AM

AM


Arctic Monkeys


Amerikan yapımı 72’ Telecaster için anasını babasını satacak indie-severler, “Motorum ve Ben” isimli dergiye üye hard-rock-müptelaları, “Kulağa hoş gelen ne varsa dinlerim” diyen popçular ve kısacası herkeslerin felaket heyecanla beklediği beşinci Arctic Monkeys albümü AM internete sızdı, piyasaya sürüldü, biz onu sindirdik, hatta konserini bile izledik. Şimdi sıra notlandırmada. Kağıt kalem çıkart Alex Turner; yazılı yoklama başlıyor.

İlk olarak dikkat çeken; “Değişmeliyiz, durmadan değişmeliyiz!” diye tutturan Alex Turner ve çetesinin artık değişimini neredeyse tamamlayıp, “Olmuş” mertebesine ulaştığı…

Çok değil, yedi sene öncesine kadar Sheffield’ın simitçi bıyıklı, gitara zekice abanan indie grubu olarak sevdiğimiz Arctic Monkeys’e bu süre zarfında neler olmuş, AM nasıl oluşmuş ve grup ne gibi değişimler geçirmiş bir inceleyelim…

2005’te, daha sonradan Justin Timberlake’in devralacağı Yonja’nın müziklisi gibi değil gibisi olan sosyal medya platformu Myspace’in ünlü ettiği Arctic Monkeys, şu anda formülü tamamen tersine çevirmiş durumda. Artık, Arctic Monkeys’in ünlü ettiği site olarak anılan Myspace, devre ayak uyduramamakla birlikte internetin averaj dehlizlerinde “Külüstür” damgasıyla dolanmakta… Peki Arctic Monkeys nasıl hep daha iyiye evrildi?

Çıkış şarkılarından Fake Tales Of San Francisco’da “You’re not from New York City, you’re from Rotherham” dedikten sonra Amerika’nın piçi olarak; bok attığı gruba dönüşen Arctic Monkeys, bunu ikiyüzlülükle yapmayıp, değişimi kucaklamak ne kelime, değişimle orgy yaparak bugünlere geldi. Ulaşamadığı, pek bilmediği ve aslında gıptayla baktığı dünyaya; sırtına vurula vurula sokulan Turner ve çetesi, bu dünyadan ne nefret etti, ne de bu evrene kayıtsız kaldı.

250 metre öteden bela kokan alt-üst-eşortmanı üniforma etmiş bir grubun; Lanvin takım elbiselere, Dior Homme deri ceketlere geçişini izliyoruz. Liseden yeni mezun olmuş atarlı ergenin “Geçiş dönemi saçı” olarak tabir ettiği orta-uzun saçla gezen gençlerin; jilet gibi saçlara kavuşmuş erkeklere dönüştüğüne şahit oluyoruz. Konser çıkışında Fred Perry sponsorluğundaki groupie’lerle bira içen bir vokalin artık Alexa Chung ve Arielle Vandenberg gibi başka evrenlerin bir başka kadınlarıyla değil içki içmek, nikahtan döndüğünü duyuyoruz. Şarkı sözlerine bir kulak kabarttığımızda ise tek gecelik yarım-hatırlanan seksüel maceraların etrafında sürüklenen delikanlıların artık olgunlaştığını ve seksi buldukları şeylerin de bu yedi sene içinde evrildiğini anlıyoruz.

Öncelikle, prodüksiyondan bütünlemeye kalan Whatever People Say I Am, That’s What I’m Not’ı düşününce prodüktör James Ford’un sırtını bir güzel sıvazlamakta fayda var, hakikaten kırk fırın ekmeği gruba sonunda afiyetle yedirtmiş…

İkincil olarak sound’da topyekün olmasa da değişime inanan, Humbug’la bütün neşeli-gitar-müziği dinleyenleri ters köşeye değil, ters stadyuma gönderen grubun şu anda geldiği noktayı detaylı incelemekte fayda var. Bir The Horrors veya Bowie gibi ani rota değişimi yok grupta. “Gideceğin yere beş dakika geç varırsın yavrum, yavaş sür arabayı” mantığı belki de AM’i AM yapan dengeli kararlardan birisi olmuş.

2007’de piyasaya dünya çirkini kapağıyla sürülen Favorite Worst Nightmare’i alıp 2011 çıkışlı Suck It And See’ye evermeye çalıştığınızı düşünün. Fakat oturup öyle çılgın ev partilerinde veya kimin elinin kimin arka cebinde olduğunu bilmediğimiz Hollywood kulüplerinde gerçekleşmesin bu tanışma… Düz bir mantıkta, sağlıklı bir şekilde başlayıp evrilsin bu ilişki. Üniversitede tanışılan, bir iki sene oynak bakışlarla heyecanın tavan yaptığı, uzun uğraşlar sonrasında ağızdan biraz buse, daha az vantuz olan bir ilişki düşünün. Aileler tanışsın, bir iki sene nişanlı kalınsın daha sonra evlenilsin. İşte bu zaman alan birbirini tanıma ve beraber evrilip bir olma hikayesini Arctic Monkeys istediği sound’la boğuşup debelenerek yedi senede başardı. AM, grubun en iyi albümü ama kesinlikle uzun yıllar sürecek kariyerlerinin en iyi albümü olarak anılmayacak.

Humbug’ın ter ve bira kokan erkeksi gitar riff’lerini hatırlatan iki şarkıyla perde açılıyor. Do I Wanna Know?, stüdyoda parlatılmış drum machine kick’leriyle albümün kapısını kırarken sözleriyle Arctic Monkeys’i iki senede bile çok özlediğimizi hatırlatıyor. Her dinleyene The Sevgili’sini hatırlatacak, onun şerefine iki kadeh daha fazla içirtecek şarkının ardından Josh Homme’un on senedir yazamadığı şarkı R U Mine?, sorularla dolu albüm girişine parça tesirli mayını döşüyor.

