İstanbul’un şehir festivali Gezgin Salon’un 4. edisyonu için 28-29 Haziran’ı takvimimize çoktan işaretledik. Hatta işaretlemekle kalmadık çalacak grupların bilmediğimiz, gözden kaçırdığımız şarkısı, performansı kaldı mı diye hafızamızdaki gereksiz bilgilere el sallayarak yer açtık. Bu seneki Gezgin’in bir diğer anlamı da bir bayrak değişiminin ertesinde gerçekleşmeye hazırlanması. Yaklaşık olarak 10 sene boyunca Salon İKSV’nin direktörlüğünün yanı sıra Gezgin Salon Festivali’ni de hayatımıza kazandıran Deniz Kuzuoğlu’nun Kasım ayındaki vedasından sonra bayrak çok değerli bir sanatçı ve yönetici olan Rana Uludağ’a geçti. Palmiyeler’e ayrı, Omni Sound’daki seçimlerine ayrı hayran olduğumuz Rana Uludağ, bu seneki müzisyen seçimleriyle kalbimizi bir kez daha kazandı. En geç 1 ay içinde tüm kadronun netleşeceği Gezgin Salon Festivali heyecanı yavaş yavaş içimizi harlamaya başlarken kendisiyle bir araya geldik. Devamı için sizi röportaja davet ediyor, Gezgin’de tatlı tatlı vakit geçirirken görüşmeyi umuyoruz.
Hazırlayan: Ant Arın Şermet
- Geçtiğimiz günlerde kutladığınız 15. yılınızda hazırladığınız videolarda sorduğunuz soruyu bu sefer ben sormak istiyorum. Salon ile yolun ilk kez ne zaman kesişti? Nasıl keşfettin?
Salon’u sanıyorum ki 10 sene önce Palmiyeler’de çalarken keşfetmiştim. Jacco Gardner’ın ön grubu olarak başlamıştık. O sene, Unknown Mortal Orchestra’ya gittiğimi hatırlıyorum. Bir nevi müzisyenliğim sayesinde keşfettiğimi söyleyebilirim.
- Seni yıllardır Palmiyeler grubunun davulcusu olarak tanıyoruz. Aynı zamanda Omni Sound’un da kurucularındasın. Şimdi de Deniz Kuzuoğlu’nun ardından Salon’un yöneticisisi oldun. Birçok önemli ve ilgi isteyen kimliği bir arada yaşarken önceliklerini ve hayatındaki dengeyi korumak için neler yapıyorsun?
Kasım’dan beri buradayım ama aslında alışık olmadığım bir durum değil. Çünkü benim hayatım her zaman böyleydi. İlkokuldan beri kayak yarışçılığı yaptığım için kış aylarım okul yüzü görmeden geçiyordu. Antrenmanlarda ve yarışlarda geçti hayatım. Sonrasında dönüp telafi sınavlarına giriyordum. Böyle böyle birden fazla işin hakkını vermeyi ve her şeye bir şekilde yetişmeyi öğrendim. Davulculuk girdi işin içine. Palmiyeler’den önce de birçok caz grubunda çaldım. Üniversite zaten ayrı bir dünya. Bir yandan kayak yapmaya devam ediyordum, onun yanında Pozitif’te çalışıyordum ve Palmiyeler’le çalıyordum. Ki iki tane de ayrı grubum vardı.
Şu ana geldiğimizdeyse Salon’da olmak, böylesi bir konumun altını doldurmaya çalışmak büyük bir sorumluluk. O yüzden diğer işlerimi biraz daha susturmam gerekti. Palmiyeler’le zaten çok aktif değiliz. Geçenlerde küçük bir Avrupa turnesi yaptık. Dönem dönem bunu yapmak benim için bir el alışkanlığı ve bana iyi gelen bir iş. Stresi, yükü olmuyor.
Omni tarafındaysa önümüze bizi heyecanlandıran bir proje geldiğinde kolları sıvıyoruz. Orada önceden çıkardığımız 3 albümle birlikte bir çalışma şeklimiz ve çalışma ağımız var. O yüzden kesinlikle ağırlığımı Salon’a verdiğim ve diğer tarafları rölantiye aldığım bir dönemdeyim. Bu, zaman içinde daha dengeli bir noktaya ulaşacaktır.
- Palmiyeler ile Salon’da ve Gezgin Salon’da çalmış bir müzisyenken şimdi buradaki karar mercii oldun. Bu değişime alışma sürecin nasıl ilerliyor?
