diiv: kafalarını kuma gömerek kum fırtınasından kaçmak isteyenlere kötü bir haberim var

diiv: kafalarını kuma gömerek kum fırtınasından kaçmak isteyenlere kötü bir haberim var


modern shoegaze'in bayrak gruplarından diiv ile modern zaman ağrıları


Zachary Cole Smith’in Beach Fossils’ten ayrılmasıyla birlikte kurduğu, günümüzün en başarılı shoegaze gruplarından DIIV, 26-27 Ağustos tarihlerinde İstanbul’da olacak. 5 yıllık albüm sessizliğini kusursuz bir albüm olan “Frog In Boiling Water”la sonlandıran grup, yeni şarkılarla uğraşmaya şimdiden başladı. Gruptan Colin Caulfield ve Ben Newman ile “Frog In Boiling Water”ı, yaşamanın her geçen gün zorlaştığı bir dünyada distopik bir albüm yapmayı, Depeche Mode’u ve çok daha fazlasını da konuştuk. Kafasını kuma gömerek kum fırtınasından kaçacağını düşünmemenin normalleştiği bir düzlemde 26-27 Ağustos’ta görüşmek üzere. Sizlere de afiyetler!

Hazırlayan: Ant Arın Şermet

  • Geçtiğimiz sene çıkardığınız “Frog In Boiling Water”, diskografinizde ayrı bir yerde duruyor diye düşünüyorum. İşitsel taraftaki tercihleriniz sizi günümüzün en özgün shoegaze gruplarından birine dönüştürürken sözlerinizdeki sarkastik ve eleştirel taraf bu albümü eşsiz bir noktaya taşıyor.  “Frog”da albüm isminiz ve aynı zamanda politik duruşunuzla bir DIIV albümünden daha fazlasını sunuyorsunuz bizce. Siz buna dair ne söylemek istersiniz?

Colin Caulfield: Dördümüz de siyasi ve sosyal konularda farklı bakışlara sahip olduğumuz kadar ortak paydalarda da buluşabiliyoruz. Bu albümde kurduğumuz dünya, ilerlediğimiz yol ve anlatmak istediğimiz şeyler; hissettiğimiz, korktuğumuz, endişelendiğimiz düşünceleri müziğimizle birlikte kusmamızı sağladı. Bütün o hisler, ifade edip müziğe entegre etmeye kısmen de gerek olmayan duyguları ifade ediyor. Ancak şanslıyız ki Cole gibi bir şarkı yazarı grubumuzun parçası. O, tüm bu hisleri şarkı sözlerine dönüştürme konusunda mahir biri. Dördümüzün işitsel taraftaki uyumuysa müziğimizle yeni dünyalar inşa etme noktasında özgün kalmamıza olanak tanıyor.

Ben Newman: Başlarken böyle düşüncelerimiz olmuyor. Her şey doğal bir şekilde başlıyor. Aklımıza şarkıya dönüşecek kısımlar geliyor. Sonra o kısımlar, hayatı gördüğümüz perspektifle buluşuyor. O buluşmanın sonraki adımındaysa, üzerine düşündüğümüz, çalıştığımız her kısım kendi yolunu buluyor.

  • Eğer yanlış biliyorsam düzeltmenize açığım ancak önceki albümlerinizde genelde Zach şarkıları hazırlayıp neredeyse son haliyle stüdyoya getiriyormuş. Bu albümde daha kolektif bir üretim ve herkesin, hemen her şarkıya dokunuşu olmuş diye okumuştum. Yıllar içindeki yazım süreçlerindeki değişimin sizi günümüze getirdiği noktadaki tercihlerinizi detaylandırmanızı istesem ne dersiniz?

