WILDFLOWER

WILDFLOWER


16 yıllık bekleyişe değdi mi?


Ratatouille, bizim bildiğimiz adıyla Ratatuy, Fransa halkı arasında türlü olarak da bilinen pek basit bir yemek. Patlıcan, kabak, soğan, sarımsak ve biberden oluşan sebze karışımını domates, fesleğen ve kekik türevlerinden oluşan sosun içinde servis ettiğinizde, hem kolay hem de enfes bir yemek kotarmış oluyorsunuz. Bu tarifi averaj bir esnaf lokantası gibi bütün sebzeleri beraber özensizce pişirip üstüne salça basıp servis edebilirsiniz. Aksine bütün sebzeleri ayrı ayrı soteleyip, yavaş yavaş pişirdiğiniz domates, narenciye ve otların bileşimiyle iyi arkadaş yapıp kalpler de çalabilirsiniz. 2007 yapımı aynı isimli, fare-ama-aslında-şef gibi felaket saçma bir senaryoya sahip Ratatouille filminde de gördüğümüz üzere, özen ve tecrübeyle pişen bir yemek en zor beğenen, en huysuz insanı bile çocukluğuna götürüp, hissiyat bombardımanıyla mutlu edebilir.

16 yıl önce Number One TV ve MTV’de çok güçlü bir rotasyonda dönen Since I Left You ve Frontier Psychiatrist’in yetenekleri iyi anlamda kısadevre yapmış yaratıcıları The Avalanches, beşi bir yerde olan kadrosundan daha yalın olan Robbie Chater ve Tony Di Blasi ikilisiyle uzun bir aradan sonra yine sofralarımızda. Wildflower ise, yaklaşık 3500 sample’dan oluşan ilk albüm Since I Left You’nun damakta bıraktığı tada çok yakın bir tarife sahip. Adele, Radiohead, The xx ve M.I.A. gibi birbirinden taban olarak alakasız müzisyenlerin sanatçılar kahvesi olarak bilinen plak şirketi XL Recordings’ten çıkan albüm, az önce saymış olduğumuz müzisyenlerin hepsinin ve daha fazlasının birbiriyle çarpıştırılmış halini andırıyor.

Albüm iki üç döndürmeyle pek bir şeye benzemiyor, biraz daha zaman tanınması, üstüne titrenmesi gereken bir yapıda.

Peki onlarca yeni albüm yayınlanırken, bu süre Wildflower’a ayrılmalı mı? Pek tabii… Chater, bir önceki albümden bile fazla sample kullanıldığını, yasal olarak sample’ları satın alma sürecinin de bu uzun sessizliğe etki ettiğini belirtiyor. Burada süreyi unutup, sample fazlalığına yoğunlaşmamız daha mantıklı. İki nota ve bir davul şablonuyla kotarılan bugünün pop şarkılarına inat kompleks yapısıyla 20 yıl sonra da kulağa roket gibi gelecek bir albüm Wildflower. Gereksiz yere övülen vasat bir Tame Impala şarkısının mastering’i bile uzun süre alırken 3500’ün üstünde sesin aynı düzleme gelmesi, birbiriyle uyum sağlayabilmesi ve bu uyumun da kusursuz olması aslında The Avalanches’ı zamanımızın zanaatkarı yapan esas mesele… Günümüzde az rastlanan ve çoğu müzisyenin yetersiz ve müzik tarihiyle alakasız olmasından dolayı kaynaklanan eksikliklerini grup net bir avantaja çeviriyor.

Jamie xx’in “Ne alaka lan bu şarkı, bu albümde?” dedirten Good Times’ı niteliğinde olup albümde yersizce sırıtan Frankie Sinatra, 1947 kayıtlı kalipso baladı Bobby Sox Idol’dan devşirme bir kulüp marşı olurken albümün en heyecan verici notalarına sahip üç dakikası The Wozard of Iz, Tommy James and the Shondells’in Lost In Your Eyes’ından pek alakasız bir üç saniyeyi öyle bir ustalıkta yeniden düzenliyor ki, insanın yeni müziğe olan inancı zedeleniyor.

Eğer yemek konusuna geri dönersek, The Avalanches elindeki sonsuz çöplük malzemeyi öğütüyor, moleküler yapısını bozarak geri dönüştürüyor, yeni tarifler üretiyor ve sunabileceği en kusursuz yemeği heyecanlı kitlesine Toro Y Moi, Danny Brown, Jonathan Donahue gibi misafir şeflerin de katkılarıyla sunuyor.

Sıfırdan zirveye yükselerek kült statüsüne erişmiş ilk albüm Since I Left You, hiç beklenmedik derecede inanılmaz eğlenceli geçen şehirde o bar senin, bu kulüp benim gezilen bir pazartesi gecesine benzerken Wildflower ise, hiç dışarı bulaşmadan en iyi arkadaşlarla evde YouTube partisine dönüşen bir cumartesi gecesini andırıyor. Albüm klasik bir cumartesiden bekleneni vermese bile, belki de yıllar sonra dönüp hatırlayacağınız, her seferinde farklı kısımlarını tekrar tekrar yaşayacağınız bir gece olmaya oynuyor ve bunu da kusursuz bir şekilde başarıyor.