THE MAGIC WHIP

THE MAGIC WHIP


Efsaneler ölmez, Blur bölünmez


Bu satırları yazabiliyor olmak bile fazlasıyla mükemmel bir his… Hakkında uzun cümleler kurabileceğimiz, daha da önemlisi doya doya dinleyebileceğimiz yeni bir Blur albümümüz var.

Ufak tefek şeylerden kolayca heyecan duyabilen biri olarak yaşamım boyunca en sevdiğim, her albümünü santim santim bildiğim, b-side’larına öz evladım gibi baktığım Blur’ün, 12 yıl aradan sonra yeni bir albümle geri dönüş yapması üzerine söylenecek o kadar çok şey var ki…

1991’de Leisure’la hikayesine başlayan, Life Trilogy ile en popüler zamanlarına ulaşan, 1997’deki sarı çiçek Blur’le tam anlamıyla rayına oturan, 13’le kalıplarını aşan Blur’ün The Magic Whip’le gerçekleştirdiği geri dönüş müzik piyasası için şüphesiz ki çok şey ifade ediyor. Grubun her anını ezbere bilenler için neler ifade ettiğini ise kelimelere dökmek gerçekten güç.

Britpop’un adını koyan, lise çıkışı kavgasından hallice The Battle of Britpop’ta Oasis’le karşılıklı cephe oluşturan, her şeyden önce ayrı ana babadan kardeş dört kişinin tutkulu aşkına sahne olan Blur’ün geri dönüşünü, iptal olan İstanbul konserinin de yer aldığı 2013 turnesinin Hong Kong ayağına borçluyuz. Hong Kong’da plansız olarak verilen beş günlük ara sırasında “öylesine” bir amaçla klostrofobik ve karanlık Avon Studios’a adımını atan Blur, neredeyse umudu kestiğimiz yeni stüdyo albümünün ateşini kazara yaktı.

Daha öncesinde 13’in prodüktörü William Orbit’le girdikleri stüdyodan elleri boş çıkan İngiliz grup, Damon Albarn’ün “Yeni bir Blur albümü olmayacak.” açıklamasıyla, bir hayali daha da uzak bir hayal haline getirdi. Orbit ve Albarn’ün karşılıklı kanlı-bıçaklı açıklamaları, kayıt aşamasının ne kadar zor geçtiğini gösteriyordu…

Damon Albarn’ün kontrol delisi bir adam olması, diğer üç Blur üyesinin toplamından daha büyük egosu ve bir dünya farklı projeyle yelpazesi sınırsız genişlikteki müzisyen kimliğini tatmin ediyor oluşu hesaba katıldığında, bir Blur hayranı için hayat gerçekten de zor bir hale geliyordu. Hele ki son “gerçek” Blur albümünün 13 olduğunu düşünenler için…

Graham Coxon’ın Think Tank evvelinde gruptan ayrılması, eşsiz Blur kimyasının bozulmasına sebep olmuştu. Dünyanın en utangaç adamı ve müzik piyasasındaki en yetenekli gitaristlerden birinin, kardeşi Damon Albarn’le yaşadığı ego sürtüşmesi son 20 yılın en önemli gruplarından biri olan Blur için son sandığımız şeyin başlangıcıydı.

Think Tank her ne kadar fazlasıyla derin bir albüm olsa da birçok yönden Blur değildi. Kendisi için daha çok Damon Albarn’ün solo kariyerinin ilk ayağı tanımını kullanmak bile mümkün. Bu tanımın ne kadar doğru olduğunu, geri kalan üç Blur üyesinin eşi benzeri zor bulunur kimyanın bozulmasının ardından grubu rafa kaldırmasından da anlayabiliriz. Bir belgeselden çok daha ötesi olan, adeta bir kardeşlik bildirgesi kıvamındaki 2010 yapımı No Distance Left to Run’ı izlediyseniz dediklerimi çok daha iyi anlayacaksınız.

