olimpiyatların açılış ve kapanış törenleri niye önemli?

olimpiyatların açılış ve kapanış törenleri niye önemli?


itibardan tasarruf olmuyor


Liberté

Fransa’da gerçekleşen herhangi bir organizasyonun size sunacağı bir şey varsa sınırların zorlanmasıdır. Fransa kültürüne ya da Fransa’ya dair az da olsa bir fikriniz varsa düşünsel temelli birçok atılımın ve hareketin çıktığı yer olduğunun farkındasınızdır hatta. 128 yıllık modern Olimpiyat tarihinin, stadyumda açılış yapmayı reddeden ilk ülkesinin Fransa, ilk şehrinin Paris olması da bu sebeple pek şaşırtıcı olmasa gerek. Ki Paris’in tarih, sanat, spor, mimari, estetik vb birçok açıdan bir açık hava müzesini andırması da reddedebilme lüksünü ortaya çıkardı Fransa’nın. Lakin, Olimpiyat’a çok az bir zaman kala en optimist insanları dahi umutsuzluğa sürükleyebilecek bir siyasi hava vardı Fransa’nın üstünde. Aşırı sağcı, daha doğru tabirle sınırları zorlayacak seviyede ırkçı bir siyasetçi olan Le Pen’in başını çektiği Ulusal Parti seçim zaferine hazırdı. 7 Temmuz akşamına geldiğimizde Fransa, yine Fransa’lığını yaptı. Özgürlük dedi. Jean-Luc Mélenchon’un kontrolündeki sosyalist Yeni Halk Cephesi, Le Pen ve Le Pen gibi düşünen dünyaya her şeyin bir sonu olabileceğini gösterdi. Üzerine gelen Olimpiyatlar’ın açılış töreniyse iyisiyle, kötüsüyle, baştan aşağı Fransa’ydı. Gojira’nın, başı kesik Marie Antoinette’lerin arasında, Marie Antoinette ve 16. Louis’nin ölümü beklediği Congiergerie Hapishanesi’nde, epik bir grotesk şölenle “Ah! Ça Ira”yı icra etti. Olimpiyat tarihindeki ilk metal müzik performansına imza atan Gojira, birçok ‘dümdüz’ insan tarafından satanist olmakla suçlandı. Ki geçmişinizde metal müzikle en ufak bir mesainiz varsa satanist olmakla siz de suçlanmışsınızdır. Biz de yaşadık, o yüzden rahatça söyleyebiliyoruz.

Açılış seremonisinin en çok tepki alan kısmıysa Gojira olmadı. Festivité. Yani ziyafet ya da şenlik olarak çevirebileceğimiz son kısmı en büyük tepkiyi aldı. Açılış seremonisinden sorumlu Queer tiyatro yönetmeni Thomas Jolly’nin, festivité bölümü yüzünden ölüm tehdidi dahi aldığını yazmak bile saçma geliyor. 2024 yılındayız. Avrupa. Fransa. Hani, medeniyetin beşiği denen ülkelerden biri… Neyse… Ancak şu bir gerçek ki özgürlük, başkasının sınırını aşmadığın sürece ekstremi deneme hakkı verir insana. Kendini, varlığını, başkalarının varlığını keşfedebilme olanağı tanır. Bu her zaman ilgi görmez. Ki çoğu zaman reddedilip ötekileştirilmeye neden olur. Paris 2024’ün cesur açılış töreninin kaderi biraz da buydu… Lakin şunu da söylemeden geçemeyeceğim, ülkelerin geçiş yaptığı kısımdaki tekne fikri gerçekten çok başarısızdı… Orası hiç olmadı. Ama özgürlükler insana hata yapma fırsatı da tanır…

Égalité

Kağıt üstünde Olimpiyat fikri eşitliğin, adaletin, fiziksel gücün ve zekanın bir şölene dönüşüp takdir edilmesi. 200’den fazla ülkeden, binlerce sporcu, çok zor alınan kotalar için hayatlarını sadece icra ettikleri spora adıyor. Sonrasında bu şölene katılıp adil bir şekilde mücadele edip altın madalyayı ülkelerine getirmeyi deniyorlar. Misal 1984 Los Angeles sonrasında ilk kez 102 kişilik Türkiye kafilesi, altın madalya almadan bir olimpiyat tamamladı… Égalité’nin sadece saha içinde olmadığını da Olimpiyatlar yüzümüze tokat gibi vurdu bu sene. Afganistan’ı break dans’ta temsil eden Manizha Talash, performansını sergiledikten sonra “Afgan kadınlarına özgürlük” yazan bir pelerin giydiği için “Olimpiyat ruhuna uymayan davranış” gerekçesiyle ihraç edildi.