Müzik yönetimine yeni başlamadığım için müzisyenliğimle el ele gidiyor çünkü orada ihtiyaç duyduğum mod değişimini sağlayabiliyorum. İkisinin çok farklı iki kimlik olduğunu kabul etmekle birlikte, birbirlerini beslediğini de ifade etmem lazım. En temelde şu var, ben Salon’u her açıdan deneyimleyen bir insanım. İzleyici de oldum, müzisyen de. Şimdi de yöneticiyim. Bu da bana büyük bir esneklik sağlıyor. Gelen eleştiriler olduğunda da açık iletişim taraftarıyım. Bugüne kadar hep böyle oldu. Bundan sonra da böyle olacak. Hatta eleştiri almayı, övgüden çok daha değerli buluyorum. Çünkü her açıdan görmeye başlayınca o eleştirilerin işimi ne kadar kolaylaştırdığını fark ediyorum.
- Gezgin Salon Festivali’nin şu ana kadar açıklanan kadrosuna heyecanlanmayan bir müziksever bulmak zor. Air ve Slowdive’ın headliner olduğu festivalin kadrosunun son halini ne zaman öğreneceğiz ve ne tarz isimlere yöneldiniz?
Sanıyorum ki 1 ay içerisinde kadronun son halini müzikseverlerle paylaşacağız. Burada bütün süreç bize bağlı değil tabii ki. Sanatçıya bağlı ilerliyor her şey. Süreçler çok uzayabiliyor. Yakında detayları herkesle paylaşacağız.
- Peki sence Gezgin Salon Festivali’ne gelecek belli bir kitle var mı? Yoksa daha geniş kapsamlı bir katılımcı kitlesi mi görmemiz daha olası?
Bence Gezgin’in kitlesini tahmin etmek pek olası değil. Tamino & Cigarettes After Sex senesi daha genç, sonraki sene biraz daha farklıydı. O yüzden bence Gezgin, bir gençlik festivali. Güncel müziğin nabzını tutan bir yerde konumlanıyoruz. Hem Air hem Slowdive ikonik gruplar oldukları için jenerasyonları aşan isimler. Kendi kitlelerini var edebilen gruplar olmaları bizler için değerli. 40 yaşında birini de heyecanlandırabiliyoruz, 20 yaşında bir müzikseveri de. Bu da Gezgin Salon Festivali’nin kimliği için istediğimiz durum.
- Slowdive’ı ülkemizde izlemeyi yıllardır bekliyoruz. Lakin burada hem müzikseverlerin hem de işin profesyonellerinin şanssızlığı aynı gün Fontaines DC’nin ilk İstanbul konseri için Küçükçiftlik Park’a gelecek olması. Hem size hem de Epifoni’ye çok sayıda eleştirel yorum geldi. Bu işin görüldüğünden çok daha kapsamlı ve uzun bir sürece yayıldığını, bir festival düzenlemenin birçok parametresi olduğunu düşünüyoruz. Senden bu konuyu dinleme şansımız olabilir mi?
Organizatörler olarak hepimiz birbirimize saygı duyuyor ve işlerimizin başarılı olmasını istiyoruz. Ancak şu da bir gerçek ki tamamen aynı olmasa da büyük çoğunluğu aynı olan kitleye bu konserleri yapıyoruz. Kimse böyle bir şey istemez o yüzden. Burada yaşanan şey, tarihlerimiz belli olsa da sanatçılara kalıyor her şey. Sanatçıların uygun oldukları tarihler var ve bizler o tarihleri bulmaya çalışıyoruz. Yani az önce anlattığım duruma geliyor konu. Biz elimizden geldiği kadar erken bir şekilde festivalin tarihini paylaşıyoruz ama sanatçının bize verdiği tarihlerin dışına çıkamıyoruz. Çok talihsiz bir denk geliş oldu hakikaten. Bu konuya dair dile getirmek istemediğim bir nokta daha var. ‘Saatleri değiştirin, denk gelmesinler’ gibi yorumlar da aldık. Burada olay şu, biz bir festival olduğumuz ve Parkorman’da uymamız gereken saat kuralları olduğu için 23.30 dendi mi benim ‘dükkanı kapatmam’ gerekiyor tabir-i caizse. O yüzden bizim herhangi bir noktada saatleri kaydırmak gibi bir şansımız yok.