2008 sonunda yeniden birleşen Blur’ün, Graham Coxon’ın ayrılmasını hesaba katarsak, 14 yıllık bir boşluğu doldurması kolay değildi. Neyse ki Blur sıradan bir gruptan çok daha ötesiydi. Neyse ki dört kardeş, birbirlerine ne kadar ihtiyaçları olduğunu fark edecek kadar büyümüştü.

Damon Albarn’ün Gorillaz ve The Good, The Bad & The Queen’in de aralarında bulunduğu onlarca farklı janrdan nasiplenen projeleri öz evladının yerini asla tutamazdı. Alex James’in kendini şarap ve peynire emanet etmesi öz evladının yerini asla tutamazdı. Dave Rowntree’nin, “Ülke ve dünya meselelerinde benim de lafım olsun.” diyerek siyasete atılması öz evladının yerini asla tutamazdı. Graham Coxon’ın yaşanan tüm kırgınlıkların ardından kendini alkol ve solo kariyerine adaması öz evladının yerini asla tutamazdı.

Hong Kong’daki beş günlük stüdyo deneyiminin kazara ateşini yaktığı The Magic Whip’in son şeklini alması iki yılı buldu. Damon Albarn, bu beş günlük aradan bir albüme hayat verecek materyalin çıktığını düşünmüyordu. Neyse ki Graham Coxon’ın bu kayıtları adam edebileceğini düşünmesi imdadımıza yetişti. Normalde böyle bir şeye kolay kolay izin vermeyecek Damon Albarn, Graham Coxon’ın “Şu kayıtlara bir göz atayım mı?” teklifini geri çevirmedi.

Coxon; Modern Life is Rubbish, Parklife, The Great Escape ve Blur gibi İngiliz grubu tanımlayan albümlerin prodüktörlüğünü üstlenen Stephen Street’le giriştiği detaylı sürecin sonunda The Magic Whip’in ana hatları ortaya çıktı. Hong Kong’da yapılan kayıtların, Damon Albarn’ün iPad’indeki sample’larla birleşmesinin sonucu Graham Coxon’ı yeni bir süreç daha bekliyordu.

Röportajlarda da belirttiği üzere Graham Coxon, bu kayıtları yıllar süren yokluğunu telafi edecek ve Blur hayranlarıyla arasını tam anlamıyla düzeltecek bir araç olarak görüyordu. Bu düşüncenin de ekstra itici gücüyle Damon Albarn’ün karşısına tekrar dikildi. Kayıtları dinleyen Damon Albarn, kolay kolay duyamayacağımız cümlelerle Graham Coxon’ı şaşırttı. Ortaya çıkan sonucu çok beğenen Albarn, The Magic Whip’i tamamlamaya karar verdi. O sırada solo albümü Everyday Robots’ın turnesiyle meşgul olmasına rağmen soluğu tekrar Hong Kong’da aldı. The Magic Whip’in her anında hissedebileceğimiz Uzak Doğu aromasını tamamlayacak şarkı sözlerini yazmasının ardından, Alex James ve Dave Rowntree’nin bölümleri kaydedildi. 12 yıllık Blur’süzlüğü bitirecek The Magic Whip böylelikle son şeklini almış oldu.

The Sun’da yer alan bir yazı, bizleri aynı gün içerisinde The Magic Whip’ten haberdar olacağımız basın toplantısına taşıdı. Ortada yeni albüm namına hiçbir haber yokken böyle bir durumla karşılaşmak fazlasıyla heyecan vericiydi. İlk single Go Out’la başlayan geri sayım sonucunda The Magic Whip’in tamamına kavuştuk.

Böyle bir albümün her şarkısını ayrı ayrı incelemezsek, Coffee & TV’deki süt kutuları öbür dünyada yakamızı bırakmaz. O yüzden üstümüze düşeni büyük bir keyifle yaptık.

Lonesome Street

What do you got?
Mass produced in somewhere hot

12 yılın ardından karşımıza çıkan ilk Blur albümü bizleri bu sözlerle karşılıyor. The Great Escape’te yer almak için yaratılmış olmasına ve hatta Blur’ün Britpop hanedanlığının zirvesindeki halinden bir alıntıymış gibi durmasına rağmen bir şarkı ne kadar 2015 kokabilir? Cevap: Çok!

