EL PINTOR

EL PINTOR


Interpol


2000’ler başında yaşanan ve bir neslin dünya çapında yaşanan ekonomik krizi umursamamasını sağlayan garage rock’ın ikinci baharı bizlere çok şey kazandırdı. The Strokes, The White Stripes, The Vines, The Hives ve Black Rebel Motorcycle Club gibilerinin başını çektiği isimler, 70’lerden aldığı ilhamla pop ve hip hop’ın en kalitesiz örneklerinin cirit attığı MTV yayın akışını adam etmeye başladı. 56K modem ve Shubuo’nun kral olduğu, bir albümü saatler süren bekleyişin sonunda indirebildiğimiz, Bulgar CD’nin korsan müzik tarihine adını altın harflerle yazdırdığı bu dönemde MTV’deki Alternative Nation’ın ağzının içine bakıyorduk. Bu dar kotlu, yağlı saçlı abiler ve ablalar bize gitar müziğinin gücünü iyice idrak ettirdiler.

Lakin; aralarında öyle biri vardı ki, bizleri kolumuzdan tuttuğu gibi karanlığa sürükledi, ergenlik bunalımlarımızın en unutulmaz marşlarını yazdı.Ian Curtis’den beri işleri ana akımda kesat giden post-punk’ı evlat edinen iliklerine kadar New York işlemiş dört kişi, evvela şehirdeki underground kulüplerde adını duyurmaya başladı. Yukarıda bahsettiğimiz diğer grupların çoğunun yırtık dar kot, ceket ve yağlı saç tercihine sırt çeviren Interpol, müziklerindeki karanlığın aynası olan pahalı takımlar ve janti görünüşleriyle aradan sıyrılıyordu. Oluşan hype en sonunda karşımıza Turn On The Bright Lights şeklinde çıktı. Ardından gelen Antics, ikinci albüm sendromunu kuyuya attı. Indie label’larını terk ettikleri Our Love To Admire, ilk iki albümdeki ihtişamın ve Interpol’ün potansiyelinin hakkını tam olarak veremedi. Akıl sağlığı için reçetelerce ilaç ve yüzlerce seans yazılması gereken Carlos D’nin Interpol mesaisine son vermesinin hemen ardından yayınlanan 2010 tarihli Interpol’un yaşattığı hayal kırıklığına ise malumunuz.

Grubun sound’unun bir bütün olmasında eşit paya sahip dört kişiden birinin ayrılması New York’lu grubu kötürüm bırakmıştı. Grup, kimyasını kaybetmişti ama bir yandan da alışılageldik post-punk sound’undan farklı bir şeyler denemek istiyordu. Bu istekleri sahip oldukları dinamizmin paramparça olmasına ve durgun olduğu kadar vasat bir sound’a sebebiyet verdi. Evet; başarılı denemeler de vardı ama hiçbiri ilk iki albümle yükselen beklentileri karşılayacak kadar güçlü değildi. Aradan dört yıl geçti ve “Küllerinden doğmak” kalıbı Interpol içerisindeki karşılığını buldu. Birçokları için kolaya kaçmak olarak tanımlanabilecek ama bazen yeni şeyler denemekten bile riskli olan “Köklere dönüş”ü seçti Interpol.

Grupların eski popülaritesini kaybettiğinde sarıldığı “Köklere dönüş” kampanyalarının fiyaskoyla sonuçlandığına çok kez tanıklık ettik. Aradan geçen zamanın çok şey alıp götürdüğü/farklı özellikler kazandırdığı müzisyenlerin yıllar evvelinde yaşadıkları hissiyata veya icra ettikleri müziğe dönmeleri gerçekten zor. Bu denemelerin birçoğu, kendileri olamadıklarını her notasında belli eden sahte şarkılarla sonuçlandı. Peki; bu durum Interpol için de geçerli mi? Self-Titled albümle çöküşe geçen New York’un karanlık prensleri yıkımın eşiğinden dönmeyi başardı mı? Bu sorunun cevabı çok net; hayır!

Şaşı bakıp şaşırdığınız zaman grubun isminin anagramı olduğunu fark edeceğiniz ve İspanyolca’da ressam anlamına gelen El Pintor için yapılabilecek en mantıklı özet tanım bize göre; Antics Part 2.