Ben Newman: Aslında “Deceiver”da da birlikte hareket etmiştik. “Frog”a benzer bir süreçten geçmişti. Bir odada toplanmış ve enstrümanlarımızla iletişim kuruyorduk. O doğaçlamalar yavaş yavaş “Deceiver”a dönüşmüştü. Bu albümün demo süreci, kariyerimizin en uzun süren aşaması oldu. Tabii ki pandemiydi bunun nedeni ancak yine de geri durmadık ve emin adımlarla, gerekirse yavaş da olsa çalışmaya devam ettik. “Deceiver”a göre bu albümün en büyük farkı, yaptığımız her şeyi önceden planlamamız ve duyduğunuz her şeyi, duymanız gerektiği gibi ortaya çıkarmak için verdiğimiz kasıtlı uğraş. Hepimiz kendi kısımlarımız için ekstra uğraştık. Bu süreç bize aynı zamanda problemler de çıkardı ancak tecrübeli bir grubun yapması gerekeni yapıp problemlere takılıp kalmadık. Aksine, problemlerden dersler çıkarıp adımlarımızı daha güçlü attık. Sonraki albümlerimizde yapmayacağımız hatalar yaptığımızı söyleyebilirim bu yüzden.

Colin Caulfield: Bu albümle birlikte kendimizi nasıl anlamak isterseniz öyle anlayın ama gerçek bir grup gibi hissettik. Hepimiz bir şeyler kattık. Hatta bir şeyler katmaktan ziyade, hepimiz tek bir organizmaymışız gibi yaklaştık “Frog”a. Bu da dinleyiciye yansıdı. Çünkü ne iş yaparsanız yapın, her yaptığınız bir öncekinden daha farklı olur. Her albümümüzde bebek adımlarıyla ilerledik. Misal, “Oshin” tamamen Cole’un işiydi ve biz onun bestelediği şeyi çalıp kaydettik. “Is The is Are”da da durum pek farklı değildi. Ancak şu vardı, Cole tüm albümü hazır halde getirse de kayıt aşamasında bazı değişiklikler ve ortak kararlar alındı. Misal Ben de burada, o da söyleyebilir. Bu değişikliklerdeki en ciddi pay ona aitti. “Deceiver”a geldiğimizde şarkı yazımı aşamasında daha çok müdahildik önceki iki albüme göre. Ütopik bir demokrasiden ve herkesin düşüncesini, temsiliyete dönüştürmesinden bahsetmek mümkün değil. Yine de biz bir grubuz ve bir grupsanız birlikte üretmeyi, şarkıları birlikte geliştirmeyi bilmeniz lazım. Biz de bunu “Deceiver”da oturtmayı başardık. Çünkü kaliteyi ve enerjiyi korumak istiyorsanız grubun her bir üyesinin motivasyonunu ve hevesini korumanız lazım. Bunlar kaybolursa ortaya tek bir kişinin ürettiği şarkılardan oluşan grup gibi gözüken grup olmayan topluluklar kalır. Biz ne onlardan biriyiz, ne de onlardan biri olmayı istemiyoruz. “Frog”da yaptığımız şey bu yüzden de çok kıymetli.

  • Bu albümle birlikte hem plak şirketinizi değiştirdiniz hem de önceki albümünüz “Deceiver”a göre prodüktörünüzü değiştirdiniz. İşitsel taraftaki seçimlerinizde ve şarkıların yapılarında net farklar hissettim sizi uzun yıllardır dinleyen bir hayranınız olarak. Plak şirketi ve prodüktör değişimini sizden dinleyebilir miyiz?

Ben Newman: Captured Tracks dışında hiçkimseyle çalışmamıştık bu albüme kadar. O yüzden etrafta başka hangi şirketler, teklifler ve fırsatlar var diye araştırmaya geçmemiz bizce çok normal bir seçimdi. Bizim müziğe başladığımız zamanla bugün arasında müzik sektörü inanılmaz değişti. Artık bir şirketle görüşürken konuşulan parametreler çok farklı. O yüzden yeni bir şirket seçerken yaratıcı alanımızın bize kalmasıydı tek önceliğimiz. Çalıştığımız prodüktör, ses mühendisi, plak şirketi görevlisi vs derken bunlara dikkat ettik. Ortak vizyona sahip olmadığımız bir şirketle çalışmamaya karar vermiştik. Seçim sürecimizde de böyle oldu. Prodüktör olarak Chris’in (Coady) varlığını bu yüzden şans olarak görüyorum. Çok yerinde bir karardı. Çünkü hayran olduğumuz birçok albümde Chris’in imzasını görüyorduk. Bu kadar çok sayıda sevdiğimiz albümde olan birinin bizimle de çalışması gerekiyordu. Ayrıca insan olarak da keyifli ve dışarda vakit geçirmek isteyeceğiniz türden biri.

