesinin aslında ne derin anlamlar taşıdığını fark ediyoruz ve arayı kapatmak için geleceğe yatırım yapmaya başlıyoruz.

20’ler ve 30’ların arasındaki farkı bizzat deneyimleyen The Bold Italic editörleri Cecilia Rabess ile Jessica Saia, güçlerini birleştiriyor ve matematiği grafiklere dökerek hem beynimizin sağ lobuna hitap ediyor, hem de gönül tellerimizi titretiyorlar.

Maaşımızla kendimizi şımartma evresine geçemediğimiz, geçinmekle yetindiğimiz 20’lerde Mudo’nun kütüğüne 1.350 Lira vermiyor, onun yerine Ikea’nın ucuz mobilyalarına kaçıyoruz. Hangover’larımızı İsveç kanepeleri üstünde atlatıyoruz, ayrılık maratonları sonundaki göz yaşlarımızı ucuz mobilyalarda kurutmanın tadını çıkartıyoruz. ‘Bar hopping’ yaparak geçen 20’lerde, ayaklarımızı Miu Miu’nun gökdelen, Christian Louboutin’ın çivi topuklarına emanet ediyoruz. 30’larda yere basan ayaklarımız rahata kavuşmak istiyor, alışveriş listemiz değişiyor.

20’lerimizde her şeyi kafamıza takıyoruz, sonra Patti Smith’in Just Kids kitabında da söz ettiği ‘memento mori’ motto’sunu keşfediyoruz. Nuri Bilge Ceylan’ın son filmi kadar uzun sürmesinden emin olduğumuz hayatın kısa metrajlı olabileceğini idrak ediyor ve vurdumduymazlık sanatında yüksek lisansa kaydoluyoruz. 20’lerde hiç umursamadığımız annemizin nasihatları, birden anlam kazanıyor, hatta işe yarıyor.

Aşk konusunda seçeneklerin sonsuzmuş gibi göründüğü 20’lerde hep daha iyisini bulacağımıza emin olduğumuz için ekranı sola kaydırıp insanları eliyoruz. Farklı yaş gruplarıyla birlikte olmak için ortak küme olduğumuz 20’lerde şımarıklık ederken, 30’larda uyanıp kendimizi 28 Gün Sonra’ya devam filmi çekerken buluyoruz. Etrafımıza bakıyoruz, dünyadaki insan nüfusu azalıyor ya da Nuh’un Aşk Gemisi başvuru kabul ediyor hissiyatına kapılıyoruz.

20’lerimizde hangover yüzünden yaşanmamış sayılan pazar sabahları uyanmaya çalışırken çöp televizyon izliyoruz, aynı çöp televizyonu 30’larımızda da izlemeye devam ediyoruz. Aradaki fark; 30’larda o çöp televizyon ‘guilty pleasure’larımız haline geliyor. 20’lerde annemizin ek kartının limitini gardırobumuza yatırım yaparken zorluyoruz, 30’larda ise gardıroptan daha büyük düşünmeye başlıyor ve kendimize yuva kuruyoruz.

20’lerde sevgilimizle Facebook gelen kutusundaki kimliği belirlenemeyen cisimler yüzünden kavga ederken, 30’larda en büyük derdimiz mutfakta sıradağlar halini alan bulaşıklar oluyor. 20’lerde kusmamızın sebebi altıdan sonra saymayı bıraktığımız tekila shot’lar iken, 30’larda ise hamileliğin en kötü evresi sabah bulantıları…

3 saatlik uykularla yaşadığımız 20’lerimiz bitince çocukluğumuza geri dönüyoruz. Yalnız bu kez Parliament Sinema Kulübü’nde ayakta kalmak için annemize yalvardığımız saatlerde yatağa girip bir an önce uyumak istiyoruz. 20’lerde seks, seks, parti, seks, parti olarak giden öncelik sırasında tahtı uyku kapıyor, onu aile, geçim derdi ve aşk takip ediyor. 20’lerde uzatmalara gitmenin kazanmakla bir sayıldığı seksi yaş ilerledikçe hızlı oynata alıyoruz ve özet geçiyoruz.

20’lerimizde “Eğleniyoruz. Çok eğleniyoruz. Eğlenirken ölüyoruz” parti fotoğrafları, “Bak cildim ne kadar güzel” selfie’leri ve masalara vurarak gülerken izlediğimiz GIF’lerle dolu Facebook duvarımızı; nişan, düğün ve bebek fotoğrafları işgal ediyor. Mahalle baskısı Facebook üzerinden yaşanıyor, evli ve çocuklular takipleşiyor.