inceleme: arctic monkeys – the car

inceleme: arctic monkeys – the car


ay'dan otobana iniş


Uzayın dev teleskoplar sayesinde yavaş yavaş evimizin penceresi kıvamına geldiği günümüzde, Ay için üst komşumuz demek absürd kaçmayabilir. Dolayısıyla her şeyi puanlayıp yorum bıraktığımız dijital çağda Ay’da açılan bir otel fikri de pek yakında bilim kurgu olmaktan çıkabilir. Ay’daki otelin barında çalan lounge müziğin TikTok içeriklerine eşlik ederken duyma fikri ise, Ay’da açılan bir otel fikrinden daha bilim kurgu gelebilir.

O yüzden gerçeklerin kurgudan daha saçma gelebildiği dünyamıza, kurgunun yaşananlar karşısında ancak B-Movie kalitesine eriştiği ülkemize dönelim. Arctic Monkeys’in 2018’den beri konakladığı Tranquility Base Hotel & Casino’dan dünyamıza iniş yaptığı pistte kendilerini bekleyen arabaya binelim ve yeni albüm The Car’la sürüş testimize başlayalım.

Başlamadan önce AM veya öncesine özlem duyanların emniyet kemerlerini sıkı sıkı bağlayalım. Çünkü nahif bir geri dönüş beklentisi mevcut ise, yaşanacak kazalarda hava yastığıyla birlikte ihtiyaçları olacaktır.

Grup Arctic Monkeys’in grup hissiyatını Alex Turner’ın yaratıcılık kabızlığı çektiği bir döneme feda etmesiyle, Fender gitarların Letgo’da piyanoyla kafa kafaya takas edilerek temelleri atılan TBH&C, The Car’ın hücrelerine ne kadar işlemiş? Cevabını İsviçreli bilim insanlarından değil de, bizden duymak zorunda kaldığınız için özür dileriz.

Eğer The Car’ın park ettiği yere lokasyon atılsaydı, kendimizi TBH&C İl Sınırı’nın hemen çıkışında bulurduk. The Car, TBH&C’dan yolcular taşısa da, yepyeni yolcular mevcut. En önemlisi ise TBH&C kulağa ne kadar deneysel geliyorsa, The Car kulağa bir o kadar organik geliyor. Bazılarına tek boyutlu gelebilecek TBH&C şarkıları, The Car’la birlikte yerini daha katmanlı şarkılara bırakıyor.

Bir The Car’a kaç fil sığar? Diğer yolcuları kimler?

Alex Turner’ın sosyal medya varlığının yokluğu, yağmurla birlikte ortaya çıkan plastik şemsiye satıcıları gibi albümden albüme ortaya çıkması, günümüzün en önemli şarkı yazarlarından birinin aslında günümüz normlarıyla arasına ne kadar mesafe koyduğunun en önemli kanıtı. Bu mesafe ne kadar büyükse, geçmişle arasındaki mesafe de o kadar yakın. Bu yakın mesafe, David Bowie’den Scott Walker’a, ELO’dan Steely Dan’e, The Beatles’tan Elton John’a, Richard Hawley’den Dion’a, Ennio Morricone’den Francis Lai’ye, Curtis Mayfield’dan Barry White’a alanının en süslü generallerini The Car’ın yolcusu yapıyor.

Funk, soul, trip-hop, glam, caz, 70’ler Fransız film müzikleri ve hatta Spaghetti Western film müzikleri ise The Car’ın rotasında uğradığı duraklar.

