baxter dury: kendin olabilme cesaretine sahip değilsen hayatta kalamazsın

baxter dury: kendin olabilme cesaretine sahip değilsen hayatta kalamazsın


bunlar iyi ki babadan oğula nesil ya


Baxter Dury, gerçek bir müzik ikonu Ian Dury’nin oğlu olarak çok küçük yaşlarda ilgi görmeye başladı. Hatta babasının 1977 tarihli “New Boots And Panties!!” albümünün kapağında bile yer aldı. Ancak sonrasında babasının gölgesinde kalmayı kendine yedirecek bir karaktere sahip olmamasının yanı sıra üst düzey yetenekli bir hikaye anlatıcısı olduğu için kendi yolunu bulmayı başardı. O yol sayesinde bugüne kadar birbirinden özel albümler dinlemeye ve son olarak 2023 yılında Dury’i izleme şansına eriştik. 12 Eylül’de Heavenly Recordings etiketiyle çıkacak “Allbarone”la birlikte elektronik ögelerin öne çıktığı bir dans albümünü bizlere armağan edecek Baxter Dury, eğer ki bir pürüz çıkmazsa Eylül’de İstanbul’a da gelecek. Detayları paylaşmak için konser açıklamasının gelmesini umuyor ve bekliyoruz. Bir yandan da albüme adını veren şarkının Venedik’te çekilen kısa filmden hallice klibini izleyerek yazı sürdürüyoruz. Afiyet olsun!

Hazırlayan: Ant Arın Şermet

  • Öncelikle 12 Eylül’de çıkaracağınız yeni albümünüz “Allbarone” için tebrik ederim. Önceki albümlerinize göre elektronik düzenlemelerin çok daha yoğun olduğunu gözlemledim. Şarkıların yazım aşamasında aklınızda böyle bir yönelim var mıydı? Yoksa çalışmaya başladığınızda süreç sizi buraya mı getirdi?

“Allbarone”u yazmadan önce bunu aramızda konuşmuş ve elektronik ögelerin ağır bastığı bir dans albümü yapmaya karar vermiştik. Planlı bir şekilde yola çıksak da ortaya ne çıkacağından emin değildik. Çok daha canlı, yüksek tempolu, nefes alan bir albüm yapmayı istiyorduk. Çünkü böyle bir albümün turnesine çıkınca dinleyicimizle aramızdaki iletişimin de önceki albümlerimize göre farklı olacağını tahmin ediyorduk. Lakin şöyle komik bir gerçeği kabul etmem lazım çünkü yapmak istediğim müziği nasıl yapacağıma dair bir fikrim yoktu. Yani belli başlı fikirlerim olsa da net şeyler değildi. Bu hoşuma da giden bir durum oldu. Bir profesyonel olsam da her şeyi robotik bir profesyonellikle bilip kurgulasam ve onu sahneye yansıtmaya çalışsam sahte dururdu. Onun yerine müziğe karşı içimdeki koşulsuz sevgiyi ve nahifliği korumak istedim.

  • Bugüne kadar hiç prodüktör olarak çalışmadığınız bir isimle hareket etmeyi tercih ettiniz “Allbarone”de. Farklı tarzlardan onlarca büyük isimle çalışmış ve dans müziğine ziyadesiyle hakim olan Paul Epworth tercihinizi, önceki albümlerine göre bu albümdeki dans ve elektronik müzik etkisinin fazlalığı diyebilir miyiz?

Bir nebze. Birbirimizle çalışma kararını çok önceden almıştık. Süreci ilerletip benim farklı yanlarımı ortaya çıkarma konusunda kendisine sonsuz bir güven duyuyordu ki bu güvenin boşa olmadığını onunla çalışırken anladım. Demeye çalıştığım şey, dans müziği yapacağım bir albüme en iyi uyacak prodüktör kim diye düşünüp seçmedim Paul’ü. Birbirimizle uzun zamandır tanışığız ve defalarca kez aynı ortamlarda denk geldik. Geçen seneki Glastonbury’de de denk geldik ve sonrasında birlikte çalışma konusunu hızlandırma noktasında detaylı konuşabilecek fırsatımız oldu. Ama şunu da söyleyeceğim, Glastonbury’de çalan insanlar her fırsatta birbirleriyle konuşurlar. Birlikte iş yapıp yapamayacaklarının fikir alışverişini yaparlar. Ortak turne ihtimali konuşulur, kendi plak şirketlerine davet ederler ama bu konuşmalar genellikle kafalarını çevirdikleri anda boşluğa gider. Paul ile bizim avantajımız, öncesinde de birlikte çalışmaya teşneydik ama denk getiremiyorduk. Şansımız yaver gitti ve o günkü konuşmadan kısa bir süre sonra albüme giriştik. 12 Eylül’de de sizinle buluşacak.

  • Müziğinizdeki en güçlü taraflardan biri sözlerinize sirayet eden hikaye anlatıcılığı ve gerçekle buluşan mizahi tonunuz. 2021’de ilk otobiyografi kitabınız “Chaise Longue”u yayımlamış ve kelimelere olan hakimiyetinize bir daha şahitlik etmiştik. Geri dönüp bakınca sizin için “Chaise Longue” nerede duruyor?

