gizmo varillas: kimliğimin en önemli parçası deniz

gizmo varillas: kimliğimin en önemli parçası deniz


yeni albümünde biz onu, o da kendini keşfediyor


Her geçen gün kendimizi köşeye sıkışmış hissediyoruz, bu bir gerçek. Böyle zamanlarda umuda sarılmaya ve sarıldığımız umudun bizi yalnız bırakmamasına duyduğumuz haklı bir talebimiz var. Bizi gülümsetebilen, umutlandıran şey bazen bir kelime, bir melodi, bir cümle ya da bir şarkı olabiliyor. Hele ki buradaki duygudaşlık sanatçıyla dinleyici arasında aynı düzlemedeyse tadından yenmiyor. 21 Mart’ta, yani Cuma günü 5 yıl sonraki ilk albümünü yayınlayacak Gizmo Varillas ile buluştuk ve “The World In Colour” üzerinden dünyanın renklerini, dünyamızın renklerini konuştuk. Kesin olmamakla birlikte Ekim ayında konsere gelme ihtimali olduğunu da öğrendik. Umuyoruz ki o zamana kadar her şey çok güzel olmaya başlar. Afiyet olsun.

Hazırlayan: Ant Arın Şermet

  • 21 Mart’ta yeni albümün “The World In Colour”ı dinleyicilerinle buluşturacaksın. Bu aynı zamanda 5 sene sonra çıkardığın ilk albüm olacak. Tabii sık sık tekliler yayınlayan bir müzisyen olduğun için dinleyicilerinle aranı açmadın ama yeni bir albüm için 5 yıl bekleme nedenini merak etmekten kendimi alıkoyamadım. Buna ek olarak albümün üretim sürecini senden dinlemek isterim.

Bu kadar zaman almasının sebebi, o süre zarfında hayatımda bir sürü olay yaşanmış olması. Çok fazla şey değişti. En basiti, eskiden Londra’da yaşıyordum. Brighton’a taşındım. Albümü de pandemi sürecinde yazdım. Londra’daki yaşamdan ve keşmekeşten bıkmıştım. Ülkenin güney kıyısına, denizle tekrar bir araya gelmek için gittim. Çünkü denizle aramda çok özel bir bağ var. Doğduğum şehir olan Santander de denize kıyısı olan bir şehirdi. Evimden çıkıp sahile ulaşmak için birkaç dakika yürümem yetiyordu. Tüm çocukluğumu ailemle bunu yaparak geçirdim. Bu alışkanlık benim kimliğime dönüştü ve beni ben yapan şeyin ta kendisi oldu. Londra’da bu ikileme düştüm. Bir birey olarak ‘ben aslında kimim?’ sorusunu kendimi defalarca kez sordum ve denizin, sahil şeridinin beni çağırdığını fark ettim. Çünkü, Londra çok büyük bir şehir ve çok sayıda yaratıcı birey sanatlarını ustalıkla icra ediyor. Bu noktada kendime olan güvenimde bazı sarsılmalar hissettim. Elbette İngiltere’de yaşayan bir müzisyenseniz Londra’dan uzaklaşıp müzik yapmaya devam etmek riskli bir karar. Bu albümümde dinleyeceğiniz şarkılardan ‘Crossroads’, tüm bu sürecimi yalınlıkla anlattığım ve sonraki adımım konusundaki şüphelerimi gösterdiğim bir şarkıydı.

Brighton’a taşındıktan kısa bir süre sonra evlendim. Yavru köpekler sahiplendik. Demek istediğim o ki hayatın tadını çıkarmak istediğimizi düşündüm. Bunu hak ediyordum bence çünkü kendimi her konuda çok zorlayan, hatta tüketebilen bir mizacım var. Doğayla ve denizle daha fazla vakit geçirince hayatımdaki dengeyi sağlamaya başladım. Bu dengeyi sağlayınca da müzisyen tarafım tekrar öne çıktı. Çünkü her zaman ne kadar şarkı yapabilirsem o kadar çok yapayım ve bunları olabilecek en hızlı şekilde dinleyicilerime sunayım istedim. Hayatta kalabilmek başlıca en büyük sanat. Babamı bu süre zarfında kaybettim. Kanser olmuş ve sadece 1 senelik bir ömrü kalmıştı. Albümün kayıtları sürüyordu bir yandan. Tabii ki böyle bir kayıp yaşayınca şarkıların da teması değişti ve birçok şarkıda ondan, onunla olan anılarımdan bahsettim. Onun ardından dünyayı nasıl gördüğümden, dünyanın renklerinden bahsetmeye çalıştım. Ne olursa olsun, ne yaşanırsa yaşansın, hayatın ne kadar güzel, renklerinin ne kadar canlı olduğunu ifade ettiğimi düşünüyorum. O yüzden bu albüm benim için hem çok kişisel hem de evrensel. Umarım o kontrast dinleyiciye de geçer.

  • Senin için de uygunsa The World In Colour’ın kapağına dair konuşmak güzel olur gibi düşündüm. Gati Varillas’ın çektiği ve Steve Stacey’nin son haline getirdiği sarı rengi müziğindeki kontrastla çok uyumlu. Bu noktada albümün adı da daha anlam kazanıyor bizim için. Albümün kapağındaki tercihlerini öğrenmek güzel olur.

