The Killer izleyenler, izlemeyenlere anlatırken David Fincher‘ın tartışılmaz kaliteli filmlerinden Se7en’ın en rahatsız edici cinayeti Lust’ın ardından yaşananları analiz edelim istedik. Didaktik yönetmenin tüm hünerini ortaya koyduğu, filmdeki en üzücü ve en yoğun hislerin sıkıştığı o sahneler bütünü.
Se7en, David Fincher’ın sadece ikinci filmi. (Alien 3‘ü göz ardı ederseniz ilk filmi, ki eminim öyle yapmanızı isterdi) Ama Fincher’ın çarpıcı ve mütevazı tarzının temel unsurlarını tek başına barındırıyor. Dedektif Mills (Brad Pitt) ve Somerset’in (Morgan Freeman) cinayetlerini yedi ölümcül günaha dayandıran bir seri katilin izini sürmeye çalışmasını anlatan kasvetli bir gerilim. Konu sansasyonel olabilir ama Fincher’ın bunu ele alış biçimi inanılmaz derecede ölçülü.
Se7en’ı düşündüğünüzde aklınıza büyük ihtimalle Brad Pitt’in “Kutuda ne var?” diye bağırdığı ya da tembellik kurbanının dehşet verici bir şekilde ortaya çıktığı sahne geliyordur. Ancak bizim tüylerimizi her zaman diken diken eden, Lust cinayetinin ardından yaşananlardır. Bu belki de tüm filmdeki en tüyler ürpertici cinayet, ancak cinayetin ayrıntıları başlangıçta sadece ima edilir ve Fincher seyirciyi ancak olaydan sonra bilgilendirir.
Kurban bulunmadan önce, dedektiflerin bir ipucunu takip ederek Wild Bill’in Deri Dükkanı’na gittiklerini ve dükkan sahibinin katil için ısmarlama bir eşya yaptığını görüyoruz. Bunu biz görmüyoruz ama dedektiflere bunun bir polaroidi gösterildiğinde tiksintileri açıkça yüzlerinden okunuyor. Tam o sırada ikili son cinayet mahalline çağrılır.
Filmin cehennem temasına uygun olarak, Mills ve Somerset merdivenlerden kulübe inerken, metaforik anlamıyla cehenneme inerken, suç mahalli uğursuz bir kırmızı tonla çekilir. Yanıp sönen ışıklar ve kimsenin kapatamadığı, durmaksızın çalan sarsıcı bir müzik. Ses tasarımcıları Ren Klyce ve Steve Boeddeker tarafından izleyicinin kafasını karıştırmak amacıyla bestelenen bu kabus gibi müzik, filmin devamındaki keşfi bir Hieronymus Bosch tablosundan fırlamış gibi hissettirir.
Fincher, filmin bütünü boyunca suç mahalleri ile ilgili adli ayrıntılara girer. Ancak bu olayda, kurbanı görmeyiz bile. Önceki cinayetlerin aksine, Fincher bu cinayetin detaylarını daha sonraki sorgulamada yavaş yavaş ortaya çıkarıyor ve tüm dehşet ancak sahnenin sonunda ortaya çıkıyor.
Se7en, yardımcı oyuncudan çok, çok iyi aktörlerin cameo’larından yararlanıyor. Bunların en iyisi ve en unutulmazı Lust cinayetinin gönülsüz suç ortağı rolündeki Leland Orser. Aktörün çekimlerden önce üç gece uyumadığı ve sinir krizi geçiren birini gerçekçi bir şekilde tasvir edebilmek için kendisini hiperventilasyona soktuğu söyleniyor.
Kurbanın nasıl öldürüldüğü burada ortaya çıkıyor ve biz de ilk kez polaroidi görüyoruz. Eşzamanlı olarak diğer her şeyin yerli yerine oturmasını sağlıyor.
Hem Mills’in hem de Somerset’in tanıklarını sorgulama biçimleri, her ikisinin de karakterlerinin özünü ortaya koyuyor. Mills kabin görevlisine haklı bir öfke duyarken, Somerset sakince Orser’ın itirafını dinliyor. Her iki dedektifin de sorgu odalarında çekildiği sahnenin güzel kadrajlı son karesi yenilgiyi ima ediyor ama aynı zamanda iki adamın birbirlerinden ne kadar etkilendiklerini de gösteriyor. İdealist Mills, cinayetlerin dehşeti karşısında boyun eğmiş bir halde otururken, alaycı Somerset daha dik ve düşünceli.
Böylece bir cinayet, eylemin kendisini göstermeden; oyuncu performansı, Fincher’ın takıntılı ayrıntıları ve senaryo matematiğiyle “en fazla ne kadar yıkıcı anlatılabilir?” sorusuna cevap veriyor.