Life Trilogy dönemindeki Blur’ün taze bir sound’a evrildiğini düşünün. Ya da düşünmeyin; Lonesome Street’i dinleyin. Graham Coxon’ın Syd Barrett’a saygı duruşunda bulunan vokal bölümlerine de selam söyleyin.

 

New World Towers

Damon Albarn, artık Colin Zeal gibi karakterler yaratmıyor. Bira, futbol ve İngiliz popüler kültürüne dair şarkılar yazacak çağı da çoktan geçti. Hong Kong gibi dev ve kaotik bir şehirde atılan temelin de etkisiyle, The Magic Whip fazlasıyla “Şehirli” bir albüm. Country House’un yerinde koca koca gökdelenler var artık…

The Magic Whip, Damon Albarn’ün ikinci solo albümü gibi olma tehlikesini Everday Robots’tan etkileşimler alarak engelliyor. New World Towers, bu etkileşimleri en fazla hissedebileceğiniz iki şarkıdan biri. Durağan yapısını Graham Coxon’ın Uzak Doğu esintili gitar melodileri ile tamamlayan, tam anlamıyla modern bir şehir masalı.

Berlin dönemi David Bowie albümlerinin yaratıldıkları şehirden ne kadar ilham aldıklarını bilenler, The Magic Whip’in Hong Kong’dan aldığı ilhamı görünce en güzelinden bir déjà vu yaşayacaklardır.

 

Go Out

The Magic Whip’i bizlere müjdeleyen ilk single olan Go Out, Mr. OK’le tanıştığımız garip videosuyla hafızalarımıza çoktan kazındı. 13’in deneysel cesareti ve elektronik altyapısının üstüne, Graham Coxon’ın 1997 çıkışlı Blur’ü etkisi altına alan gitarlarını ekleyin. Karşınızda Go Out’ı bulacaksınız.

 

Ice Cream Man

Aslında Ice Cream Man ve The Magic Whip bizlere çok önceden müjdelenmişti. Nasıl mı?

İşte böyle:

Ksilofon ve synthesizer sesleri arasından konuşmaya başlayan Damon Albarn, The Magic Whip’in en naif anlarını yaşatırken, ilerleyen saniyelerde devreye giren Alex James’in basları, Ice Cream Man’e Parklife döneminden kalma bir nostalji etiketi yapıştırıyor.

 

Thought I Was A Spaceman

Aslında Hyde Park’ı mesken bellediğini öğreneceğimiz Spaceman’in hikayesi, en iyi icracılarından birinin Damon Albarn olduğu İngiliz melankolisini drum machine ve Graham Coxon’ın naif vokalleri eşliğinde karşımıza çıkıyor. Anti-solo’ları ile günümüzün en yetenekli gitaristlerinden birisi olduğunu The Magic Whip’te de sık sık kanıtlayan Graham Coxon, ağırlığını koyduğu anlarda şarkıyı zirveye ulaştırıyor. Thought I Was A Spaceman, Blur deneyselliği ve yine Blur’e özgü yalnızlık hikayelerini özleyenleri çok mutlu edecektir.

 

I Broadcast

Life Trilogy döneminin 2015 aynalarından biri olan I Broadcast, enerjik yapısıyla 1992 çıkışlı single Popscene’in varisi rolünü üstleniyor. Bu yaz Blur’ün yer alacağı festivallerden birine gitme şansını yakalayacak olanlar, bu şarkı eşliğinde Blur usülü bir enerji patlamasına tanıklık edeceklerdir.

Damon Albarn’ün şen kahkahasını esirgemediği ve şempanze alt kimliğiyle muhtemel bir yeni Gorillaz albümünü müjdelediği kısımlara dikkat.

