BLACKSTAR

BLACKSTAR


Bowie'den veda busesi


Sanki sırtımızda Looney Tunes’taki 1 tonluk yüklerden varmışçasına kaleme sarılmak çok zor zanaat. Ölünün arkasından laf söylenmediğini daha önce duymuştuk, ama ölünün arkasından albüm kritiği yazmak zorunda kaldık… Halbuki biz bu albümü onun hayatta olduğunu bilerek masaya yatıracağımızı düşünüyorduk… Hayaller ve gerçekler arasındaki o kalın duvara bir kez daha çarpacağımızı nereden bilebilirdik? Hem de ne duvar…

Hayattayken sıradan ve sıkıcıyla işi olmayan, hep ileriyle, çok ileriye gitmek ve yeni kapıları ardına kadar açmak isteyen David Bowie’nin ölümünün de sıradan olmasını beklemiyorduk. Ama bu kadar özgün olmasını da beklemiyorduk. 25. stüdyo albümü Blackstar’ı tıpkı yılların sessizliğini bozan bir önceki albümü The Next Day gibi doğum günü olan 8 Ocak’ta yayınlayan David Bowie, iki gün sonra hayatını kaybetti. 69 yıla 690 yıllık yaşanmışlık ve ürün sığdıran Thin White Duke, hayatının son 18 ayını kanserle mücadele ederek geçirirken en büyük dayanma gücünü müzikten aldı.

İlk olarak albümle aynı ismi taşıyan şarkı ve videosu ile büyük bir “Buradayım!” mesajı verdi. Bu mesajın şifrelerini çözebilmek için videoyu defalarca izlerken, David Bowie’nin vizyonu bir kez daha iş başındaydı. On yıllarca müziğin aksını kıran adam, garanti oynamak varken kendine yakışanı yaptı. Detaylar, katmanlarla dolu bir sound ve her kelimesinden farklı bir alt metin çıkarılabilecek şarkı sözleriyle Blackstar, 9.5 dakikalık bir manifestoydu. Bu manifestonun ardından Bowie’nin yazdığı Broadway müzikali Lazarus’a ismini veren şarkının videosunu izledik.

David Bowie’nin ölüm haberinin ardından bu videoyu bir kez daha izlediğimizde selplaklarca ağlayabilecek hale gelmiştik… Ölüme müzikle direnen David Bowie, çoğumuzun yaşamdan elimizi ayağımızı çekmemizi sağlayacak bu durumu sanata çevirmişti. Video, Thin White Duke’un son 18 aydır içinde bulunduğu durumu hem görsel, hem de işitsel anlamda açığa vuruyordu.

David Bowie’nin uzun süreli dostu ve prodüktörü Tony Visconti’nin bugün yaptığı açıklamalar, Blackstar’ın bilinçli bir veda albümü olduğunu öğrenmemizi sağladı. Bowie, giderayak tek vazgeçemeyeceği huyu olan üretkenliğine sarılmıştı.

Yukarıda anlattığımız sebepler, Blackstar’ın negatif yanlarını buharlaştırmaya yetiyor. Çünkü bu albüm, hikayenin devamını sağlayacak bir parçadan öte, hikayeyinin kendisine yaraşır bir sonla bitmesini sağlayacak nokta.

David Bowie’nin New York’ta bir caz kulübünde düzenli olarak çalan Donny McCaslin ve arkadaşlarının grubunu bizzat yerinde, habersiz bir şekilde izlemesiyle başlayan Blackstar serüveni, The Next Day günlerine dayanıyor. McCaslin ve arkadaşlarıyla New York’taki butik bir stüdyoya kapanan David Bowie, ilk olarak 2014 yılında yayınladığı iki şarkı, ‘Tis a Pity She Was a Whore ve Sue (Or in a Season of Crime)’ı kaydediyor. Kayıtlar, grubun fusion-jazz kökenleri ve Bowie aromasının ilk buluşma noktası oluyor. Bu iki şarkının ardından albüm kaydı başlıyor.

Bowie’nin hastalığını öğrendikten sonra kayıt sürecinin hızlandığını tahmin ettiğimiz Blackstar, toplam 7 şarkıdan ibaret. Bu 7 şarkıdan ikisi, ‘Tis a Pity She Was a Whore ve Sue (Or in a Season of Crime)’ın yeniden kayıtlarından oluşuyor. Sonik füzyonların gel gitiyle dev bir dalgayı andıran Blackstar, albümün ihtişamlı açılışını yapıyor. Davul ritmi ve üflemeli çalgıların modern birlikteliğinden meydana gelen ‘Tis a Pity She Was a Whore, orijinaline göre daha dinamik bir form yakalayarak bayrağı açılış şarkısından devralıyor.

Saksafonun Blacktar’da önemli bir yeri var. Hemen hemen her şarkıda Donny McCaslin’in saksafon sololarını duyabilmek mümkün. Yeniden birleşen LCD Soundsystem’ın hemen hemen her şeyi James Murphy’nin perküsyonların başına geçtiği iki Blackstar şarkısından biri olan Girl Loves Me, şarkı sözlerinde barındırdığı “Where the fuck did Monday go?” cümlesiyle Bowie’nin ölüm haberini aldığımız bugüne cuk oturuyor. David Bowie’nin kutsal Berlin üçlemesine en fazla yaklaştığı anlardan biri olan şarkı, yakında grubuyla Salon İKSV’de izleyeceğimiz harika davulcu Mark Guiliana’nın ritimleriyle ön plana çıkıyor. Derken ballad kısmı geliyor…

Bowie olur da ballad olmaz mı? Olur, hem de alası olur. Dollar Days, Blackstar’ın son iki şarkıdaki enerjik yapısını dinlenme odasına alıyor ve nostalji aşısını basıyor. Akustik gitarın varlığını kendini en fazla belli ettiği şarkı olan Dollar Days, David Bowie’nin İngiltere’den ABD’ye geçiş sürecini kelimelerle yaşatıyor. McCaslin’in saksafon solosu ise bu hikayenin melankolik imzası oluyor.

Kapanış şarkısı… Ne yazık ki sadece bir kapanış şarkısı olarak değil, aynı zamanda 25 albümlük Bowie diskografisinin son noktası olduğunu bilerek dinlediğimizde üzüntümüzü milyonlarla çarpan I Can’t Give Everything Away, özellikle altypasıyla Berlin üçlemesinden Low’un ikinci yarısına el sallıyor. Tabii ki şarkı sözlerini Bowie’nin ölümünden haberdar bir şekilde dinlemek, I Can’t Give Everything Away’i çok daha vurucu ve anlamlı bir hale getiriyor. Zaten Bowie’nin kariyerinde öylesine bir an var mı ki? Ne de olsa kolay kolay bir deha olunmuyor. Hele hele ölüme yaklaşırken bu dehayı beşinci viteste kullanabilmek herkese nasip olmuyor. Dehasını son nefesine kadar koruyabilen insanların sayısı, maalesef bir elin parmakları kadar; David Bowie de o parmaklardan bir tanesi…

Bir önceki albüm The Next Day’in nostaljisini mümkün mertebe deneysellikle sınayan, kimi zaman yeniliğe çabalayan, kimi zaman ise eski Bowie albümlerini çağrıştıran Blackstar, artık üzerine tonlarca anlam yüklenebilecek kadar özel bir kayıt…