Albüm kayıtları sırasında turnede çalıştıkları müzisyenleri veto eden Paul Banks’in basları bizzat çalmış olması, Dengler’ın yokluğunun izlerini silinmesine ve ona en yakın performansa kavuşulmasını sağlamış. Bunun gruba sağladığı asıl büyük fayda ise karman çorman olmuş Interpol kimyasının ayağa kalkıp silkelenmesi. Bunu grubun album öncesi çıktığı konserlerdeki duruş ve performansından da anlamak mümkün. En janti takımını çeken Interpol, artık kendisiyle barışık, en güçlü özelliklerinin farkında olan ve gerçekten de “Aç” bir grup.

Albümün ilk single’ı kimliğiyle tanıştığımıza çok memnun olduğumuz açılış şarkısı All The Rage Back Home, son iki albümdür kaybolmaya yüz tutmuş Interpol dinamizminin düğmesine basıyor. Daniel Kessler’in bıçak gibi keskin ve aynı zamanda kesik kesik gitar riff’leri Antics’dekine benzer bir şekilde hazır bekliyor. Paul Banks’in özel hayatında hastası olduğu hip hop’ın parıltılarını vokal performansına yakından bakarsanız rahatlıkla görebilirsiniz.

Umut vaat eden bu single’ın ardından sazı eline alan My Desire, uzun zamandır duyduğunuz en Interpol şarkı olabilir. İlk dinleyişte hafızalara kazınan ve Kessler’in gitar melodilerinin yerinde durmadığı şarkıyı Turn On The Bright Lights’taki prodüksiyonun daha oturaklısına sahip ama aynı ruhu taşımayan Anywhere izliyor. Yüksek ihtimalle single olarak karşımıza çıkacak Anywhere, kolay sindirilebilir bir Interpol şarkısı. Ama grubun en ihtişamlı zamanlarının yansıması olmaktan da öteye gidemiyor.

Albümün gerçek anlamda potansiyelini göstermesi Same Town, New Story ile başlıyor. Aksak gitar melodilerinin yanında dikkatimizi çeken ilk şey Banks’in kurban olduğumuz bariton vokaline başvurmaması. Sesini hiç olmadığı kadar yumuşak duyuyoruz Banks’in. Antics’e koysak hiç sırıtmayacak şarkının son çeyreğindeki performans, özlediğimiz Interpol’ün bizleri karanlık kollarına tekrar aldığı saniyeleri içeriyor. Yine Antics ihtişamını taşıyan My Blue Supreme ise albümün en göz alıcı anlarından biri bizce. Falsetto’yu keşfeden Paul Banks’e Sam Fogarino ile Daniel Kessler’ın uyumu eşlik ediyor ve Interpol kataloğuna üst sıralardan girecek bir şarkıya kavuşuyoruz.

Şarkı sözlerinin kişiselliği ve şiirselliği ortalama bir Paul Banks performansı beklentisindekileri şaşkına çevirecek kadar iyi. Helena Christensen’le bal kaymak ilişkisi Paul Banks’i karanlık prens kimliğinden uzaklaştırmamış. “Eski Interpol” arayışında olanlara güçlü basları ve temposu ile istediğini veren Everything is Wrong, Obstacle 1’ın uzaktan kuzeni Break 1 gibi şarkılar El Pintor’u ortalama bir albümden daha fazlası yapıyor ve Interpol’ün ne kadar önemli bir grup olduğunu tekrar hatırlatıyor.

Turn On The Bright Lights kalibresinin iki tık altındaki set ve çiğ sound’lu Ancient Ways’in ardından gelen Tidal Wave, El Pintor’un en önemli anlarından biri. Spaghetti Western izlerken şarkı yazmaya bayılan Daniel Kessler’in gitarlarının belkemiği olduğu şarkı, karanlık Interpol romantizmini her notasında hissettiriyor. 10 puanlık nakarat da ayrıca takdir edilesi.

Interpol’den müzikte yeni çığırlar açmasını veya Arcade Fire gibi değişimi mükemmel bir şekilde hayata geçirmesini beklemiyoruz. Üçlü, 2010 sonrası karşı karşıya kaldığı ölüm kalım mücadelesinden lavların içine giren Tarkan gibi eskisi kadar güçlü bir şekilde çıkmayı başarıyor. Kendisinin ne olduğunun farkına varıyor ve Antics’den beri yayınladığı en iyi albümle geri dönüyor. Sakın bir yerlere kaybolmayın, size çok ihtiyacımız var.