Sadece kariyerim için değil, hayatım için de önemli bir başarıydı o kitabı çıkarmak. Çünkü akademik olarak hiçbir başarım yok. Hatta kendimi eğitimsiz olarak bile tanımlayabilirim maalesef. Ancak içimdeki ses, her zaman daha fazlasını başarmamı istedi. Daha fazla çalışmamı, daha disiplinli ve daha yaratıcı olmamı…

Yazarken büyük bir baskı hissettim ama yazdıkça bana iyi gelmeye başladığını gördüm. Dil bilgisi kurallarına ve hikaye yapısına uygun bir şekilde yazmanın ne kadar zor olduğunu bildiğim için yayımlanmasının üzerinden 4 sene geçmiş olsa da eksiklerim olduğu fikriyle yaşıyorum. İşim bu olmadığı için eksiksiz bir özgüvenle konuşamıyorum söz konusu “Chaise Longue” olduğunda. Çünkü beynim sürekli beni düşürebilecek o cümleleri arka arkaya getirip kendime olan güvenimi sorgulamam konusunda görevini yerine getiriyor…

Şu anda kitap değil ama bir dizi ve film yazıyorum. Daha doğrusu yazılmakta olan senaryolara destek oluyorum. Umuyorum ki bunları tamamlayabilirsem adımı farklı mecralarda da göstermiş olacağım.

  • Sanat dünyasının farklı alanlarında yıllardır süregelen nepo konusuna dair de birkaç kelam edelim isterim. Siz, çok değerli ve özgün bir figür olan Ian Dury’nin oğlusunuz. Ancak böylesi büyük bir figüre rağmen kendi sesinizi bulup iz bırakmayı başarmış birisiniz. Ian Dury’nin oğlu kimliğinden sıyrılıp Baxter Dury olarak kendinizi ispat edişinizdeki süreci anlatır mısınız?

Aslında çok garip bir konu bu. Bir kariyer inşa etmek için gecenizi gündüzünüze katarak çalışıyorsunuz ama ünlü ebeveynleriniz olduğu için sürekli onların gölgesinin altında ezilmenizi bekliyorlar. Kariyerimin ilk zamanlarında bu nepo konusundaki girift durumu iki taraftan da deneyimledim. Babamın Ian Dury olmasa da bugün Baxter Dury olabilirdim diye düşünüyorum. Babamın oğlu olmak hayatımı ne kadar kolaylaştırdı bilmiyorum. Benim örneğimden konuşmamız gerekirse süreç hiç de kolay değildi. Ünlü birinin bir şeyi olmak tahmin edildiği kadar da iyi bir şey değil. İyi tarafları yok mu? Tabii ki var. Kültürel anlamda çok zengin bir eve ve çevreye gözlerimi açtım. O insanlarla büyüdüm. Bir yandan da çok yetenekli ve tanınmış bir aileye doğan yeteneksiz biri de olabilirsiniz, emekçi, orta sınıf bir ailenin üstün yetenekli çocuğu da… İnsanlar şunu unutmamalı, kendin olabilme cesaretine ve donanımına sahip değilse hayatta kalamaz, yok olur gidersin.

Nepo bebek olmak, eğer sadece ebeveynlerinin varlığı kadar yaşamaya neden oluyorsa bu farklı bir tartışma konusu olmalı. Sadece ebeveynlerin sayesinde yeteneğin olmayan işlere ulaşıp kazanç elde ediyorsan büyük bir sorun var. Ancak aileni ünlü yapan yetenek, genler aracılığıyla sana aktarılmış ve sen de kendi yolunu bulmuşsan suçlu mu olmalısın?

Şunu da söyleyeceğim, yetenek doğuştan gelen bir şey değil. Yetenek, hayatından feragat ederek çalışırsan seni öne çıkaran bir şey. Sonuca ulaşmak için süreci ortadan kaldırmaya çalışırsan gün gelir, süreç seni ortadan kaldırır.

  • Babanız Ian Dury’nin ilk solo albümü “New Boots and Panties”in kapağında çocuk yaştaki Baxter Dury yer alıyor. Yıllar sonra aynı yere gidip, babanızın anısına aynı fotoğrafı çektiniz. Kıyafetleriniz, duruşunuz, arka plan, her şey aynıydı. Bu fotoğraf çekimini gördüğümden beri aklımda yer alan soruysa, o çekimin aracılığıyla 1977’den günümüze, hayatınıza baktığınızda neler görüyorsunuz?

Aslında o fotoğrafı bir stüdyoda çektik ve arka planda gördüğünüz her şeyi Photoshop’ta eklediler. Bunları düşündüğümü, üzerine kafa yorduğumu söylersem yalan söylemiş olurum. Bunları düşünmüyorum çünkü bana normal geliyorlar. O albümün kapağına bakmak, şarkıları dinlemek ya da albüm kapağını canlandırmak bana sadece babamı kaybettiğimi ve büyüdüğümü hatırlatıyor. Harika bir kariyere sahip saygı duyulan biri olduğunu hatırlamamı sağlıyor. Bıraktığı mirasın gücünü fark ediyorum. Şanslı biriyim bu sebeple ama bugünden geçmişe bakıyor muyum? Hayır, çünkü benim hayatımın normali bu.

