MGMT


Mgmt


İncelememizdeki kilit sözcüğümüz “Süt”. Bu kelimeyi, MGMT’nin kafasını Everest’in zirvesine çıkaran türlü katkı maddeli şeyleri betimlemek için kullanacağız. Ona göre!

Oracular Spectacular ile nesini sevmiştik hipster başkentinin? Gerçek bir pop hit’i nasıl yazılırın cevabını bir değil, birçok şarkıyla cevaplayan MGMT, o dönemin indie dancefloor’larını himayesi altına almıştı. Üstüne bir de Andrew VanWyngarden ve Benjamin Goldwasser’in hipster sonbahar – yaz kreasyonunu belirleyen dış görünüşü eklenmişti. Sığırca bir tabirle, hem göze hem de kulağa hitap etmeyi başarmıştı ikili. Kalantor moda dergileri ve en cafcaflı müzik dergilerinin kapağında Brooklyn’in iki gülü vardı artık. Hit makinasının vücut bulduğu albümdü Oracular Spectacular.

Ardından Congratulations geldi. Geldi gelmesine, ama dünyanın en kötü artwork’lerinden biriyle geldi. Dış görünüş, “Bu ne la?” dedirtse de, paketi açınca karşımıza çıkan manzara, bizi taa Sibirya’lara kadar sörf yapmaya yeltendirecek cinstendi. Kantarın synth pop ve indie disco şeklinde ağır basan yanı, ikili tarafından süresiz kadro dışı bırakılmıştı. MGMT bir ikiliden öte, tam anlamıyla bir “müzik grubu”ydu artık. Belki de ilk albümün zamanla yüzeyselleşmeye başlayan popülaritesinden köşe bucak kaçmak, dağlara taşlara vurmak istemişti MGMT kendini. Ama bunun yerine bol miktarda “Süt” tüketmeye karar verdiler. Göğe doğru yükselen kafalar psychedelic rock’la dost hayatı yaşamaya başladı. İlk albümün koşu yolunda bir iş bekleyenleri sağa, topu da sola yolladı Brooklynli hipster başkanlar. İlk albümün ticari zekasını battal boy çöp poşetine, Congratulations’ın müthiş iniş çıkışlarını da gözümüze gözümüze soktular. Şunu baştan söyleyelim; Congratulations ilk albümü alır, 12’ye katlar ve Belgrad Ormanı’nda 100 tur koşu yaptırır. Ama bu demek değil ki, ilk albüm çok çok iyi değil. Bu örneği sadece Congratulations’ın ne kadar iyi bir albüm olduğunu tanımlamak için kullandık. Sakin ol şampiyon!

Gel zaman git zaman. “Süt” miktarında kontrol dışı bir damping yaşandı. Grup, “Pop” tanımından üstüne sümüklerini sürecek kadar iğrendiklerini söylüyordu röportajlarda. Bir yandan da Andrew VanWyngarden’ın albüm kayıtları sırasında akıl sağlığı bakımından Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ne teğet geçtiği haberleri yayıldı.

Derken Record Store Day 2013 kampanyası dahilinde, aynı zamanda MGMT albümünün açılışını da yapacak ilk single Alien Days geldi. Görüldüğü kadarıyla Congratulations’dan sonra aynı mahallede top sektirmeye devam ediyordu MGMT. Öyle aman aman bir değişiklik yoktu. Psychedelic rock’a ekmek banmalar ve çevresinde gelişenler, şarkının ana başlığıydı.

 

 

“Aman ne güzel, oh canıma değsin” diye sevinmedik mi? Sevindik. Ama ne kadar yanıldığımızı albümü en az 8 kere çiğneyip yuttuktan sonra anladık. Her bünyeye göre olmayan yeni albüm, gavurun “Easy listener” dediği kolaya kaçan kulaklarca sindirilmesi oldukça zor bir albüm. Özellikle ilk beş şarkının ardından, ikilinin yaşadığı buhranları görmek için görüntüyü “Zoom”lamanıza bile gerek yok. Pop’dan uzaklaşalım derken, anti-pop olalım derken “Süt”ün ucunu bayağı bir kaçırmış hipster sevdicekler. Belki onlar kadar “süt” içersek, sindirim kolaylaşabilir. Ama bu riski göze almak demek, hayatın diğer alanlarıyla ateşkes antlaşmasını bozmaktan farksız olur bir yandan.

Albüme dönersek; weirdo’luktan yıkılan Cool Song No. 2, The Flaming Lips’e doğru yaklaşırken, bas gitarı en büyük silahı olarak kullanıyor. Sondaki oryantal synth’ler ikilinin yolculuk yaptığı boyutlara açılan kapılardan biri gibi sanki. Zira Mystery Disease’de de Animal Collective’i öttüren bir deneysellik girişimi var. Ve bunu da bayağı güzel kıvırıyor grup. Üçte üç gidiyoruz değil mi şimdiye kadar?

 

 

Introspection’ın 1968 tarihli Faine Jade şarkısının cover’ı olduğuna inanmak çok zor. Zira MGMT, tapuyu üstüne geçirmek için elinden geleni yapmış. Çok da başarılı olmuş. “Peki adam, nesi var lan bu albümün? Hep övdün” diyorsanız, buyurun “Süt” banyosuna.

A Good Sadness’la beraber MGMT’nin Hisseli Çok da Harika Olmayan Kumpanyası start alıyor. En başından söyleyelim, dikiş-nakış, el işi, İtalyan işi veya neyle uğraşıyorsanız bir kenara bırakın. Zira bir şeyle uğraşmadığınızda bile algınızı tek başına hallaç pamuğu gibi atabilecek bir MGMT deneyimi başlıyor.

İkilinin; kendi bildiğini, sahip olduğu bol “sütlü” haleti ruhiyeyle okumaya başladığı an A Good Sadness’la beraber başlıyor. Animal Collective’i suya götürüp susuz getiren deneysellik; enstrümanların, üstüne kat kat kıyafet giydirilen erkek çocuğu gibi birbirinin üstüne binmesi algıya elveda, 22. boyuta merhaba dedirtecek cinsten.

Glitch – electronic’le arkadaş olmaya çalışırken, ağzından çıkanı kulağı duymadığı için her şeyi eline yüzüne bulaştırıyor Astro-Mancy. Mars’ta yazılmış olsa mükemmel bir ballad sayılabilecek ama bizim dünyamızda yakıt sorunu yaşayıp yüzeye çakılan I Love You Too Death’le MGMT’ye has weirdo’luk hızla devam ediyor. Oracular Spectacular şarkısı gibi başlayıp, hem kendi kendinin hem de bizim kafamızı karıştıran Plenty of Girls in the Sea; MGMT’nin her bünyenin kaldırmayacağı anlarından biri olarak daha kayda geçiyor.

Kapanış şarkısı An Orphan of Future’ın, Syd Barrett’a saygı duruşunda bulunan dur – kalkları ile nefis bir kapanış şarkısı olduğu gerçeğini söylemeden geçmek fazlasıyla ayıp olur. MGMT’nin ne istediğini kendisinin bile bilmediği anlarda bile birçok gruptan daha üstün olabileceğinin kanıtıdır bu şarkı aynı zamanda.

Lakin “Anti-pop” takılalım derken, kendi yoluna döşediği engellere takılmaktan kurtulamıyor MGMT. Evet, kötü bir albüm değil MGMT. Ama doğal evrim zincirini kıracak kadar fazla yükleniyor kendine ikili. Belki uzunca bir süre hava almaya ihtiyaçları var Ben ve Andrew’un; ama bunu kendilerine söyleyip, onları ikna edecek birine de ihtiyaçları var.