 

 

R U Mine?’dan hızını alamayıp “Tahir Baba, bir tane de yolluk koy” diyenleri kucaklayan One For The Road, The xx’den ödünç alınmış ikinci gitarlarıyla dikkat çekerken Arabella, albümün rotasını ufaktan kaydırmaya başlıyor. Rakı Balık olmayan R&B’den etkilendiğini The Guardian’dan Posta’ya kadar birçok basın organına açıklayan Turner’ın R&B incilerinden ilki olan bu şarkı; “Yandım çavuş Arielle Vandenberg, bir bardak su ver de içem” sözleri ve cayır cayır gitarlarıyla Londra Menkul Kıymetler Borsası’nda günü karlı kapayanlardan…

Bir diğer R&B sevdalısı Why’d You Only Call Me When You’re High? ise, ölüyü canlandıracak Eminemvari ritmi ve felaket derecede zekice yazılmış sözleriyle albümün bayrak sallayanları arasında. “Kutu kutu pense, elmayı yerse” yerine “Kutu kutu bira, akıllı telefonumu verin lan, sağa sola salça olacağım, sevişmek benim de hakkım” diye giden şarkıdan biraz önce gelen Mad Sounds’a hemen bir parantez açalım. Paralel evrende Ian Curtis’in prodüktörlüğünde Iggy Pop’un yazabileceği ve Lou Reed’in söyleyebileceği bir ballad’a benzerliğiyle dikkat çekiyor şarkı. No. 1 Party Anthem ise, paralel evrende James Ford’un prodüktörlüğünde Alex Turner’ın yazabileceği ve Alex Turner’ın söyleyebileceği bir ballad’a benziyor, keza paralel evrene ihtiyacımız yok. Şarkı zaten kanlı canlı karşımızda…

 

 

Fireside, The Last Shadow Puppets single’larının kayıp kardeşi olarak dikkat çekerken, arada kaynayan I Want It All, albümün tek patates şarkısı olarak dikkat çekmiyor. Çünkü az önce söylediğimiz gibi arada kaynıyor.

Queens Of The Stone Age’in belalısı Josh Homme, AM’i Arctic Monkeys yerine After Midnight olarak açtığını söylemiş. Yetkili bir abi olarak, çok doğru söylediğini düşünüyoruz. İlk iki albümün alt metni; “Off-licence’tan-alınan-ucuz-kutu-biraların-üstüne-litrelik-su-şişelerine-konan-votka-karışımları-eşliğinde-girilen-kulüplerde-hareket-eden-her-şeyle-yatmak” olarak analiz edilebilirdi. Son iki albüm ise hayatın tokatını yiyen modern erkeğin evde yalnız başına düşünmesi, eski defterleri açması, her şeyi sorgulayıp durması, farkına varmadan tek başına sarhoş olması olarak kodlanabilirdi. AM ise gerçekten geceyarısından sonra dinlenmesi gereken, ya da güneş batmadan dinliyorsanız geceyarısı sonralarını hatırlatan, düş kurdurtan, hayal ettiren bir albüm. Önceki albümlerin aksine, votka-martini içen, Dior Homme takım elbisesiyle kafaları döndüren, “Bu kızlarla ben sevişmiyorum, sen sevişmiyorsun, kim sevişiyor lan?” sorularının cevabının saklı olduğu çekicilikte bir atmosfere sahip.

Kapanışa yaklaşırken karşımıza çıkan Knee Socks hem albümün, hem de Arctic Monkeys’in en iyi şarkılarından. Klasikleşmiş jilet keskinliğindeki Jamie Cook gitarları, Alex Turner’ın direkt gözünüzün önünde canlanan söz yazımı, çalması gerektiği gibi çalan Matt Helders’ın davul aranjmanı ve şarkının üstüne funk tozunu boca eden Nick O’Malley’nin bas ritmi modern bir pop klasiğinin formülünü delikanlılar gibi afişe ediyor.

 

 

Alex Turner, yedi sene önce punk-şair John Cooper Clarke’ın I Wanna Be Yours şiirini şarkısında kullanan bir grupla tanışsa, kuvvetle muhtemel bu durumla ilgili ironik bir şarkı yazardı. İlk albümün olası hit’lerinden olacak şarkıda, grubun vokali yüzde doksan kendini beğenmişlik ve sahte-entellektüellikle suçlanıp itin kabaetine sokulurdu. “I wanna be your vacuum cleaner, breathing in your dust” biraz “Saçındaki toka olayım, nefesin olup içine dolayım” tadında sözlere sahip olsa da, öyle vurucu bir albüm kapanış şarkısı ki, omurilikten refleksle albümü tekrar başa aldırıyor.

NME gibi goygoya gönülden inanan müzik dergilerinin “Yılın en iyi albümü, hatta son on yılın en mega-iyi albümü, Alex Turner da hemen peygamber olsun.” gibi abartılı betimlemelerine inanabilirsiniz, inanmayabilirsiniz. AM bizce son on yılın en iyi albümü kesinlikle değil.

Fakat Arctic Monkeys bu gidişatta ve bu ivmeyle ilerlerse, ya bir sonraki albümüyle son on yılın en iyi albümüne imzasını atacak, ya da bir albüm daha beklememiz gerekecek. Açıkçası AM sayesinde kulaklarımızda bayramın alası kutlanıp, halaylar çekilirken bizim bu “Son bin yılın en acayip, çok muhteşem mega şampiyon albümü” diye lanse edilecek bir pazarlama harikasını dinlemeye acelemiz pek yok, keyfimiz yerinde. Biz böyle iyiyiz, ya siz?