- Bugüne kadar verdiğin röportajlardan okuduğum kadarıyla hayatının kırılma noktası 2016’da yaşadığın sakatlık. Orada çok zor bir süreç geçirip bu sürecin sonunda kendini tecrübelerinle birleşen bir noktadan dönüştürüyor ve yolunu New York’a düşürüyorsun. Bize o dönemi ve o dönemin şu anki Rana Uludağ’ın hayatına etkisini anlatır mısın?
Kayak çok ekstrem bir spor. Hem kendi vücudunun sınırlarını hem de nerede durup nerede hızlanman gerektiğini çok iyi bilmek zorundasın. Riskli kararlar alman ve aldığın riskin marjını doğru hesaplaman gerekiyor. Yoksa yolun sonu ölüme kadar gidebiliyor… 2016 hem müzikte hem de kayakta hayatımın en başarılı senesiydi. Ancak sonrasında talihsiz bir kaza geçirdim ve yürümeyi bile tekrar öğrendim. Uzun süre yatakta kaldım. Benim için birçok açıdan kırılma noktasıydı çünkü hayatımda en uzun süre hedeflediğim şeyi başaramadım o hatam sebebiyle. O bana çok büyük bir öğreti oldu. Sakatlığım sebebiyle yataktan çıkamadığım dönemde ‘ben hayatta ne yapacağım’ sorusuna çok kafa yordum ve şu an yaptığım şeye başlayacağım yolda ilk adımı atmanın doğru olduğuna karar verdim. Nedeni kötü olsa da sonucuna ‘iyi ki’ dediğim bir karardı. Neyle karşılaşırsam karşılaşayım onu arkamda bırakma konusunda itici gücü artmış bir insana dönüştüm. Hedefim doğrultusunda her şeyi yapabilme gücü ve motivasyonu bulabilmemde önemliydi.
Bir de şu var ki yöneticilik de oldukça ekstrem bir spor. Özellikle Türkiye gibi bir ülkede bunu yapınca eski deneyimlerim ve öğrendiklerim beni ben yapıyor. Bir sporcu olarak büyük bir sakatlık yaşamış olmak, şu anki kariyerimde attığım her adımın çok daha kararlı olmasını sağlıyor. Bir şey olmuyorsa, olmuyordur. Ona takılı kalma şansımız yok. Ben Meta’da çalışırken de bunu deneyimledim. İyi bir projen vardır ama sonuçta olmuyordur ya, işte orada onunla vedalaşman ve yenisine geçmen gerekiyor. Müzik sektörü de öyle. Bir sanatçıyı çok istersin ama olmaz. Dünya başına yıkılmamalı ve yenisine geçmeyi bilmelisin. Bir oyun gibi diyebilirim bu yüzden.
- Son olarak, Salon’da izlediğin ya da çaldığın en unutamadığın konseri sebebiyle birlikte sormak istiyorum.
Salon’da izleyip en unutamadığım konser Thundercat’ti. O konser muhteşemdi. Sanatçının da yükseliş zamanıydı. Öyle bir groove vardı ki kendimden geçmiştim. Tek kelimeyle harikaydı. Bir de aslında çalmadığım ama parçası olduğum bir konserden de bahsedebilirim. Palmiyeler olarak ilk kapalı gişe konserimizi Salon’da verdik. Ancak ben o dönemde New York’taydım. Davulu benim yerime Yağız (İpek) çalıyordu. Uzakta da olsam o ilk kapalı gişe konserin haberini alıp story’lerden kutlamaları izleyip çok duygulanmıştım. Hayatım boyunca da unutmayacağım. Hatta Deniz (Kuzuoğlu) o konserin ardından kuliste şampanya patlatmıştı. Palmiyeler’in Salon’la olan bağı çok ayrı.
- Bence sadece Palmiyeler’in değil, senin de Salon’la ayrı ve güçlü bir bağın var.
(Gülerek) Doğru. Vitruta röportajının fotoğraf çekimi Salon’da yapılmıştı. Artık buna kader mi denir? Yoksa Salon’la yolumuz nasıl birlikte örüldüyse hakikaten çok acayip.
- Bir müzisyenin kurduğu tarikata koşulsuz şartsız katılacak olsan bu isim kim olurdu ve neden katılırdın?
Tabii ki Sun Ra. Ayrıca zaten onların topluluğunun bir parçasıyım!