Opeth, için metal müzik dünyasının en yetenekli ve en kafasına buyruk gruplarından biri demek oldukça mümkün. 1996’da ortaya çıktıklarında harika bir progresif black metal albümü olan “Orchid”, onların attıkları ilk adımdı. 28 sene önce kariyerine “Orchid” gibi çiğ, agresif, zeki, yetenekli ve öfkeli bir albümle başlayan grubun yıllar içinde türe “değişime açık olma” fikrini vura vura öğrettiğini söylemek de mümkün. 11 Ekim 2024’te çıkacak olan yeni albümleri “The Last Will and Testament”, tam 16 yıl sonra ilk kez brutal vokal kullandıkları albüm olarak grubun yeni, eski fark etmeksizin bütün hayranlarında büyük bir heyecan uyandırdı. Ki 5 yıl sonra gerçekleşen ilk İstanbul konseri de bu albüm haberini besleyen ilk tekliden çok kısa bir süre sonraya gelince “Opeth tişörtümü nereye koymuştum ya ben” hissi oluşturdu. 13-14 Ağustos’ta, bu sene 15. yılını kutlarken birbirinden muhteşem konserlerle binlerce insanı mutlu eden Vera Müzik organizasyonuyla Zorlu PSM’de kavuştuğumuz Opeth, iki akşamı da işitsel bir karnavala dönüştürdü. İlk gün orada olamasak da ‘Black Rose Immortal’ın çalınması kırk yılda bir karşılaşabilinecek bir doğa olayıydı. Müzik haricinde, konsere Opet çalışanı gibi giyinip gelen Opeth hayranları da “biz bir kelime şakası ülkesiyiz” dedirttiler. Organizasyon ekibi de grubun ilk gün aşırı keyifli olduğunu ve seyircinin bu noktadaki payının yadsınamaz olduğunu anlattı. Özetlemek gerekirse 13 Ağustos akşamını Zorlu PSM’de, Opeth’le geçirenlere şanslı diyebiliriz bu sebeple. Biz de konserin ikinci gününde, 14 Ağustos’ta, “bizim şansımıza nasıl bir Opeth çıkacak” heyecanıyla gittik.
Mikael Åkerfeldt’i ve Opeth’i, son kez izlediğimde henüz 18 yaşında bile olmadığımı fark edip, sahne zamanı yaklaştıkça hayranlığıma heyecan eklendi. Grubun logosu sahneye yansıtılıp Opeth ‘The Grand Conjuration’ın ilk notasını çaldığındaysa herkes kendini kaybetmeye başlamıştı. 10 şarkıdan oluşan setlist’te yer alan en kısa şarkının bile 7-8 dakika bandında olduğunu düşününce grubun daha ilk şarkıdan dinleyiciyi iyi anlamda yormaya başlaması, uzun ve keyifli bir akşamın bizi beklediğinin göstergesi oldu. Ki konser başlamadan önceki giriş sırasına bakınca Opeth konseri, bir metal konseri olduğu için çok sayıda grup tişörtlü ve metalci prototipinde insan görsek de en az bir o kadar hayatının bir dönemini metalci olarak geçirmiş ya da metal müziği değil Opeth’i seven insan da vardı. Zorlu PSM’nin ana sahnesinde iki günün kapalı gişe geçmesi de sanki biraz bu sayede oluyor. Progresif black metal’den, progresif rock’a, folk’tan progresif death metal, groove’undan klasik rock’a, her türe ve döneme olan hakimiyetleri, müziklerindeki çeşitliliğin, dinleyici profilinde karşılık bulmasına olanak sağlıyor. Evet, şimdi dönelim konserin ikinci şarkısı olan “Blackwater Park” albümünün açılışı ‘The Leper Affinity’e. Mikael’in brutal’i de bu şarkının ortalarından sonra tamamen oturdu. Bir nevi sesi açıldı diyebiliriz. Mikael cool kişiliği ve üst düzey yeteneğiyle yaptığı işi çok kolaymış gibi göstermeyi başaran insanlardan. O kadar rahat görünüyordu ki, sanki terlemeden konseri bitirdi. Gitarist Frederik Akesson ve bas gitarist Martin Mendez’in de Mikael’den rol çalan performansları hem ‘The Leper Affinity’i hem de konseri yükseltti.
Kusursuz olarak tanımlasak abartmış olmayacağız ses sistemi ve düzenlemelerle sahnede uçan sineğin vızıltısı bile işitilebiliyordu. ‘Cusp of Eternity’i, ‘Heir Apparent’a bağladıkları kısımda ses de iyice zirveye çıktı. Mikael Akerfeldt’in de dile getirdiği gibi konserin orta noktasında birbirinden duygusal ve Opeth hayranlarının dinlerken az gözyaşı dökmediği iki şarkı geldi. ‘In My Time of Need’ ile birlikte Opeth’in en naif albümlerinden “Damnation”a da selam gönderildi. Asıl heyecanlandıran şarkıysa ‘In My Time of Need’den sonraydı. Birçok Opeth hayranı için gelmiş geçmiş en iyi Opeth albümü olan “Still Life”ın gözbebeği ‘Face of Melinda’dan bahsediyoruz. Şarkının birbirinden farklı 3 değişik düzenlemeye sahip yapısı, türe alışık olmayan bir dinleyici için bile başlı başına zorken, bunları sahnede en ufak bir aksaklık olmadan, hatta kayıt kalitesinin çok daha ötesine götüren duygusuyla sunabilmekse şapka takıyor olsak şapka çıkartmamızı sağlardı.
