En son Don’t Look Up’ta izlediğimiz Leonardo DiCaprio, sektördeki neredeyse her oyuncunun imreneceği bir kariyere sahip. Şeytanın bacağını kırarak 2015 yapımı The Revenant filmindeki rolüyle ilk Oscar‘ını da kazanmıştı. Gerçi o film, bu adam artık Oscar kazansın diye yapılmış ve ona göre takvimlenmiş gibiydi ama oyunculuğu tartışılamazdı.
DiCaprio’nun kariyerindeki ilk dönüm noktası Titanic olabilir. 1997‘de gişe rekorları kıran Titanic filminde başrol oynadıktan sonra yıldızlaşan DiCaprio üzerine herhangi bir rol yapışmadan kariyer çizgisine devam etti. Bunun için ise zirvede olduğu yıllar büyük bir risk alarak oyunculuğa tam 5 sene ara vermişti. Peki bu akıllı kariyer yönetiminin altında ne yatıyordu ve tek çare büyük bir kumar oynamak mıydı?
DiCaprio, 80’ler sonu ABC sitcom’u Growing Pains ile oyunculuğa başlamış, oradan filmlere atlamıştı. O yıllarda genellikle genç ve zıpır bir yakışıklıyı canlandırıyordu. DiCaprio‘nun ilk Oscar adaylığı 1993 yapımı What’s Eating Gilbert Grape? ile geldi, ancak kazanamadığı için minnettar olduğunu açıkladı. Bu filmdeki zihinsel engelli rolü kendisinin yüzeysel bir yakışıklıdan ileri gideceğinin göstergesiydi. Titanic’e uzanan süreçte Romeo + Juliet, The Basketball Diaries ve The Quick and the Dead gibi filmlerde aşağı yukarı aynı karakteri canlandırdı. Gözü yükseklerdeydi. Deadline dergisine 2016’da verdiği demeçte Titanic ile gelen ani şöhret için şunları demişti:
“Bunu bir lütuf olarak kullandım, R-rated, farklı türde filmler yapmak, rol almak istediğim işlerde kendi söz hakkım olsun istedim.”
Olaylar DiCaprio’nun tahmin ettiği gibi gelişmedi. Geriye baktığımızda zekice kariyer yönetimi hamlesi olarak görünse de o yıllarda az daha kariyeri çöp olacaktı. Üzerine yapışmak üzere olan sektördeki sevimli çocuk imajı neredeyse kariyerinden vazgeçmesine neden oluyordu. DiCaprio’nun açıklamalarına göre Titanic yükselişi medyada “başka bir sevimli et parçası” olarak lanse edildi. Oyunculuğa verdiği bu kritik aranın, imajının nesnelleştirilmesi ile alakalı olduğunu açıkladı.
5 sene sonra DiCaprio bambaşka biri olarak döndü. Gangs of New York’ta baş suçlu, Catch Me If You Can’de zeki hırsız, The Aviator’da ise Howard Hughes oldu. Kariyerinin bu döneminde ardı ardına iyi yazılmış karakterlerin altından kalkarak kritik bir eşiği geçti. Kendisine biçilmiş yüzeysel kaftanı yırtarak Hollywood’da yerini sağlamlaştırdı.
2010’lara geldiğimizde Shutter Island ile başlayan başka bir dönemeçteydik artık. Nolan’ın Inception’ı, Tarantino’nun o güne dek en fazla bütçeli filmi Django Unchained’de Calvin J. Candle olarak author yönetmenlerle sıkı bir bağ kurdu. Aynı yıl çıkan The Great Gatsby ve The Wolf of Wall Street’te takım elbiseli hırslı zengin adam rolüyle bağdaştı. Hızlıca oradan da çıkarak The Revenant’ta ayı peşinde koşan survivor rolüne girdi. Kariyerini Oscar ile taçlandırdı. DiCaprio üzerine herhangi bir rol yapışmadan kariyerine devam ediyor. Bu yıl çıkacak Scorsese imzalı Killers of the Flower Moon‘u sabırsızlıkla bekliyoruz. Peki hangi oyuncular aklımızda tek bir karakter olarak kaldı?
- Daniel Radcliffe’i artık ne yaparsa yapsın Harry Potter olarak görüyoruz.
- Benedict Cumberbatch, Sherlock’u Spider-Man’in üzerine yapışan Venom’u atmaya çalıştığı gibi çıkarmaya çalışsa da nafile.
- Jason Statham’ı aksiyona hızlı dalan kel olmaktan başka yerde göremeyiz gibi.
- Michael Cera her zaman tuhaf karakterlerin yalnız yıldızı.
- Bryan Cranston nerede ne yapıyor olursa olsun ona birileri “Say My Name” dedirtmek isteyecektir.