Son 10 yılda İrlanda’dan çıkan gruplar post-punk başta olmak üzere gitar temelli müziğin kontrolünü elinde bulunduruyor alternatif sahnede. Fontaines D.C.’nin başını çektiği gruplardan sıradaki büyük grup olmasına kesin gözüyle baktığımız The Murder Capital, Şubat ayında çıkardığı “Blindness” ile yılın en iyi albümlerinden birini bizlere armağan etti. Sonrasında çıktığı turneyse en az albüm kadar ses getirdi. Lakin ses getirmesinin sebebi, müziklerindeki tavizsizlik kadar haksızlığa karşı keskin duruşlarıydı. Filistin’de yaşanan soykırımdan bahsetmekten asla geri durmayan The Murder Capital, tam olarak bu sebeple Berlin’de ve Köln’de sahneye çıkamadı. Onları ve ifade özgürlüğünü kısıtlamaya çalışan bu hareket, seslerini daha gür çıkarmalarına olanak sağladı. Berlin’de ve Köln’de halka açık bir şekilde parklarda ellerine gitarlarını alarak şarkılarını söylemekten geri durmayan gruptan Gabriel Paschal Blake, ilk İstanbul konserlerinden önce sorularımızı cevapladı. “Blindness” turnesi kapsamında gelecek The Murder Capital’ı izleme fırsatı için bizce 1 Haziran’da Blind’da olun. Kaçırmanız durumunda pişman olmanız çok büyük ihtimal…
Hazırlayan: Ant Arın Şermet
- Müziğinize dair sormak istediğim birçok nokta var ancak onlardan önce insani bir konuyla başlamayı istiyorum. Filistin’de yaşanan insanlık dışı olaylara dair ses çıkaran gruplar olsa da özellikle sizin Almanya’da yaşadıklarınız ve KNEECAP’in bir süredir maruz kaldığı şeyi mantıkla açıklamaya çalışmak çok zor. Sizin için de uygunsa Almanya’daki deneyiminizi anlatır mısınız?
Elbette. Zor bir gündü. Olan biteni her açıdan değerlendirmeye çalıştık. Derry ile sınır komşusu olan bir kasabada büyüdüm. Bloody Sunday katliamının gerçekleştiği İrlanda şehri. Bu yüzden, çatışmalar, mezhepçilik, sömürgecilik ve sömürge sonrası travmalar konusunda yaşanmış kültürel bir anlayışa sahibim. Bir barın ya da mekânın ulusal bayraklara izin vermeme politikasını anlayabiliyorum. Sekiz yaşından beri bana Celtic formasıyla Kuzey’e geçmemem gerektiği, aksi takdirde başıma neler gelebileceği söylendi. Bu sembollerin neden önemli olduğunu biliyorum. Bu duruma bir şekilde bizzat tanıklık ettiğim için empati kurabiliyorum.
Ancak Almanya’da yaşananlarla ilgili mantığa normal yaklaşamıyorum. Berlin’deki mekân, sahnede istediğimizi söyleyebileceğimizi belirtti; sanki ifade özgürlüğü bize lütfedilen bir hakmış gibi. Bu, açıkçası, oldukça saçma bir durum. Bunun yerine sahneye “FREE PALESTINE” yazılı bir pankart asabilir miyiz diye sorduk ama bu da reddedildi. Mekân kendi koyduğu kuralları çiğniyordu. Bu artık bayrak meselesi değildi; mesele, verilen mesajdı. Mekân yetkilileri daha sonra böyle bir konuşmanın hiç yaşanmadığını iddia etti. Oysa biz, mekânın dışında kendi bakış açımızı açıklıyorduk. Eğer bu pankartla konserin gerçekleşmesini isteselerdi, hep birlikte bunu mümkün kılabilirdik. Ekipmanlarımız sahnede hazırdı, ses kontrolü bile yapılmıştı. Köln’deki mekân ise kapılarını bize dahi açmadı. Eğer sahneye koymak istediğimiz şey bir İrlanda bayrağı olsaydı, bunlar yaşanmazdı.
Ancak yaşadığımız zorluk, ancak ve ancak Filistin halkının durumunu aydınlatmaya katkı sağlarsa anlamlı olur. Dünya yüzünü başka yöne çevirmemeli. Neyse ki Almanya’da yaşananlar bu tartışmayı daha da görünür kıldı. Umuyorum ki bu tür eylemler, Filistin halkının sesinin duyulmasına katkıda bulunur; çünkü hükümetler nezdinde onların hikâyesi fazlasıyla sağır kulaklara çarpıyor.