‘Face of Melinda’ bittikten sonra mikrofonu eline alan Mikael konuşmaya başladı. Konserlerinde her zaman bir duygu matematiğiyle setlist hazırladıklarını anlatan lepiska saçlımız, “yüksek enerjiyle girip konserin ortasında hem enerji düşer hem de dinleyicinin duygusallığı artmış olur. Sonrasında o konseri yükseltmek için uygun şarkıyı seçmeniz lazım” sözleriyle yeni başlayan müzisyen adaylarına ders niteliğinde konuşurken üzerimize ‘Ghost of Perditition’ı fırlattı. Neden fırlattı diyorum, çünkü hem vokalin hem de davulun en agresif olduğu şarkıydı konser boyunca. 2022’den beri grupla çalan eski Paradise Lost ve Bodom Aftern Midnight davulcusu Waltteri Vayrynen’in, Martin Axenrot sonrasında davulu emanet etmek için ne kadar ideal biri olduğunu gördük. Ya da duyduk. Vayrynen’in eski tip yüksek tuşeli davulculuğunun Opeth’in sıradaki adımlarında daha sertleşeceği anlamına da gelebilir. 11 Ekim’de bunu hep birlikte duyacağız. Ancak ‘Ghost of Perdition’da şov yaptı dememiz rahatlıkla mümkün. Bis’e gitmeden önceki son şarkıysa 2016’da çıkardıkları “Sorceress” albümüyle aynı adı taşıyan şarkıydı. Grubun rotasını tamamen 70’ler progresif rock’ına kırdığı dönemin eseri olan ‘Sorceress’, müzikal yönü kadar sahnenin arka planına yansıtılan gagası kanlı tavus kuşuyla da ilgi çekiciydi.
Konserin maalesef en zayıf noktası bis aşamasıydı. Ancak burada Opeth’e bir şey söylemek haksızlık olur. Çünkü normal şartlarda bir konser bitmeden önce bis’te grubu alkışlarsın, adını tezahürat edersin ya da ne bileyim bağırıp çağırırsın ki grup seyircinin aç olduğunu fark edip son şarkılarını istekle icra etmeye gelir. Maalesef 14 Ağustos akşamındaki konserde seyirci, “zaten gelecekler canım” dercesine hiçbir çaba göstermeyince Mikael başta olmak üzere Opeth elemanları elleriyle ‘biraz canlanın’ hareketi yaptılar. Sonrasında da “My Arms, Your Hearse” ve Opeth külliyatının en gotik şarkılarından ‘Demon of the Fall’la nostaljik Opeth sevenlerin de gönlünü kazandılar. Kapanış ise önceki akşamınki gibi olmadı… Birçok seyirci ‘Black Rose Immortal’ diye sesi kısılana kadar bağırdıysa da Mikael mikrofonun başına geçip, “Size uzun bir şarkı çalacağız. Sonra da vedalaşacağız. Ama ‘en uzun’ şarkıyı çalmayacağız. Uzun bir şarkı çalacağız. Teşekkürler” dedi ve Opeth tüm öfkesiyle, gücüyle ‘Deliverance’ı çalmaya başladı. Ufak boyun ağrılarıyla geçen bu perşembe gününü borçlu olduğumuz şarkı olan ‘Deliverance’ ile 13 buçuk dakika boyunca dünyadan uzaklaşıp Opeth’in evreninde yaşadık.
Sadece bu senenin değil, son yıllardaki en iyi kapalı alan metal konserlerinden birini bir gece değil, iki gece birden gerçekleştiren Opeth, 5 yıllık özlemi fazlasıyla giderdi. 9 yıl önce açık bir mekanda da izlemiş olarak söylemek isterim ki, kapalı mekandaki diri bir Opeth’in tadı bir başka oluyor. En güzel noktaysa metal müzik türünde kariyerini sürdüren birçok grubun aksi yönde gidip sadece kendi keyiflerine göre müzik yaptıkları için birçok farklı profilden insan aynı şarkılarla güzel bir akşam geçirdi. Arayı açmayacağınızı umuyor, kas gevşetici krem sürmeye gidiyoruz.
Buyrun setlist’e:
14 Ağustos
1)’The Grand Conjuration’
2)’The Leper Affinity’
3)’Cusp of Eternity’
4)’Heir Apparent’
5)’In My Time of Need’
6)’Face of Melinda’
7)’Ghost of Perdition’
8)’Sorceress’
9)’Demon of the Fall
10)’Deliverance’