  • Biraz da Londra üzerinden geçmişi ve bugünü sormak istiyorum. Ergenliğinize denk gelen 80’ler İngiltere’nin en otoriter ve problemli dönemlerinden biri olarak tarihteki yerini aldı. 70’lerin sonu ve 80’ler İngiltere’sinde büyümüş biri olarak o günlerin kişiliğinizde etkisi var mı diye merak ediyorum.

Dürüst olmak gerekirse o zamanlar benim için güzeldi çünkü gençliğimdi. Şu anda çok daha kötü bir ülke konumunda İngiltere. Bunu açayım biraz, 1980’ler İngiltere için ekonomik anlamda rüya gibiydi. Hemen herkes varlıklıydı. Fabrikalar iyi durumdaydı, kişi başına düşen milli gelir gayet yüksekti. Thatcher’dan biz o kadar etkilenmemiştik ama onun politikaları yüzünden sosyal anlamda çok zor durumda olan insanlar, topluluklar olduğunun farkındaydık. Thatcher gibi birine sempati duyduğum sanılmasın bu söylediklerimden. Ülke çapında korkunç şeyler yaptı. Tarihimizdeki en gaddar figürlerden biriydi. Ancak muhtemelen ergen olduğum için bunlardan o dönemde haberim yoktu. Benim için güzel zamanlardı, müzik güzeldi. Çok eğleniyorduk. Bu sebeple o dönemi dışardan görüldüğü kadar problemli bulmuyorum.

Senin sorunu düşününce, Türkiye’ye dair bir şeyler söylemek istiyorum. İstanbul’a geldiğimde orayı çok sevmiştim ama zor zamanlardan geçtiğiniz ve işlerin, bizim İngiltere’de okuduğumuz haberlerde gözüktüğü gibi olmadığını anlamıştım. Hayatınızın bu kadar politize olmasına neden olan otoriterliğe maruz kaldığını asla ama asla tahmin edemezdim. Böylesine ağır bir baskı, sansür ve tehdit ortamına rağmen müzisyenlerin, gazetecilerin ve genel olarak Türkiye’de yaşayan insanların, yaşamı değerli hale getirmeye olan inancından ilham almıştım. Türkiye’ye gelmeden önce bazı ciddi sorunlar olduğunu tahmin ediyordum ama geldikten sonra gördüğüm şey çok farklıydı. İstanbul’daki mimarinin dönüştüğü hale bile bakınca yaşadığınız gariplikler bir temele oturuyor.

Son aylarda Türkiye’de yaşayan gençlerin verdiği mücadele ve cesarete de bir kez daha hayran kaldım. Haklarınız için verdiğiniz cesaret dolu duruşunuz çok cesurdu. İstanbul çok özel bir yer. Belki de bugüne kadar gittiğim hiçbir yere benzemeyecek kadar özgün bir yer. Ama bu özgünlüğün altında yatan siyasi ve sosyal nedenleri irdeleyince oldukça korkutucu bir şehir olduğunu da söylemem lazım. Ortalama bir İngiliz için İstanbul, fotoğraflarda gördüğü halinden fazlası değil. Bilgisi yok. Burada yaşayan Türkler, orada işlerin bizim sandığımız gibi olmadığını her zaman söylüyorlar ama çok da onlara kulak asmıyorduk. 2 sene önce geldiğimde ne demek istediklerini noktasına, virgülüne anladım.

  • İstanbul’a ve bize dair söylediğiniz şeyler hepimiz için çok değerli. Özellikle mücadelemizin fark edilmesinden gururlanıyoruz. Son olarak 2 sene önce İstanbul’a gelmiştiniz. Orada olanlar için harika bir akşamdı. Ben de sizi en önden izlemiştim. Yılın son kısmında Avrupa turnesi yapacaksınız. O turnenin İstanbul’a gelme şansı var mı? Yoksa açıklayacağınız diğer turneleri mi beklemeliyiz?

Röportaja girmeden yarım saat önce menajerim mesaj attı. ‘Türkiye’den sana teklif var, ne düşünürsün’ diye. Ardından seninle röportaja girdim. Daha teklifi bile inceleyemedim. Eğer bir pürüz çıkmazsa Eylül ayında Türkiye’ye geri döneceğim. Albüm çıktıktan birkaç gün sonra hatta ama tam olarak ne desem doğru olmaz çünkü bu konuyu menajerimle konuşmam lazım. Ancak eğer ki anlaşırsak, çok kısa süre içerisinde duyuru yaparım. Konsere gelirsen de sonrasında görüşelim, iki yıl önceki İstanbul’la şimdiki İstanbul arasında farklar görmüş olursam bunu seninle paylaşacağım.