Jack White için aktif müzisyenler arasındaki en canı nasıl isterse öyle davranan, kendisi dahil olmak üzere kimseyi umursamayan sanatçı diyebiliriz. Belki başka isimler de bu listede Jack White ile anılabilir ancak White’ın kendi plak şirketi Third Man Records‘u kurup dünya çapındaki önemli plak şirketleri arasına sokmasıyla birlikte yaşadığı rahatlığı da görmek mümkün. 2 yıl önce, 2022’de bir sene başında bir de sene sonunda üzerimize birbirinden etkileyici iki albüm attıktan sonra tam olarak sessizliğe büründü. Ki 2022’nin başında çıkardığı “Fear of the Dawn” bugünkü konu başlığımız olan isimsiz yolculuğumuzla da müzikal ve tematik bağları olan bir albümdü. Sene sonunda çıkan “Entering Heaven Alive” ise temelde Jack White gibi tınlayan ama pek ondan alışık olmadığımız düzenlemelere sahip, kendi çizgisinde deneysel bir albümdü. O dönemde katıldığı programlar, verdiği röportajlarda aldığı, “bir sene içinde iki albüm çıkarmak riskli değil mi” sorusuna, “canım öyle istedi” ya da “kendi plak şirketimden çıkarıyorum, o yüzden sorun yok” rahatlığı, belki de ukalalığıyla cevap verdiğini de hatırlamak mümkün…
Sonrasındaysa aradan sadece 2 sene geçti ve Jack White yine kendi istediği gibi davranıp normal şartlarda onun isminin sektörel ağırlığından beklenmeyecek bir tercihle albümü haber vermeden çıkardı. Önce, 19 Temmuz’da sadece üç tane (Detroit, Londra, Nashville) Third Man Records şubesinden plak olarak edinilebileceğini, buradan almayanların albüme erişme şansı olmadığını açıkladı. Sonra tek günlük albüm satışından 15 gün sonra, 2 Ağustos’ta albümü son dakikada haber vererek çevrimiçi müzik dinleme platformlarından dinleyicisine sundu.
“No Name”, ismi, yayınlanışı, pazarlama sürecinin tamamen es geçilmesi gibi detaylar sebebiyle gözardı edilme ihtimali olan bir albümdü. Gelgelelim Jack White’ın 25 yıldır ürettiklerinin verdiği güvenle, en azından sadık dinleyicileri albümü gözden kaçırmadı. Dinler dinlemez de bugüne kadarki solo kariyerinin en canlı, en nefes alan albümüyle karşı karşıya olduğumuzu fark ettik. Bir albümün nefes alması ne demek diye soracak olursanız açayım. Jack White’ın, Meg White ile güçlerini birleştirip The White Stripes’la başardığı şey sadelikti aslında. Çiğ davullar ve fazlasıyla agresif gitarlara eşlik eden akılda kalan vokal melodileriydi. Hiçbir nüansın tadının kaçmadığı, basit ve çekiciydi. Bu da albümün nefes almasını sağlıyordu. İnsan vücudundaki deri gözenekleri gibi albümün de deri gözenekleri hava alıyor “No Name”de. Bunu da 25 yıl önce yola çıktığı adımlarla dinleyicisine vermekten geri durmuyor Jack White. Garage rock’la blues’un birleştiği bir nokta varsa “No Name”, o noktanın ta kendisi. Türlerle kısıtlamak istemeyiz ancak ‘What’s the Rumpus?’ gibi nefis bir disko kırması garage hiti de albümün ortasında keşfedilmeyi bekliyor. Ki burada Jack White’ın yıllardır nazını ve davullarını çeken Patrick Keeler‘ın hakkını vermek gerekiyor. Albümdeki her şarkının iskeletinde Jack White’ın gitarları kadar Keeler’ın basit gözüken ama canlandıran davullarının payı var. ‘That’s How I’m Feeling’, ‘Archbishop Harold Holmes’, ‘Terminal Archenemy Endling’ de Keeler’ın aynı albüm içinde, farklı müzikal üsluplarda da ne kadar mahir olduğunun kanıtları olarak duruyor.
Tıpkı önceki iki albümü gibi Nashville’deki Third Man Records’un stüdyosunda “No Name”i kaydedip prodüktörlüğünü de tek başına üstlenen White’ın albümdeki hikaye anlatıcılığının bir bütünü tamamladığını söylemek biraz zor. Müzik tarafında şarkılar ne kadar birbirini tamamlıyor ve kompozisyon oluşturuyorsa sözlerde ve anlatılan hikayelerde bir o kadar dağınıklık var. Ancak Jack White’ın tematik bir albüm yapmak gibi bir derdi olduğuna da bugüne kadar rastlamadık. Ki bu albümü çıkarmak gibi bir planı olduğunu tam 1 ay önce büyük ihtimalle kendisi, grubu, yakın çevresindeki insanlar ve çalışanları dışında kimse bilmiyordu. Bu sebeple de albümün blues gitarlarının olabildiğince rahatsız edici efektlerin yardımıyla, sesin bozulduğu bir armoniye dönüşmesi ilgi çekici. Bunca yıllık kariyerinde bunu yapma hevesi ve cesareti göstermesiyse saygı duyulası.
Belki The White Stripes günlerindeki kadar ‘punk blues’ yaptığını dile getiremeyiz Jack White’ın. Ancak içinde bulunduğu kurallar bütününden bıktığı da gözle görülebilecek bir gerçek. Solo kariyerine sığdırdığı önceki 5 albümü ve “No Name”i yan yana getirdiğinizde “Fear of the Dawn” ile olan tematik tekinsizliği haricinde net ve fark edilen bir bağı yok albümün. The White Stripes’ın gayriresmi bir yeni albümü gibi. Hatta White’ın sesini kullanışıyla, davul-gitar gürültüsünü bir araya getirince “De Stijl” kulağımızda canlanmakta. Ki ‘Bless Yourself’in içine yedirilen ara çığlıklar ve nefes nefese vokaliyle sadece bu albümü değil, sonraki adımları da heyecan uyandırıyor Jack White’ın. Kafasına göre davranıp, canının istediğini yapıp istemediğini yapmayan tavrı profesyonelleri çıldırtabilir. Büyük ihtimalle de çıldırtıyordur. Ancak bu sayede ortaya çıkan işler “No Name” gibi hem özgün hem de nefes alan albümler ortaya çıkaracaksa Jack White’ın yaptığı her şey haber değeri olmaya devam edecektir…
Puan:⭐⭐⭐⭐
Yazan: Ant Arın Şermet