Colin Caulfield: Değişen ve değişime açık olan grupları her zaman sevdik. Bir grubun diskografisine baktığınızda, sanatçıların hayatının bir yansımasını görebilirsiniz. Ancak şu da bir gerçek, Captured Tracks ile anlaştığımız günden bugüne gelene kadar yaşadığımız değişimlerle birlikte, biz de o ilk günkü DIIV değiliz ki… Yeni bir bölüme başladık. “Frog”a başlarken hem işitsel hem lirik hem de tematik bakımdan son albümümüzden çok daha farklı bir grup olmaktı amacımız. Yeni alanlara ve kendimizin yeni haliyle tanışmaya ihtiyacımız vardı.

  • Albüm isminiz Daniel Quinn’in ‘The Story of B’ kitabından geliyor. Ki kitabı da okudum sayenizde, bunun için teşekkür ederim. Romanın bir rahibi merkeze alarak sorguladığı şey birçok açıdan kendi var oluşumuz ve etik olarak adlandırdığımız şeydi. “Frog In Boiling Water” da bunu dinleyicisine olumlu anlamda yaşatan bir albüm. Kitapla albüm arasındaki bağ, isimden daha fazlası diyebilir miyiz? Açmak ister misiniz?

Ben Newman: Eminim ki kitapla albüm arasında birçok paralellik vardır. Ancak spesifik olarak bir referans gösteremeyeceğim maalesef çünkü ben de bilmiyorum. Bir de şu var, albümün ismine çok geç karar verdik. Neredeyse albümün kayıtları sona ermek üzereydi. Zach adına konuşmam pek doğru değil ama sanıyorum ki isim, kitaptan daha büyük bir ilham oldu.

Colin Caulfield: Muhtemelen Cole’un kafasının arkasında bu kitap ve albümün teması arasındaki bağlantı süreç sona erene kadar çalıştı. Bir gün stüdyoya geldi ve “Albümün ismi için bir fikrim var” dedi. Biz de albümün ismini duyunca “harika, hadi kullanalım” dedik. Kitapla bir bağı ve tematik bağları olduğuna eminim ancak aramızda o kitabı okuyan sadece Cole’du. Ama geri dönüp bakınca yaptığımız şey bana, kurduğumuz dünyada nasıl yuvarlanıp gittiğimizi ve tematik eklemelerin, o dünyayı distopikleştirirken aynı zamanda insanileştirdiğini de hatırlatıyor. O sebeple kitabı okumamış olsam da Cole ile ettiğimiz sohbetlere dayanarak, kitabın albüme etkisinin isimle kısıtlı kalmadığı görüşündeyim. Yaşadığımız hayatları düşünüyorum ve bir tencerede kaynayan bir kurbağadan farkımız olmadığı gerçeği suratıma tokat gibi çarpıyor. Hayatta kalmak için var gücümüzle dirensek de alttan alta kaynıyoruz ve belki de can çekişiyoruz.

  • Her geçen gün distopyaların norm, normların, norm dışına taştığı bir dünyaya evriliyoruz. Böyle dönemlerde zihin sağlığınızı koruyup müziğe kanalize olabilmeniz takdire şayan. Ancak bir gerçek de var ki yer yer “Frog In Boiling Water”ın evreninde olduğu gibi bizler de bir tür distopyada buluyoruz kendimizi. Sizin böyle zamanlarda müzik haricinde yaptıklarınızı sorabilir miyim?

