WHERE THE HEAVEN ARE WE

WHERE THE HEAVEN ARE WE


Swim Deep


Britpop’a gençlik aşısı operasyonunda gözaltına alınan Swim Deep, ilk albümü Where The Heaven Are We ile sorgu koltuğumuza oturuyor.

– Bu işe nerede ve nasıl bulaştın?

Birmingham’da yapacak bir şey bulamıyorduk. Her genç İngiliz grup gibi Londra’ya gitmenin hayalleriyle yanıp tutuşuyorduk. Peace ve JAWS gibi gruplarla, 90’lara ve britpop’a olan özlemimizi notalara dökmeye karar verdik. B-town olarak adlandırılan hareket sadece bundan ibaret. İnanın kötü bir niyetimiz veya suçumuz yok.

– Honey ve King City gibi albüm öncesi single’larla göz önüne geldiğiniz iddiaları hakkında ne diyeceksiniz?

King City’nin hiçbir suçu yok. Britpop’a yardım ve yataklık ettiği suçlamaları tamamen asılsız. O dönemlerde surf pop’la fazla vakit geçiriyorduk; King City de bu dönemimizin bir parçası. Honey’nin nakaratının gençler arasında bir motto haline gelmesine (Don’t you dream in your sleep it’s just lazy) ise mani olamadık. Her şey çok hızlı gelişti. Ama yaptığımızdan kesinlikle pişman değiliz.

– Albümü yaparken Charlie Hugall’dan yüklü miktarda ödenek aldığınızı inkar edecek misiniz?

Charlie Hugall, Where The Heaven Are We’nin prodüktörlüğünü yaptı. Ödenek iddiaları iftira; yalanın daniskası. Florence & The Machine ve Dizzie Rascal gibi isimler şahidimizdir. Kendisi daha önceden onlarla da çalıştı.

– Bu albüm hangi amaca hizmet ediyor? Britpop’la olan karanlık ilişkilerinizi de mi inkar edeceksiniz?

Intro’ya bakarsanız, bir önceki single’ımız, She Changes The Weather’dan esintiler göreceksiniz. Francisco ise Austin’in naif vokallerinin kendisini baştan belli ettiği, sound’umuzun ise The Cure’un azmettirmesi ile farklı yönlere gittiği bir şarkı. Emir büyük yerdendi anlayacağınız, gençtik ve çaresizdik… O synth’lerin başka bir açıklaması olabilir mi zaten?

– Make My Sun Shine’da Stone Roses’ın maşalığını yapmanıza ne demeli?

Açıkçası onların bas sound’undan etkilendiğimizi inkar edemeyiz. Ama o dönem, daha çok Amerikan lo-fi gruplarını dinlemekle geçiyordu vaktimiz. Stone Roses’la bir tanışıklığımız olduğu iddialarını inkar etmiyoruz. Ama şarkının gidişatını dikkatle incelerseniz, bu iddiaların aslı astarı olmadığını görürsünüz.

Aynı şey Red Lips I Know’da da geçerli. Ian Brown’a, John Squire’a saygı duymak suçsa suçluyuz evet. Ama bizim amacımız, eskiden beri arası bozuk olan  grunge ve britpop’un arasını yapmaktı bu şarkıda.

The Sea’nin vasat olduğunu ise kabul ediyoruz. Honey ve King City gibi single’ların ardından yükselen beklentiye karşılık veremediğimizin farkındayız. Gençliğimize verin…

– Albümün orta tempoda seyretmesinden dolayı suçlanıyorsunuz…

Bizim amacımız, 90’lar dönemindeki İngiliz grupların salaşlığını ve gamsızlığını tekrar yaşatabilmek. Bunun için vitesi fazla arttırmamamız gerektiğini düşündük. Tıpkı piyasaya sürüldüğü yaz mevsimi gibi olsun istedik. Salaş, vurduymaz ve gamsız. Ama bir yandan da, ferah ve dreamy bir sound’u olsun istedik.

– Austin’in vokalinin synth’ler arasında kaybolduğunu da mı inkar edeceksiniz?

Ne yapabiliriz ki? Bu kadar soft sesi olan bir adamla heavy metal mi yapsaydık? Bizce müziğimizin amacına gayet iyi hizmet ediyor kendisi. Yaşımızın ve yaptığımız müziğinin rengini yansıtmak suçsa, Austin suçlu. Kanıtların yeniden incelenmesini ve Where The Heaven Are We’nin dikkatlice dinlenmesini talep ediyoruz.

Bunun ilk albümümüz olmasından ve yaşımızın genç olmasından dolayı hatalarımız var. Ama bu suçlamaları hak edecek bir şey yapmadığımıza inanıyoruz. İlham aldığımız gruplar fazlasıyla var; britpop kitabımız, indie pop namusumuz. Son şarkımız She Changes The Weather’daki shoegaze gitar ve Bombay Bicycle Club kombiniyle bunu gösterdiğimize inanıyoruz. Mükemmel olmadığımızı biliyoruz ve mükemmel olmak da istemiyoruz.