Alex Turner’a göre, 2019 yılında AM gibi bir albüm yapma fikriyle deri ceketini üstüne çekip gitarıyla tekrar buluşması, maalesef ki ‘ex’ten next olmaz’ misali hüsranla sonuç buluyor. Ortaya çıkan sonuçlar, 10 yıl önceki kendisinin parodisi hissini veriyor. Pandemi dönemini, şu anki kendisi gibi hissettiği müziği yapmakla geçiriyor. Bazen gitarist Jamie Cook, bazen de grubun 2013’ten beri sahne müzisyeni olan Tom Rowley’le fikirlerini paylaşıyor. Ardından da geçtiğimiz yaz, Londra’ya 2 saat mesafedeki Butley Priory isimli The Rolling Stones’tan Led Zeppelin’e misafir geçmişine sahip çiftlikten bozma stüdyoda grupça Turner’ın fikirlerinin kabasının üstünden geçmek için buluşuyorlar. Bu buluşma, bir stüdyo buluşmasından ziyade, Alex Turner’ın elinde kamerasıyla dolaşıp süreci kayıt altına alacak kadar film seti hissini veriyor. Bu film seti hissi, The Car’ın baştan sona bir bütün halinde verdiği sinematik hissin de müsebbibi sayılabilir.

İş, Alex Turner’ın meşhur kalemine geldiğinde ise, kurgu ya da gerçek yaşanmışlıklara, ayrılıklara, hatta bazen de polisiye romanlardan fırlamış anektodlara uzanan muğlak bir senaryo bizleri bekliyor. Yine kalemle altı çizilecek, quote olarak kullanacak bir dolu söz var. Albümün %100 organik, baştan sona sinematik sound’una eşlik eden şarkı sözlerinin başrollerini, Alex Turner’ın kendisinin mi yoksa sıfırdan yarattığı bir alter ego’nun mu üstlendiğini çözmek ya da anlamlandırmak tamamen size kalmış.

Raymond Chandler’ın polisiye romanları, bu romanlardaki kahramanı Philip Marlowe, dolaylı veya dolaysız olarak Alex Turner’a The Car sürecinde ilham vermiş.

Doğal olarak akıllara The Last Shadow Puppets’ı getirecek yaylıların daha önce anlık olarak Arctic Monkeys’le yollarının kesiştiğine şahit olmuştuk. Ancak bu sefer, albümün sinematik evreninde hiç olmadığı kadar caka satıyorlar. Güzel kısmı ise, bu cakanın gerektiği zaman gerektiği kadar ortaya çıkması. Assolist değil de koro vokal gibi düşünün. Albümün her bir şarkısında, zamanı geldiğinde gözünü kapayıp vazifesini yapan yaylıların aranjmanından Alex Turner’la birlikte The Green Knight ve Midsommar gibi filmlerin müziklerinde imzası bulanan Bridget Samuels sorumlu.

Malzemeleri saydık bitirdik, şimdi menümüze geçelim.

Albümün açılışını yapan There’d Better Be A Mirrorball’la Arctic Monkeys’in fahri James Bond filmi jenerik müziğiyle tanışıyoruz. Barbara Broccoli, sözümüz sana… Ver Arctic Monkeys’e yeni filmde yetkiyi, gör etkiyi. Al sana falsetto, al sana dramatik dur kalklar, yılların Agile Beast’i Matt Helders bile minimal caz yürüyüşüyle villain’ın yanı başında.

There’d Better Be A Mirrorball’un sonundaki bongo’lar, E5’i TEM’e bağlar gibi şarkıyı I Ain’t Quite Where I Think I Am’e bağlıyor ve wah pedalları Bowie’nin Plastic Soul dönemindeki funk’a yol yapıyor. Albümün Hello You’yla beraber ayağını az da olsa gaz pedalından esirgemeyen iki şarkısından birini geride bırakıyoruz.

Şimdi gözlerinizi kapayın, Humbug ve Portishead’in seviştiğini düşünün. O sevişmenin gönüllü çocuğu Sculptures of Anything Goes’u kucağımıza alıyoruz. Alabildiğine alacakaranlık kuşağı, göz gözü görmüyor ama grubun trip-hop’a Moog synthesizer sponsorluğunda yanaştığını görmek, albümün en havalı anlarından birisi.

