YEEZUS

YEEZUS


Kanye West


Nevrotik “George Bush doesn’t care about black people” çıkışıyla 2005’de canlı yayında geçirdiği cinnetle gönüllerimize zirveden giren deli oğlan Kanye, Bush yönetimine haklı tepkisini kendine has absürd üslubuyla dile getirse de hiçbir zaman karşısında “Yol ver gidelim, Kanye’yi ezelim” mega-yaratıcılığında bir sloganla karşılaşmadı. Bush kabinesindeki hiçbir bakan Dumbledore alıntıları tweetlemedi. Tabii Bush’un aklına oranın Necati Şaşmaz’ı Chuck Norris’le görüşmek de gelmedi. Ne demeli, aramızda okyanus olsa da şu anda Kanye’nin yıllar önceki cinnetini anlamlandırabiliyoruz. “Her ülkenin kendine has bir Nixon’ı vardır, biz de yaşamalıymışız demek ki bunları” diyerek politik girişimizi sonlandırıyoruz. #direnkanye

Altıncı albümünde Kanye efendi yine all-star prodüktör kadrosuyla PES’de Barcelona ile oynamanın keyfini yaşıyor, prodüktörlerinden halı sahada rahat iki takım kurulur dedirtiyor. Kimler yok ki stüdyoda; Daft Punkgillerden Thomas Bangalter, Gessaffelstein, Brodinski ve Rick Rubin’i tahtaya yazarsın, takımı daha sonra bunların etrafında kurarsın. Albüme yancı olarak destek verenler de James Blake, Skrillex, Bon Iver ve Frank Ocean gibi mütevazi isimler… Albüm bu geniş paletteki sanatçılarla müzikal bir zenginlik kazanırken, doğal olarak hafif bir kafa karışıklığını da istemeden de olsa doğuruyor.

Bizim deli/dahi oğlan, bu albümde klasik janrı dışında yelpazesine “acid house” ve “Chicago drill” sound’larını da eklemiş. Yeezus, 2010’daki efsane albümü “My Beatiful Dark Twisted Fantasy”den bile daha “dark” ve daha “fantastik” bir albüm olmuş. İlk haftasında sadece Amerika’da 350 bin satışla Billboard Top 200’a bir numaradan alçakgönüllü bir giriş yaptığını da dipnot olarak geçelim.

Albümün kayıtlarını mütevazi Paris loft’unda tamamlayan Kanye; “Bu nasıl memleket arkadaş, sabah akşam croissant yedirdiler içim şişti, ekmek kafalı oldum” diyerek de horozlara veryansın etmiş. Entellektüel birikimleriyle nam salmış Kardashian kardeşlerden Kim olanı ile seviyeli ilişkilerinin meyvesini yakın zamanda alıp; “Ben çocuğuma cins bir isim koymazsam bir yerlerim şişer” diyen West, kızına “North West” adını koyuvermiş. Ne diyelim Allah mesut etsin, allah akıl fikir versin Kanye sana.

Albümün açılış şarkısı On Sight, Daft Punk soslu endüstriyel ezgilerle dinamik bir giriş şarkısı olmuş.

Black Skinhead; Gessaffelstein ve Brodinski etkisinin hissedildiği albümün ikinci single’ı olurum diye bağıran şarkısı.

I Am God hakkında çok yorum yapmaya gerek yok, rahatsız Kanye yine iş başında. Bu kafayla giderse camide içki içmeye de kalkar bu adam dedirtiyor. “I just talked to jesus/He said what up yeezus” dersem anlarsınız sanırım.

Albümün ilk single’ı New Slaves, Frank Ocean yardımlı ve “Fuck you and your Hampton house” sözleriyle yine kodamanlara laf çakmadan duramıyor.

Blood on The Leaves, Nina Smone sample’ları ile tadından yenmiyor.

Hold My Liqour’da Bon Iver başbakanı Justin Vernon vokalle coşturmuş.

Bound 2  ise eski usül soul’a bandırılmış Kanye sound’u ve “One good girl is worth a thousand bitches” sözüyle dinleyenin kalbinin ümüğünü sıkıyor.

New York Times’da okuduğum bir makaleden alıntı yapmak gerekirse: “Kanye West müziğin Michael Jordan’ıdır” diyebiliriz. Yeezus biraz “karanlık” biraz da “sevgilisinden yeni ayrılmış kafası karışık kız” gibi olsa da, Kanye efendi yine muhteşem bir iş çıkarmış. Kavrukstar, eski tariflerine az Trent Reznor dokunuşu ekleyerek yine füzyon mutfağında harikalar yaratmış. Tamam en iyi Kanye albümü değil fakat alışılagelmişin dışında ve formları kıran bir algoritma yazılmış yine tahtaya .Ve Kanye yaramaz bir çocuk gibi pastel boyaları eline alıp güneşi maviye ve bulutları kırmızıya boyayarak; yine hepimizin yüzüne gülücüğü kondurmuş.

PS: New York Times’da makale falan okumuyorum, sırf sosyetik olsun diye yazdım; siz de ne desem inanıyorsunuz yahu.