 

My Terracotta Heart

The Magic Whip’in kardeşlik türküsü olarak tanımlayabileceğimiz şarkı, aslında Damon Albarn tarafından Graham Coxon’a söylenmiş olması kuvvetle muhtemel sözleri bir araya getiriyor. Everyday Robots’ta yer alan Hollow Ponds’la yakın akrabaymışçasına başlayan My Terracotta Heart, Graham Coxon’ın ağlamaklı gitar melodileri ile “Gramon” bromance’ini bilenlere duygusal anlar yaşatacaktır.

 

There Are Too Many Of Us

Damon Albarn’ün David Bowie’den aldığı ilhamın yoğunca hissedildiği şarkı, Dave Rowntree’nin askeri trompet vuruşları, yaylılar ve synthesizer eşliğinde Out of Time’ın The Magic Whip’teki yaklaşık karşılığı olmayı başarıyor. Albümdeki “Şehirli” etiketinin neden bu kadar baskın olduğunu en iyi özetleyecek işlerden biri.

 

Ghost Ship

Damon Albarn’ün hastası olduğu ve ne yazık ki geçtiğimiz yıl aramızdan ayrılan Bobby Womack’e hafifçe bir saygı duruşuna hazır mısınız? Alex James’in harika funk basları eşliğinde, “Gerçek Graham Coxon bu!” dedirten gitar riff’lerinin sırtında taşıdığı Ghost Ship, albümün en keyifli anlarından biri. Buna rağmen Damon Albarn’ün Hong Kong’un okyanusunda boğulmasına engel olamıyoruz…

 

Pyongyang

Albümde işlenen modern hayat, teknoloji ve şehir temasının çıkış yeri olan Hong Kong’dan Kuzey Kore’ye doğru uzanıyoruz. Damon Albarn’ün Kuzey Kore’nin başkentine yaptığı ziyaretin şekil verdiği Pyongyang, karanlık atmosferi ve hafif sıklet politik şarkı sözleriyle The Magic Whip’in temelindeki çimento görevini görüyor.

 

Ong Ong

Bu albümde mega hit diye adlandırabileceğimiz bir şarkı yok. Onun yerine çoğu Blur albümünde olmayan bir istikrar ve bütünlük var. Bunun haricinde dinleyenleri Tender’a ışınlayan bir şarkı da var. Pyongyang’le oluşan kara tabloyu silip süpüren Ong Ong, modunuzu zirveye ulaştırmakta güçlük çekmiyor. “I wanna be with you” kısmıyla tribünlere de oynayan şarkının Blur’ün canlı performansları sırasında ortalığı karnaval yerine çevireceğini düşünüyoruz.

 

Mirrorball

Parklife’ın This is a Low’u varsa, The Magic Whip’in de Mirrorball’u var.

12 yıl aradan sonra gelen ve “Allahım n’olur Blur kariyerindeki son perde olmasın.” diye dualar ettiren The Magic Whip’i kapayan Mirrorball, yaylılar ve Graham Coxon’ın gitar melodileri sayesinde mükemmel bir deneyim yaşatıyor. “Kapanış şarkısı” olmanın getirdiği ağır sorumluluğu taşımayı biliyor. Spagetti Western sponsorluğunda İngiliz melankolisi yaşamak isteyenler, Mirrorball sayesinde bol bol mendil tüketebilirler.

 

Sonuç olarak, eski miraslarından nemalanmak gibi bir amacı asla gütmüyorlar. Para pul umurlarında değil, kariyerlerinde yeni bir çığır açtıkları falan da yok.

The Magic Whip, o eşsiz Blur kimyasının hala yerli yerinde olduğunun ve dört kardeşin yıllar sonra birlikte müzik yapmaktan ne kadar keyif aldığının en büyük kanıtı. Böyle önemli geri dönüşlerin çoğunlukla “Az daha para kazanalım.” niyeti taşıdığı günümüzde, her şarkısıyla çok duygusal ve özel bir bağın simgesi olmayı başarıyor The Magic Whip.

Think Tank’la son bulduğunu sandığımız Blur kariyeri, eğer gerçekten son bulacaksa The Magic Whip gibi bir albümle son bulsun. Tabii son bulmasa çok daha iyi olur…