70’ler soft rock’ını evlat edinen Jet Skis On The Moat’un hemen ardından, armoni yapısıyla Sgt. Pepper’s dönemi The Beatles’ın elinden öpen, son bölümdeki gitarlarıyla Mick Ronson’ın glam’ine sağlık dedirten Body Paint’i sahneye alıyoruz.

 

Albümle aynı isimli şarkı The Car’da ise inceci gitar arpeji ve yaylılarla Spaghetti Western’e hal hatır sorup trene yetişmeye çalışırken minik ama klas bir gitar solosu tarafından soyguna uğruyoruz.

Alex Turner’ın belki de bir dönem kafasında kurduğu büyük rockstar fikirlerinin ateşinin orkestra tarafından kuşatma altına alınarak söndürülmesine ballad’ımtırak Big Ideas’la şahitlik ediyoruz.

Ruh çağırma seanslarında Knee Socks’ın ruhunu çağıran gitar riff’i ve belki de albümün en nakarat gibi nakaratına sahip Hello You, birçoklarının albümdeki ağır sıklet şampiyonu olacaktır. “Lego Napoleon movie written in noble gas-filled glass tubes underlined in sparks.” gibi kafası güzel sözleri de hayatımıza sokacak olması cabası. Alex Turner’ın Submarine soundtrack’ini yazdığı dönemdeki halinin üstüne Bob Dylan boca ederek Bossa Nova ile Tinder’da match’leyecek Mr. Schwartz’ın ardından ise sıra albümün veda busesi Perfect Sense’te. Alex Turner’ın Dion sevgisinin ruh ikizi kıvamındaki şarkıyla I Wanna Be Yours ve The Ultracheese ekolünden kapanış şarkılarına 2022 revizesi geliyor.

Prodüksiyon masasında Favorite Worst Nightmare’den beri grubun yar ve yardımcısı, gölge beşincisi olan James Ford var. Ford’un ne kadar iyi bir iş çıkardığını, birbirinden rol çalmayan, gerektiği yerde gerektiği kadar çalışan enstrümanları dinlerken, %100 organik dediğimiz sound’un ne kadar rahat nefes aldığını fark ettiğinizde anlayacaksınız.

Esasında Alex Turner art house bir film çekse herkes rahatlayacak ama neyse…

Henüz çekmediği filmine bir soundtrack gibi duran The Car’ın en büyük eksiği, grubun bir dönemki alametifarikası olan büyük nakaratlar. Bu nakaratların yoksunluğu, nakarat alışkanlığına sahip kulakların kan davalısı olacaktır.

The Car’dan randıman alıp alamamanız, Arctic Monkeys’ten beklentinize göre değişecek gibi. Reçetene nakarat yazıyorum Alex’cim. Sabah öğlen akşam aç karnına tüket.

Eğer ‘Arctic Monkeys rock grubudur’ diyorsanız, gözyaşlarınız için Selpak’larımız çıkışta sizi bekliyor. ‘Arctic Monkeys ne müzik yapıyorsa odur’ diyorsanız ise, sizi zamansız, rotasından birden çok kez geçtikçe daha çok keyif alacağınız bir serüven bekliyor. İkinci el araba piyasasının uçtuğu, yerli araba Togg’un akıbetinin belirsizliğini koruduğu şu günlerde The Car’a dört tekerle sarılmak isteyebilirsiniz.

Not: ⭐⭐⭐⭐ (And that’s unheard of…)

Bu arada albüme ilham verdiği düşünülen şarkılardan bir playlist yapmışlar zamanında, bir hayran ortaya çıkarmış.

Gerçi Alex Turner yukarıdaki röportajda inkar ediyor ama inkar ederken listenin kendisine ait olduğunu da fark edebiliyorsunuz. Buyrun.

İnceleme için albümü önden dinleme şansı sunan grubun Türkiye distribütörü GRGDN’a sevgi ve saygılar sunarız.