Colin Caulfield: Dünyanın bir deliliğe doğru koştuğunun farkında olmamak zaten bir nevi körlük. Böyle zamanlarda ne yaptığımızı düşünüyorum ve aklıma şunu söylemek geliyor. Dünyanın gittiği saçma yerin ve manasızlıklar bütününün farkındayız. Bunu aramızda konuşuyoruz. Kişisel hayatlarımızda konuşuyoruz. Onu görmezden gelmiyoruz. Bazı insanlar var, kafalarını kuma soktuklarında kum fırtınasından korunabileceklerini sanıyorlar. Onlara kötü bir haberim var. Öyle bir şey mümkün değil. Cahilliğe sarılıyorlar. Her şeyin kontrolden çıktığını ve duvara çarpmak üzere olan bir arabanın direksiyonunda olduklarını reddediyorlar. Bunları bilerek hayatı yaşayınca albüm yapmanın en sevdiğim yanı da şu oluyor: içinde tuttuğun her şeyi, bir şekilde geri fırlatabiliyorsun.

İdealist bir şekilde dünyayı değiştireceğimize falan inanmıyorum. Öyle bir şey pek mümkün değil. Ancak bahsettiğimiz nokta erişebildiğimiz, dokunabildiğimiz her insanın hayatına dokunmak ve duvara çarpacak direksiyondan kalkıp hayatın gerçek tarafıyla tanışmalarını sağlamak. Bizde Andrew bu konuda oldukça iyi. Şu da var, insanların yalnız olmadığın bilmeleri lazım hayata karşı dirençlerini koruyabilmeleri için. Böylesi distopik saçmalıkların normalleştiği bir dünyada her geçen gün kendini daha yalnız hissediyor insan. Hatta güçsüz. Öyle zamanlarda, “benim gibi düşünmeyen insanların dediği gibi deli değilim” diyerek kendi kimliğini bulabileceğin şeylere ihtiyacın var. Bir albüm yaparken bunu bilmek bizim için çok kıymetli. Tüm bu söylediklerimi özetlemem gerekirse, ne yaşanırsa yaşansın onun üzerine konuşarak mücadele ediyor ve ne olursa olsun görmezden gelmiyoruz. Albümdeki politik göndermeler, siyasi mesajların kaynağı da bu. Albümü yaparken birbirimizle ettiğimiz o sohbetler, bir şekilde “Frog”un içinde kendine yer buldu. Çünkü şöyle güzel bir dinamiğimiz var, hepimiz konuşmaktan daha çok dinlemeyi seven insanlarız. Bir konu hakkında fikir alışverişi yaparken kendi düşüncemi ifade etmekten daha önemsediğim şey Ben’in düşüncesini öğrenmek. Ben, Andrew’u, Andrew, Cole’u… Böyle böyle ilerliyoruz. Gündeme bir baksana, Gazze’de yaşananlar, sizin orada yaşadıklarınız, Suriye’deki iç savaş, burada tekrar Trump’ın başa geçmesi… Konuşmazsak aklımızı kaybederiz, intiharı düşünürüz. Bunları engelleyen şey, iletişim. Ayrıca Türkiye’nin son zamanlardaki sürecinde yanınızda olduğumuzu bilmenizi istiyorum.

  • Depeche Mode’la 2024 yılında turneye çıktınız. Onlarla çıktığınız bu turnenin size neler kattığını öğrenmek istiyorum. İlk kez tecrübe ettiğiniz bir şeyler oldu mu?

