nerede o eski rave’ler?

nerede o eski rave’ler?


red bull music festival istanbul'a davetlisiniz


Yaz bitti, kulüp sezonu açıldı. Peki 1-15 Ekim tarihleri arasında aklımızın hep bir ucunda yer edinecek Red Bull Music Festival Istanbul’un Futurave ayağı neye benzeyecek? Doğu Orcan tane tane anlatıyor.

Rave nedir, neye benzer, nasıl yapılır, kaç kişi yapılır, neden yapılır? Kafanızda deli saçması sorular dönüyor olabilir, bırakın dönsünler. Ben kafanızı bu yazıda daha çok karıştırıp sonunda lavabo-aç dökülmüş gibi tertemiz yapıp bırakacağım.

Yaş aralığı olarak 15-20 ve 30-40 dönemlerini gece dışarı çıkma alışkanlığı olarak birbirine fena helde benzetiyorum. 15-20 yaş aralığında hem kulüplere girmekte zorlanıldığından hem de eğlence anlayışının daha çok “Hızlı hızlı bir şeyler yapalım, hızlı hızlı tüketelim” gibi akmasından dolayı kendi açımdan pek kulüplerle aram yoktu. Daha doğrusu elektronik müzik çalan kulüplerle pek aram yoktu. “Gitarlı müzik” diye bilinen -ve evet içinden gitar geçen- şarkılara saplantılı derecede aşık olmamdan dolayı bir nevi yasakladığım müzik tarzlarından birisi elektronik müzikti. 2004 – 2008 arasında üniversite eğitimimi almak için Amsterdam’a taşındığımda bu saplantımı daha da derinleştirecek bir şekilde The Strokes, The Libertines, The Hives ve nice içinde The geçen grubun cam çerçeve indirdiği, şehirde her hafta bu konserlerin olduğu dönemdi.

Doğum günümde 300 kişi kapasiteli sürpriz bir The Strokes konserine bilet hediye edildiğinde aklımı çıldırmıştım. The Libertines’den Carl Barat’ın kuliste bana bakıp “Sen iyi bir içiciye benziyorsun, gel buradan çıkıp bir barda içelim” demesiyle Paradiso’dan çıkış yapıp berbat bir barda saatlerce o zamanki idollerimden biriyle bira içmemin şokundan uzun süre kurtulamamıştım. Arctic Monkeys’in sadece 1 teklisi olduğu Myspace döneminde 120 kişi kapasiteli ilk İngiltere dışında gerçekleşen konserine karaborsayı zorladıktan sonra bodyguard’a rüşvet vererek girdiğimde elim ayağım titremişti. Daha sonrasında stadyumlara dolup taşan Arctic Monkeys konserine 8 saat sırada bekleyip 20 bilet alıp sonrasında bütün biletleri karaborsada satıp o parayla kiramı ödemişliğim de vardır ki, bunu niye yaptım ben de hala bilmiyorum.

Buradan nereye varacağız? Konser kültürü de bir şekilde direkt veya indirekt olarak kulüp kültürünü besliyor. Yine biletsizlik özleminden dolayı kapısından sektiğim bir indie-rock konserinden sonra 3 ayda bir görüştüğüm ve bana “garip gurup” gelen müzikler dinleten bir arkadaşım sayesinde ikonik Club 11’a sürüklendiğimde konser kültürümün yanına bir de kulüp kültürü eklemem gerektiği kafama vura vura öğretilmişti.

Kulübe girmeden önce o vurgun yapan bass’ların üstünü sanki dolu yağacakmış da arabanın üstünü yorgan nevresimle örter gibi örtmeyi yarım yamalak başaran kulüp kapısından gelen sesler, giren çıkan insanların kafalarına göre takılan ve hep anlatacak bir şeyleri var gibi gözükerek parlayan gözleri ve kulüpte elinde kolayla bile gezsen müthiş şekilde insanı alıp farklı evrenlere götüren o atmosferi görünce gitarlı müzikle aramız hızlıca açmaya başladım. Hatta telefonuma “Açma Gitarlı Müzik” diye kaydetmiş bile olabilirim…

Club 11’da gerçek anlamda ilk defa dinlediğim elektronik müzik DJ’i Kanada’nın en komik adamlarından birisi olan Tiga’ydı ve herhalde başlangıç seviyesinde birisine ders niteliğinde bir set çalacak en nokta atışı seçimlerden birisiydi. Komiktir ki seçim benim değildi, şansıma Tiga çıkmıştı, ne de güzel olmuştu.

Bu konser değil de başka bir şey olan rave gecesinden yanımda 3-4 bambaşka, saçma sapan karakterle ayrılmıştım. Elene elene elimde kalan Jan ise daha sonrasında Amsterdam’daki en iyi kulüp arkadaşım olmuştu. Ne iş yaptığını ve soyadını inanın bana 3 sene sonra öğrenmiştim. Genelde Cuma günleri 20.00 civarında kapımı elinde bir galon portakal suyu ve içkiyle çalar, o gece tek tek kulüplerde hangi DJ’lerin çaldığını anlatır, tek tek hepsini YouTube’dan bana zorla dinletir sonrasında da her kulübün kapısında yazan “Jan+1” kod adını kullanarak beni oradan oraya sürüklerdi. Pazartesi sabahı kanepemden kalkıp işine gittiğinde Jan benim için hayalete dönüşür, dört gün sonra kapımda portakal suyuyla tekrar belirdiğinde en iyi kulüp arkadaşım olarak hayatına devam ederdi. Jan sayesinde Justice, Laurent Garnier, Chemical Brothers, Erol Alkan, DJ Mehdi, Soulwax, Dave Clarke, Felix Da Housecat ve Boys Noize gibi isimleri büfe kadar kulüplerde izleyebilme şansım oldu.

Sonrasında ise başta bahsetmiş olduğum 20-30 yaş aralığımı doldurdum ve daha çok “Ya ev partisi yok mu, ya da güzel bir yemek yiyelim sonra kulübe gideriz diye birbirimizi kandırır bir barda bir şeyler içer eve gider erkenden uyuruz” stratejisiyle eğlenmeye başladım.

12 Ekim gecesi Red Bull Music Festival Istanbul kapsamında gerçekleşecek Futurave Night ise bana neyi hatırlatıyor biliyor musunuz? Jan’ın kapımda belirdiği Cuma gecelerini hatırlatıyor.

Yavaş yavaş tempoyu yükseltip göğsünüzü ısıtan Shanti Celeste, Ytong gibi sert ritimleri dinleyicinin böğrüne böğrüne fırlatan Dasha Rush ve kaçıranın aklını kaçıracağı Laurel Halo, Futurave Night line-up’ındaki favori üçlüm.

Ben bu gece güzel bir şeyler yiyeceğim ama “Sonra kulübe gideriz ya, biraz daha burada duralım” diye kimseyi kandırmayacağım, oyalamayacağım. “Açma Gitarlı Müzik” ısrarla aramaya devam etsin, meşgulüm, bu gece Volskwagen Arena’da işim var, herkesi beklerim.