Bu fotoğraf, Brighton’da albümü kaydettiğim stüdyonun hemen dışında çekildi. Güneş ve parlaklık çok hoşumuza gitmiş, binaya vuran ışıklardan gözümüzü alamamıştık. Eşimden fotoğrafımı çekmesini istedim. Albüm kapağında gördüğünüz o diyagonal gölge beni asıl etkileyen nüanstı. Çünkü kusursuz bir metafordu. Sanki ışığa atlıyormuşum gibi bir göz yanılsaması oluyordu. Gölgenin verdiği karanlıkla sarının oluşturduğu aydınlık arasında bir yerdeyim. (Gülerek) Ki önceki albümümün adının “Out of the Darkness” olduğunu da hatırlatırım. Bir nevi döngüyü tamamlayıp ikisini birbirine bağlıyorum.

Aynı zamanda kelimenin tam anlamıyla “The World In Colour” olmayı da istemedim. Bunun daha metaforik bir kısmı olmasını istedim. Her şey yaşam ve dünyayla ilgili sonuçta. Bir yandan da renklerden aldığım ilhamı 1960’lar ve 1970’lerdeki albümlere de borçluyum. Çok çiğ ama ruhu olan, otantik işler var o dönemden. O dönemin albümlerini dinlerken sanki sizinle aynı odada çalıyorlarmış gibi hissedersiniz. Ben de “The World In Colour”da bu hissi yakalamaya çalıştım. O estetiğe uzun yıllardır hayranım. İşitsel tarafındaki ilham tabii ki görsel dünyama da geçti ve kullanmak istediğim renk paleti konusunda emin olmamı sağladı. Çok cart bir sarı istemiyordum. Canlı ama solukluğu da olan bir renkti istediğim. O dönemlerdeki albüm kapaklarına, hatta 1950’lere yöneldiğimde istediğimi buldum. Neon renkler istemedim kesinlikle. Her zaman koyu tonu biraz daha öne çıkan renk aralıklarından etkilendim. Birkaç fotoğraf çektik ve Steve Stacey’e nasıl bir dokunuş istediğimizi söyleyip fotoğrafı emanet ettik. O da ortaya bu harika albüm kapağını çıkardı.

1.90.3-AJ7Z2QOI2VJ543HIQRGBMCM7TE.0.1-8

  • Şarkıların dijital platformların gözbebeği desek abartmış olmayız. Dizilerden filmlere, konsol oyunlarından belgesellere birçok yerde kullanıldı. Tahmin ediyoruz ki bu durum tanınırlığına da büyük katkı sağladı. Senin bu durumla ilgili düşüncelerini merak ediyorum.

Müziğimin insanlara ulaşmasında çok büyük bir yere sahipler. Bu yüzden onlara minnettarım. Ancak şu anda dinleme sayılarıma baktığınızda göreceğiniz milyonlara ulaşmak hiç de kolay olmadı. Özellikle ilk albümlerimde inanılmaz bir özveri ve yatırım yapmam gerekti kendime. Şarkılarım insanlara ulaşmadı. Ulaşan da çok ufak bir kitleydi. Lakin şunu biliyordum, bu şarkılar doğru ve olması gereken şarkılar. İnsanların bunu fark etmemesine bir şey yapamam. Doğru zamanın gelmesi için 4-5 sene bekledim ve bir şekilde insanlara ulaştığımda söylediğim şeyin doğru olduğu ortaya çıktı. Zaman doğru olmasa da yaptığım şey ve çabam doğruydu. Zaman da doğru olunca karşılığını aldım. Şunun altını çizeceğim, her şeyi tamamen bağımsız bir şekilde yaptım. Kimseyi müziğimi keşfetmesi için zorlayamazdım zaten. Bunun verdiği sorumluluğun altında ezildiğim günler de oldu ama sonucu hepsine değdi. Bazen insanlar tatile çıkarken bir şarkıya takılır ve o tatil denince akıllarına sadece o şarkı gelir. Bir şekilde insanların hayatının değişmez parçası olursun. O yüzden zaman, bizim işimizdeki en temel parametre. Bir şey yayınlar yayınlamaz insanların onu kucaklamasını ve viral haline getirmesini bekleyemeyiz.

  • Gizmo Varillas şarkıları haricinde de şarkılar yazan ve bu şarkılarla başarıya ulaşmış birisin. Jack Savoretti’ye verdiğin ‘Calling Me Back to You’, Birleşik Krallık listelerinde 1 numaraya çıkmıştı. Bir şarkıyı tamamladığında onu kendin için mi yoksa başka biri için mi kullanma kararını almandaki nüanslar neler?

