2024’ün daha dünmüş gibi hissettirmesinden uzaklaşamadan 2025’e kafa göz girmeye çalışıyoruz. Bu çabamızda bize eşlik eden noktaysa tabii ki yeni yayınlanan albümler ve sesine aşina olduğumuz grupların çıkış albümleri. Kulaklığına post-punk değmiş birçok müzikseverin birkaç senedir radarında olan ve ilk albümünü yayınlamasını heyecanla beklediğimiz Lambrini Girls, 2025’in ilk harika albümünü üzerimize fırlattı. Brighton çıkışlı grup 11 şarkıdan oluşan 29 dakikalık “Who Let The Dogs Out”ta tam olarak onlardan beklenen çiğ enerjiyi, öfkeyle birleştirmeyi başardı. Esin kaynaklarının en başında gelen Bikini Kill, Hole ve Le Tigre’nin hissiyatını yakaladığımız albüm, sahneyi yönetme konusunda günümüzün en mahir isimlerinden Amyl and the Sniffers’la da oldukça bağdaşlık kuruyor. Yarı Türk yarı Portekizli Lily Macieira-Boşgelmez’in bas gitar ve geri vokalleri üstlendiği grubun sesi olan Phoebe Lunny, adını ilerleyen yıllarda bol bol duyacağımız bir isim. Bandcamp’te kendilerini, “Hayal et, arabanın bagajında ninen var, ağzında bir kruvasanla Bikini Kill’i ilk kez dinliyor. Bu sen olabilirsin. Ama biz asla olmayacağız, çünkü biz ne Bikini Kill’iz ne de senin nineniz. Biz Lambrini Girls’üz. Afiyet olsun” diye tanımlayan Lambrini Girls’ün “Who Let The Dogs Out”ta sunduklarını ve ulaşmaları muhtemel potansiyellerine şöyle 10 metreden çivileme atlayalım.
Lambrini Girls, ezilen, ötekileştirilen, baskı gören her kesimin yanında olan ve onları şarkılarına taşıyarak sesleri de olmaya çalışan bir grup. Geçen sene Filistin’de yaşananlara destek veren bir markanın, çalacakları bir festivale sponsor olmasıyla orada konser vermeyeceklerini açıklayan ikilinin “Who Let The Dogs Out”ta ele aldığı konularda bu doğrultuda şekillendi. Albüm, polis şiddeti, kapitalizm, cinsiyetçilik, savaş ve şiddet karşıtlığı ile nöroçeşitliliğe karşı önyargılar gibi çeşitli toplumsal konuları ele almakta. Özellikle ‘Bad Apple’ ve ‘Company Culture’, bu doğrultuda adını geçirmemiz gereken şarkılar. Çünkü, ‘Bad Apple’, polis şiddetini sert bir dille eleştirirken tıpkı 70’lerde The Clash’in yaptığı gibi, hayattaki her şeyin politik olduğunu mizahi bir dille ifade ediyor. ‘Company Culture’ ise 21. yüzyılda yaşadığını sanarken aslında sadece bir dişli olduğunu fark etmeyenlere öfkeli bir orta parmak. Ki bu noktada sermaye sahiplerinin hiçbir şey yokmuş gibi hayatını sürdürmesi Lambrini Girls’ün öfkesini arşaya çıkarıyor.
“Gentrification is a process of urban developmentIn which a neighbourhood develops rapidly over a short timeChanging from low to high valueOriginal residents, families, single working mothers, low-income householdsAre displaced from the very community that they helped build”
Bünyesinde birçok önemli sanatçıya barındıran City Slang’in en yeni keşfi ve başarısı Lambrini Girls’ün ilk adımından itibaren yanlarında olmalarıydı. Her türlü sanatsal özgürlüğün yanında güçlü bir pazarlama süreci de geçiren “Who Let The Dogs Out”, Rough Trade’in Ocak için seçtiği ayın albümü oldu. Dünyanın dört bir yanında büyük festivallerde yerlerini aldılar. Dublin’deki post-punk sahnesinin modern döneminin ilk gruplarından Gilla Band’den Daniel Fox, albüm sürecinde ikilinin yanındaki isimdi. Albümün prodüktörü de olan Fox, punk müziğin çiğ ve enerjik sound’una, bahsettikleri konulardaki öfkeyi daha iyi geçirmeleri için dolu dolu bir işitsellik ekledi. İlk albümünü yapan bir punk grubu için çok temiz duyulmasının yanı sıra, birbirini tamamlayan şarkılarla da bir bütünlük hissi yakalattı. Albümün temiz duyulması ve her şarkının kendi maksimumuna yaklaşmasında mix işlemini yapan Seth Manchester’ın payı büyük.
Yarın -14 Ocak’ta başlayıp 26 Ağustos’ta bitiriyor- itibarıyla turlamaya başlayacak Lambrini Girls, günümüzün getirdiklerinin yansıması bir grup. Dünyanın hangi ülkesinde yaşadığınız fark etmeksizin -İskandinav ülkeleri hariç- haber bültenini açtığınızda karşınıza çıkan haberlerden rahatsız oluyor, duvara sert bir yumruk indirmek istiyorsanız, “Who Let The Dogs Out” sizinle de konuşması muhtemel bir albüm. Sert. Sinirli. Talepkar. Lafını sakınmayan ve en önemlisi korkusuz bir albüm. Ne diyebiliriz ki, sen çok yaşa feminist punk!
Yazı: Ant Arın Şermet
Puan: 9/10