Bir diğer konu başlığı da bokstu. Temsilcilerimizden Busenaz Sürmeneli’nin de mücadele ettiği kadınlar 66 kiloda, dünya çapında nefret söylemleriyle karşılaştık. Busenaz’ın çeyrek finalde elendiği Taylandlı Janjaem Suwannapheng ve altın madalyayı kazanan Cezayirli Imane Khelif’e karşı kullanılan transfobik söylemler utanılacak seviyedeydi. Ki transfobik söylemde bulundukları sporcuların trans bireyler olmaması, bu nefret söylemlerini yaygınlaştıranların ne kadar bilgiden ve insanlıktan yoksun olduklarını da belli etti…

Öyle ya da böyle geçip gitti demek pek mümkün değil bu sebeple. Égalité’nin sadece Fransa’nın üzerine kurulduğu üç görüşten biri değil, hepimizin, oradaki tüm sporcuların içselleştirdiği bir duruş olması gerekiyor. Ki kapanış töreninde Phoenix’in, Air’ın, Kavinsky’nin kusursuz performansını izlerken, gönül rahatlığıyla birlik olmaktan söz edilebilsin…

Fraternité

Kardeşlik. İşte Fransa’da ya da sömürge geçmişi olan bir ülkede yapılan bir Olimpiyat’ta en alengirli konu başlığı bu. Ülkesinin gücünü, onlarca ülkeyi sömürerek oluşturmuş bir ülkenin kardeşlik kavramı, ne olursa olsun tartışmaya açık. Hele ki, bunu Fransa’ya 24 saatten daha uzak bir Fransa sömürgesi olan Tahiti’de sörf müsabakalarını gerçekleştirdiklerinde durum daha problemli… Kapanış töreninin en güzel kısımlarının gecikmesine neden olan uzun uzun konuşmalardaki konu başlıkları ve o konu başlıklarının ele alınma şekli de problematik yerlere gitti. Direkt dili getirilmese de ayrıcalıklıların, ayrıcılıklı olmaya devam edebilmesine edilen teşekkürün binde birinde çok renklilik, çok kültürlülük ve çeşitlilik kendine yer bulamadı. Ancak aksini beklemek de bile bile lades oynamak olurdu.

Ancak hep olumsuz gitmek de izlediğimiz şova haksızlıktan başka bir şey olmaz. Özellikle Phoenix ve Phoenix’in frontman’i Thomas Mars, geceye damga vurdu. Bir Kavinsky klasiği olan ‘Nightcall’ı ve Air’ı Air yapan şarkılardan ‘Playground Love’ı ondan dinlemek eşsizdi. Belçikalı müzisyen Angele’in de ‘Nightcall’a eşlik ettiğini hatırlatarak tabii. Hele ki sıra kendi şarkılarına, yani ‘Lisztomania’, ‘If I Ever Feel Better’, ‘Tonight’ ve olimpik sporcuların arasına karışıp crowd surf’e benzer bir şey denediği ‘1901’e gelince… Thomas Mars, hem Stade de France’daki gösterinin müzik tarafının temelindeki isimdi hem de Paris 2024’ün, Londra 2012’den müzikal anlamda o kadar geri kalmadığının göstergesiydi. Vampire Weekend’den Ezra Koenig‘in sahneden ona eşlik etmesiyse ufak çaplı bir ‘Fransa ile ABD birlikte hareket ediyor’ anıydı.

Hollywood

Dünyanın problemli bir yer olduğunu biliyoruz. Dünyanın her zaman problemli bir yer olduğunu ve maalesef her zaman problemli bir yer olacağını da biliyoruz. Olimpiyatlar da dünyanın sportif bağlama oturtulmuş çok iyi bir yansıması. Paris, organizasyonal anlamda -Seine nehri hariç- çok iyi bir sınav verirken artık bayrak Los Angeles’ta. Dün geceki kapanış törenine damgayı da onlar vurdu. Hollywood’un şaşası, Stade de France’ın çatısından atlayan Tom Cruise’un, “Mission: Impossible”daki Ethan Hunt’a dönüşmesiyle başladı. Tom Cruise’u gören sporcuların yaşadığı heyecanı, telefonunu çıkarıp selfie çekmek için verilen amansız mücadeleyi izleyince Cruise’un ve Hollywood’un ne kadar büyük bir popüler kültür gücüne sahip olduğu tekrar ortaya çıktı. Ancak törene asıl damgayı vuran fikir, Paris’te başlayan gecenin Los Angeles’a kurulan sahneyle devam etmesiydi. Bugüne kadar yapılan hiçbir açılış ya da kapanış töreninde böyle bir şeyle karşılaşmamıştık. Ancak Los Angeles’a daha 4 sene olsa da gösterdikleri fragman şimdiden ABD vizesi için sıraya girmemizi sağladı. Anca sıra gelir zaten, neyse. İşin şakası bir yana Los Angeles denince akla gelen ilk grup diyebileceğimiz Red Hot Chili Peppers, ‘Can’t Stop’la 4 sene sonranın mottosunu ifade ederken Billie Eilish, ‘Birds of Feather’ ve ‘The Greatest’la, Los Angeles’ın yeni yıldızı olduğunu hatırlattı. Ancak Los Angeles’la özdeşleşen bir sanatçı varsa, o kişi Snoop Dogg’dan başkası değil. O ve Dr. Dre’in birlikte sahneye çıkması 4 sene sonra neler izleyebileceğimizin hayal edemeyecek kadar heyecanlandırdı. Bir başka deyişle Paris’in Phoenix, Air, Kavinsky, Angele sekansı haricindeki tüm performasnını, sadece 15 dakikada ekarte etmeyi başardılar. Hollywood’un; özgürlük, eşitlik ve kardeşlikten çok daha büyük bir marka olduğunu da böylelikle gösterdiler. Buna sevinmeli mi yoksa üzülmeli miyiz? Önümüzde, bu soruya cevap arayabilecek 4 senemiz var.

Ant Arın Şermet