- Biz de Filistin’de yaşananların insani bir mesele olduğuna dair sizinle aynı fikirdeyiz. Almanya deneyiminizin haricinde Filistin konusunda eklemek istediğiniz bir şey var mı?
- “Blindness” bugüne kadarki en yoğun albümlerinizden biri, belki de birincisi. Çok daha güçlü duygulara seslenen ve bir o kadar güçlü söylemleri olan bir albüm. O sebeple, albümün yazım ve kayıt aşaması sizin için nasıldı? Sadece tematik bağlamda değil, işitsel ve görsel dünya tercihlerinizin motivasyonunu da sorabilir miyim?
Açık konuşmak gerekirse, bu ikiliyle yaşadığım en özgürleştirici ve en keyifli deneyimlerden biriydi. Çalışma tempomuz, süreci gerçekten heyecan verici kıldı. Albümün görsel tarafı için olağanüstü Viktor H Studios ile çalıştık ve bu da adeta bir hayalin gerçekleşmesi gibiydi. Kendisi, kuşağımızın en etkileyici görsel sanatçılarından biri ve onun ortaya koyacağı her şeyin müziğin zarif bir yansıması olacağını en başından biliyorduk.
- Albüme adını veren kavrama, körlüğe dair de yaratıcı süreçteki fikrinizi almak istiyorum. Çünkü albüm boyunca farklı konular arasında gezinsek de duygusal (Words Lost Meaning), kültürel (Love Of Country) ve varoluşsal (The Fall) düzlemlerde körlük, körleşme hep karşımıza çıkıyor. Savaşların, maalesef katliamların yaşandığı Post-truth çağında yaşayan bir insan ve bir sanatçı olarak körlük sizin için ne demek?
Bu albüm birçok şeyi barındırıyor içinde. Şu anda dünyada hâkim olan belirsizlik hissi. İletişim ve eğitimin yetersizliği. Kendi iç dünyamıza karşı körleşmiş olmak. Bu hayalin peşinden giderken, sevdiklerimizi ve ailemizi istediğimiz zaman görememek, fiziksel olarak bir araya gelememek, hep bir şekilde eksik kalmak…
- Birçok gruba yöneltilen ikinci, hatta üçüncü albüm laneti klişesini adeta ezip geçtiniz. “When I Have Fears”, adının hakkını veren ve sizin belki de en agresif albümünüzdü. 4 sene sonra gelen “Gigi’s Recovery” çıkar çıkmaz aklımızı kaçırmamızı sağlayan çok özel bir albümdü. İlk albüme göre daha kolay dinlenebilir olsa da çok daha tekinsizdi. “Blindness”ı zaten konuştuk. The Murder Capital için dördüncü albümün neye benzeyeceğine dair bir şeyler belli mi? Yoksa zamanının gelmesini mi beklemeliyiz?
- Birkaç ay önce sosyal medyada dolaşırken Fontaines DC elemanlarının da seyirciler arasında olduğu ilk konserinize dair harika bir fotoğrafa denk geldim. Şubat 2018’den kalma, 58 şanslı insanın izlediği o konsere dair neler hatırlıyorsunuz?
Hangi konseri kastettiğini çok iyi biliyorum! Ne yazık ki, o konserden bir önceki gece arkadaşlarla dışarıdaydım; yakın arkadaşım Megan Nic Ruairí, Cian O’Maolnáí ve Jack Cody ile birlikte, Dublin’deki Vicar Street’te The Hot House Flowers’ın ön grubu olarak sahne alıyorduk. Ancak o dönemde henüz The Murder Capital grubunun bir üyesi değildim. Öte yandan, Fontaines ve Shame ile birlikte Tivoli Theatre’da bir konser vermiştik — tiyatro yıkılmadan hemen önce. O gece gerçekten yeni bir neslin patlamak üzere olduğuna dair çok güçlü bir his vardı.
- İstanbul’daki The Murder Capital dinleyicileri olarak konsere gerçekten gün sayıyoruz. Sizin için yoğun bir turne oldu ve headliner konserlerinizin şimdilik sonuncusunu verip ardından festival dönemine geçeceksiniz. İstanbul’a ve İstanbul’daki dinleyicilerinize dair neler söylemek istersiniz?