Senenin o zamanı geldi. Ödül sezonu ve ödül sezonunda adı geçen her filmi izleyip en ince detayına kadar eleştirme döneminin tadı izleyiciler için de sektör profesyonelleri için de ayrı bir keyif. Golden Globes da bu noktada sadece ödül sezonunun başlangıcı değil, aynı zamanda Oscar süreci için en ciddi doneleri ortaya koyan ödül töreni olarak önemini yıllardır koruyor. Bazen hiçbir benzerliği olmayabiliyor tabii, o ayrı konu. Lakin bu sene özelinde öne çıkan filmler zaten belli olmaya başlamıştı. Fransız yönetmen Jacques Audiard’ın Cannes Film Festivali’ne damga vuran “Emilia Perez”i, konusu ve o konuyu müzikal çatısı altında eritebilme yetisiyle en öne çıkan film. Derinlemesine eleştirilebilecek ve tartışmaya açık çok fazla noktası olsa da ABD’deki sinema yazarlarının en favori filmlerinden biri olduğu gerçeği değişmiyor.
Ödül sezonunda adını sık sık duyacağımız ve gelen dedikodulara göre Oscar’da “En İyi Film” için en güçlü aday görülen “The Brutalist” ise tamamen farklı bir yerden sinemaya yaklaşıyor. Kariyerine çocuk denebilecek yaşlarda oyuncu olarak başlayan Brady Corbet’nin en büyük hobisinin 1900’ler mimarisi olduğunu söylediği çok sayıda röportajı var. Mimarinin merkeze oturduğu; göçmenlik, ötekileştirme, yok sayma ve her şeye rağmen hayatta kalıp başarma çabasının 1950’lerdeki filmlerin estetiğiyle sunulduğu film, izleyenlerin yorumuna ve Golden Globes’ta aldığı En İyi Drama Filmi ödülüne bakılınca tam bir büyük film havasına sahip. Bunu yaparken de noir sinemanın kodlarına bağlılığı ve fragmanından dahi anlaşılan ustalıklı yönetmenliğiyle 3 saat 35 dakikalık bir epik iş…
Ödül sezonunun en güçlü iki adayını önce bir tanıttık. Şimdi neden şanslarının daha fazla olduğunu ve Oscar için “En İyi Film” mücadelesi vermesi olası diğer filmleri de konuşmak lazım. Dünyanın gün geçtikçe kutuplaştığı, kutuplaştıkça da azınlıkları, ‘farklı’ olarak tanımlanan kimlikleri yok etmeye çalıştığı bu dönemde bir tarafta maço kimliğiyle bilinen kartellerden birinin trans birey olmayı tercih etmesi üzerine epik bir müzikal ortaya çıkaran Jacques Audiard var. Diğer tarafta göçmen nefretinin bir kimliğe dönüştüğü zamanlardan geçerken ölüm kamplarından kurtulmak için canını ortaya koyarak ABD’ye göçen bir mimarın başarı öyküsünü anlatan The Brutalist. Bir yandan Amerikan Rüyası, bir yandan da bu rüyanın günümüzde kabusa dönüştüğünün eleştirisi… Başta Oscar olmak üzere ödül sezonunda adı geçen tüm ödüllerin artık bu ve benzeri sorunlara görünürlük kazandırmaya çalışıyorlar. Buradaki samimiyet ya da dürüstlük tartışılsa da bir açıdan işe yaradığı gerçeği de var. O yüzden Emilia Perez ile The Brutalist -eğer son dakika bir atak gelmezse- en güçlü adaylar. Ayrıca anlattıkları, dokundukları noktaların yanı sıra çok da güçlü filmler.
Ancak sadece bu ikiliden oluşmayacaktır diye tahmin ediyoruz önümüzdeki 1.5-2 aylık süreç. Misal Conclave. Ralph Fiennes’in kariyerindeki en katmanlı ve çok yönlü performanslarından birine ev sahipliği yapan filmi oyunculuk ve/veya senaryo ödüllerinde görebiliriz. Nitekim burada konuya The Substance ve Anora da dahil olacak. Anora, Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye kazanarak zaten rüştünü ispat etse de Avrupalı izleyiciler ile Amerikalı izleyiciler arasındaki farkı düşününce arada bir yerde kalabilir gibi. Hele ki Golden Globes’ta sıfır çektiğini düşününce. The Substance’taki durum daha farklı. Demi Moore’a 45 yıllık kariyerindeki ilk ödülü getiren film, özellikle oyuncu ödüllerinde parçası olduğu her törenin güçlü adayı. Colin Fargeat için yönetmen ödülü ihtimali de bu doğrultuda ortaya çıkıyor.
Wicked, tam bir gişe filmi olmasının yanı sıra Cynthia Erivo – Ariana Grande uyumuyla adından çokça söz ettirdi ve bunu sürdürecek gibi. A Real Pain ise adından aslında söz ettirmeden, alttan alttan gelen ama dokunduğu açık yaralar sebebiyle sinemaseverleri etkileyen bir iş. Ki buradaki aslan payı elbette Kieran Culkin’e ait. Golden Globes’ta, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu ödülünü kazanan Culkin, A Real Pain’in ödül sezonundaki tek umudu.
Sinemada ödül sezonu başlarken televizyon dünyasında ödül sezonuna hoşça kal diyoruz. 2024’ün gerçek kazananları Emmy döneminde belli olmuş, Shogun ve The Bear konuyu çok farklı bir noktaya taşımıştı. Hacks’in, The Bear’dan En İyi Komedi/Müzikal Dizi ödülünü kapmasıysa aklımızda kalmıştı. Golden Globes’a geldiğimizde de aynı tarifeyi gördük. Shogun, toplamda 4 adaylık alıp hepsini kazandı ve tam başarı yüzdesiyle tebrik etmenin yetmeyeceği bir yere çekti çıtayı. Baby Reindeer da mini dizi alanında resmen konuyu kapattı. Mutlak hakimiyet kuran ve bu kategorideki ödülleri de toplayan dizi, 2024’ün en akılda kalan işlerinden biri olarak tarihteki yerini aldı. Çokça tartışılan ve sonrasındaki kaosu da en az dizide yaşananları anımsatan dizinin yaratıcısı Richard Gadd, yine başrolünde kendisinin oynayacağı yeni bir Netflix dizisinin senaryosunu yazıyor şu günlerde. 2025 bitmeden izleriz belki, kim bilir?