Çoğunlukla şarkıları kendim için yazıyorum. Kendim için hazırladığım bir şarkının bana tam uymadığını fark edince başkasına veriyorum gibi bir durum da yok. Başka birine şarkı yazıyorsam eğer tamamen sıfırdan çalışmaya başlıyorum ve süreci ilerletiyorum. Başkası için bir şarkı yazarken müziği anlama şeklimin de değişmesi gerekiyor. Ortak bir akıl ve karşımdaki insanı bir müzisyen olmanın ötesinde insan olarak da anlamam gerekiyor. O anın büyüsüne ve spontanlığına da inanan bir şarkı yazarıyım, o yüzden buradaki durum şarkı yaptığım müzisyene göre değişkenlikler gösterebilir.

  • İspanya’da doğup Galler’de büyüdün ve azımsanmayacak bir süredir Brighton’da yaşıyorsun. Sence sürekli farklı kültürlerle temas halinde olsan da köklerindeki İspanyol müziğini sahiplenişin, Gizmo Varillas’ı benzer müzik yapan birçok isimden ayıran nokta mı?

Kendimi her müziğe açık bir sanatçı olarak adlandırabilirim. Geniş skalada bir müzik zevkim var. Farklı kültürlerle iç içe olmak müziğin yanında hayattaki her rengi sahiplenmemi de sağladı. Kendimi hiçbir zaman tek bir kültüre ait hissetmedim. Ne %100 İspanyolum ne de %100 İngilizim. Kendimi bir dünya vatandaşı olarak görüyorum. Bu gezegende yaşıyor ve her şeyini eşit şekilde kucaklıyorum. Milliyetçiler, faşistler, homofobikler gibi insan bozması kimseler hariç tabii ki.

Yaşım ilerledikçe farklı kültürlere olan açıklığım ve onları öğrenmeye olan açlığım arttı. Kültürler arasındaki farklardan etkileniyorum. Müzikte de bu durum geçerli. Farklı kültürlerden gelen müziklerin tarihini ve arka planını derinlemesine inceliyorum. Bunlar muhtemelen beni, olduğum kişi yapıyor. Müzik öyle bir sanat ki, onu öğrenmeye çalıştıkça, derinlerine indikçe kendimi daha iyi tanıdım. Yaptığım her şarkı, yayınladığım her albüm kendimle olan yakınlığımı güçlendirdi. Bir albümü bitirip aradan bir süre geçtikten sonra dinlediğimde, “heh o zaman böyle biriydim ya, doğru” derken buluyorum kendimi. Bu, benim için kendimi keşfetme sürecimin bir sonucu. Bunu yaptıkça kendimi keşfetmeye daha da bilinçli bir Gizmo olarak devam edeceğim. İnsan, bulunduğu her duruma uyum sağlayan, uyum sağladıkça da her senaryonun bir şekilde hakkını veren bir canlı. Beni ben yapan, kimliğimin en önemli parçası deniz. Herhangi bir yerde köküm varmış gibi hissetmiyorum. Benim bütün bağım denizle.

  • Türkiye’de çok sevilen ve dinlenen bir müzisyensin. Hatta “Out of the Darkness” çıktığında Spotify Türkiye direkt seni öne çıkarmıştı. Özetlemek gerekirse 2017’de başladığın kariyerinin ilk İstanbul konseri için umudumuzu korumak istiyoruz ancak “Still Holdin’ On” kapsamında çıkacağın turnede yer almadık. Türkiye’den seninle temasa geçen birileri oldu mu? Yoksa bu röportaj bahanesiyle organizatörlere ve dinleyicilerine bir şey söylemek ister misin?

Senin röportaj talebin o kadar garip bir zamanda geldi ki. Menajerim, Türkiye’den bir konser teklifimiz var diye bana konuyu açtı ve bu teklife balıklama atladım dolayısıyla. Senin talebin de o tekliften bi’ yarım saat sonra geldi. Türkiye dolu bir gün oldu benim için.(Gülerek)

Şaka bir yana, menajerim organizatörle şu günlerde detayları halletmeye çalışıyor. Kesinleşen bir durum yok ancak çok muhtemelen Ekim ayında İstanbul’a ilk kez gelme şansına erişeceğim. Sonbahar turnemin bir konseri olacak bir terslik çıkmazsa. Bir de şu var, nasıl ve neden bilmemekle birlikte Türkiye’den her zaman samimi bir ilgi gördüm. Sizler, beni ve müziğimi hep sahiplenip desteklediniz. Geçenlerde Instagram’dan canlı yayın açmış ve orada şarkılarımı çalmıştım. Türkiye’den bir hayranım adı sanırım ‘İlkan’dı, sohbete ‘Merhaba, ben Türkiye’den hayranınım’ yazdı. Sonra ona birçok kişi ‘aa ben de Türkiye’denim’ diye karşılık verdi. Onu görmek beni gülümsetmiş ve motive etmişti. Bir yandan kültürel olarak da benzerliğimiz var.

  • Akdeniz insanlarıyız, o benzerlik oradan sanki.

Muhtemelen bu sebeple, doğru söyledin. Yine de İstanbul’a gelmeyi her zaman çok istedim ama bir şekilde gerçekleşmedi. Türkiye’ye gelip sizlerle müziğimi buluşturmak bir rüya benim için. Umarım bu rüyayı en kısa zamanda gerçekleştirebiliriz. Hatta kim bilir, belki sen bu röportajı yayınlayana kadar benim konser haberi çıkmış olur.