Colin Caulfield: Hayatımızda hiç büyük bir mekanda, arenada konser vermemiştik. Hepimiz Depeche Mode’u az da olsa bilen ve müziklerine saygı duyan insanlardık. Ancak onlarla birlikte turlayınca adeta yeniden her şeyi keşfettik. Ne kadar büyük ve ne kadar önemli olduklarını direkt deneyimledik. Popüler müzikteki etki alanlarının ne kadar büyük olduğunu anladıkça saygımız arttı. Bu turne bizim için büyük arenalarda çalmanın yanı sıra böylesi bir grubun profesyonelliğini ve vizyonerliğini anlama açısından paha biçilemez bir fırsattı. Belki de bugüne kadar yakaladığımız en büyük şanstı. Tur boyunca onların diskografisini defalarca dinledik. Akşamları da ilk kez onları görecek bir hayranları gibi her konseri şarkı kaçırmadan izliyorduk. Sahneye hakimiyetleri kadar, anlık oluşan minör sorunları nasıl kontrol altına aldıklarını bu kadar yakından görmek bizim için üniversiteyi bir kere daha okumak gibiydi. Çünkü o kadar büyük bir gruptan bahsediyoruz ki, operasyonun her aşamasını kontrol eden onlarca insanla çalışıyorlar. Sahne arkasında bir ordu gibiler. Bu kadar fazla insanın olduğu bir turnede çalmak hem çok stresli hem de çok rahattı. Çok stresliydi çünkü Depeche Mode’u açıyorduk. Çok rahattı çünkü her şey o kadar netti ki, üzerine kafa yormamız gereken bir şey kalmıyordu. Bizim yerimize çoktan kafa yorulmuş ve çözüm bulunmuş oluyordu. Sadece sahneye doğru zamanda çıkmaktan sorumluyduk. Geri kalan her şey yolunda gidiyordu. 19.30’u da hiç kaçırmadık. O sayede Depeche Mode’un sahne arkası ekibini kızdırmadık.

  • Bu arada aklıma takıldı. Depeche Mode’un çok sıkı dinleyicileri değildik, turla birlikte hayranlığımız arttı dediniz. Diskografiyi içselleştirdiğiniz dönemle birlikte favori albümleriniz neler oldu?

Ben Newman: “Construction Time Again”i çok sevdim. Önceden, diskografilerine ve dönemlerine çok hakim olmadığım için biraz daha dönemsel seçimlerim oldu benim. 90’ların sonundaki Depeche Mode’u ve “Ultra”yı çok sevdim. Moderne elektronik ögeleri müziğine aktarma konusunda hiç zorluk yaşamamalarını ağzım açık dinlemiştim.

Colin Caulfield: Ben de “Construction”ı sevdim. “Songs of Faith and Devotion” da harika bir albüm. “Violator” başlı başına bir sohbet konusu zaten. Kusursuz bir albüm. Ancak benim için “Violator”dansa “Songs of Faith and Devotion” daha canlı, daha nefes alan bir albüm. 80’lerin sonuyla 90’ların başındaki George Michael’ı da andıran bir havası var o albümün. Ancak bu havayı müziklerine yansıtma şekilleri, George Michael’ın yaptığından çok daha havalı.

  • 3 yıl sonra sizi tekrar İstanbul’da ağırlayacağız ki bu sefer 1 değil, 2 akşam olacak. 2 akşam da orada olmayı planlayan bir dinleyiciniz olarak şunu sormak istiyorum. Setlist’te farklılıklar olacak mı ve sizin bu konser için genel anlamda planlarınız neler olacak?

Ben Newman: Konsere neredeyse 5 ay var ve şimdiden net bir şey demem pek olası değil. Ancak yeni şarkılarla uğraştığımızı ve Ağustos’taki konserimize kadar bu şarkıları çalacak hale getireceğimizi tahmin ediyorum. “Frog In Boiling Water” turnesinde geleceğimiz için iki gece de albümü baştan sona çalacağımız kesin. Ama dediğim gibi net bir şey diyemiyorum çünkü şu aralar hepimiz tatildeyiz. 2025 konserlerimiz için motivasyon ve enerji depolamaya çalışıyoruz.

Colin Caulfield: Türkiye’ye son gelişimizden bu yana çok fazla şey değişi hayatımızda. “Frog” çıktı en basitinden. Belki Türkiye’ye özel olarak çoğu yerde yaptığımızın aksine bazı sürprizler ekleyebiliriz setlist’e ve konserin kendisine. Bir DIIV konserinden beklenenleri görüp duyacaksınız elbette. Her seferinde kendimizi baştan yaratmaya ve bir şeyler icat etmeye çalışmıyoruz ama uzun süre gitmediğimiz bir yere döndüğümüzde aklımızda olan en temel düşünce yenilik, yenilik, yenilik oluyor. 2022’de verdiğimiz konserden her anlamda farklı bir konser izleyeceğinizi söylüyorum bu sebeple.