wes anderson’ın formu mu düştü?

wes anderson’ın formu mu düştü?


kendi estetiğinin mi kurbanı?


Geçtiğimiz 20 yılın sinemasının 100 yıkamaya kadar canlı ve parlak renkler vaadiyle ünlü simetri reisi Wes Anderson, kariyerinin son senelerinde aktif üretimine karşın negatif ağırlıklı eleştiriler alıyor. Negatif eleştirilere karşı aktif üretim yapıyor da denebilir. Amerikalı otör yönetmenin yeteneği bariz, rüştü ispatlı. Filmleri başka bir gezegende geçiyormuş gibi hissettiriyor. Bazen yapay zeka elinde çıkma gibi gerçeklikten uzak ve robotize. Özellikle sinematografisi sihirbaz işi ve muzip filmlere sahip Amerikalı yönetmen, belli ki son filmlerinde kendi fikrine fazla güveniyor. 

Wes Anderson, Toronto Film Festivali’nde eleştirmenlere coşkudan ters takla attırdığı ve 12 dakika ayakta alkışlandığı Rushmore filminden beri fazla çılgın, fazla ironik, ve belki de arsız postmodern benliğine fazla aşık. Milenyum başında inanılmaz nadir bulunan bu özellik, yönetmenin kolayca sıyrılmasını sağladı. Sinemacılığa getirdiği hipster absürdist akımla beraber kendisine özenen yönetmenler de mini maketler, dioramalar ile film çekmeye başladı. Özellikle Royal Tenenbaums yıllarında öylesine ses getirmişti ki “Wes Anderson övüyoruz, sen de gelsene” çağrılarına “Övdük de geldik” yanıtını veriyorduk. “Ama abi, şu simetriye bak, sağ sol nasıl eşit…” şeklinde övmelere devam ediyorlardı. Royal Tenenbaums sadece görüntüsüyle değil, merkezine aldığı duygusal yapısı, ikircikli kurgusu ve derin karakterleriyle bugün bile kesitlerini kaydırdığımız Reels’lara içerik olacak kadar iyiydi. Diorama fanı Wes Anderson kendi fantezisinin üstüne giderek ve stop motion tekniğini de hesaba kadar Fantastic Mr. Fox filmini çekti ve bu en iyi işlerinden biri oldu. 2014’te The Grand Budapest Hotel ile kendi zirvesini bulan Anderson aynı formül ile üretmeye devam etti. 

Yıllar sonra çektiği The French Dispatch’in oyuncu kadrosu filmin PR yapmaya gerek olmadığını kanıtlar nitelikteydi. Kadrodaki her isim, başka bir filme başrol olacak kadar iyi olduğundan, Anderson oyuncu yönetimi ile büyük risk almışa benziyordu. Gazımız hüsranla sonuçlandı. Bir kere, her oyuncunun belli film süresi olduğundan bu kadar jön isme gerek yoktu. Normal olarak beklentilerimizi karşılayamadı. Üç kısa öyküden oluşan film, her şeyi kapsamaya kastırmasından dolayı bunaltıcı düşlerimize benziyordu. Film karışık eleştiriler aldı. En yüksek puanı veren eleştirmenin bile sıkıldığını belirttiğine şahit olabiliyordunuz. Korkutucu kısmı, Wes Anderson’ın bu sıkıcılığın önüne geçebilecek hiçbir çözümü olmamasıydı. Belki de kulak asmadı. Kendi estetiğinin kurbanı olduğunu iki sene sonra, Asteroid City ile teyit edecektik.

The French Dispatch’ten kısa süre sonra film hesapları da tekrara düşerek Anderson’ın yeni filminin görkemli oyuncu kadrosunu saydığı paylaşımlara başladı. Sinema severler dejavu yaşadığını hissetse de gerçek kaçınılmazdı. 

Daha da büyük kadro, daha uzun planlar, daha da parlak renkler, yine hikaye içinde hikaye ve bununla gelen meta espriler. Asteroid City’de önceki filminde ne yaptıysa iki katını yaptı Wes Anderson. Kendi izleyicisiyle inatlaşıyor gibiydi. Eski hikaye anlatıcılığına dönmesi için idrak etmesi gereken gerçeklerden biri, filmlerini daha minimal yapılara dönüştürmesi gerektiği olabilir belki de. Diğer bir gerçek ise, Wes Anderson estetiğinin artık eskisi kadar inovatif gelmemesi. Filmin büyük çoğunluğu simetri hastalığından oluştuğunda izleyicide gerçeklik algısının yitirilmesine sebep olabiliyor. Sonuçta düzen, düzensizlik ile kontrast oluşturduğunda kendini fark ettiriyor. Wes Anderson, filmlerinin sıkıcılığı konusunda tek suçlu değil. Kısa videolar ile dikkat süremiz iki dakikaya indiyse yapabilecek çok fazla bir şey yok. Başka bir sorun ise yönetmen bir süredir filmlerinin hikayesini önemsemiyor gibi. Senaryo kurgusuyla belli ki vakit kaybetmek istemiyor. Dünyasını ve vizyonunu kelimelerden çok görsellerle anlatmaktan keyif alıyor. Renk paleti, oyunculuk ve prodüksiyon tasarımını izlemesi eğlenceli ancak hikayenin akıcılığı ve doruk noktası eksik. 

 

Fakat halen çabalayabilir. Kurgu oyunlarıyla bu durumu aşmayı bilen yeni nesil yönetmenlerle kaynıyor etraf. Wes Anderson’ın hala başardığı ve zamana yenik düşmeyen özelliği ilgi çekici karakterler yazabilmesi. Bu özelliğini koruyup sinema ile ilgili bildiği her şeyi unutusa fena olmaz mı? Wes Anderson simetri takıntısına sahip bir görsel iletişim tasarımı lisans mezunu grafik tasarımcıdan ötesi. Bunun ispatını yapmak zorunda değiliz fakat yeni nesil, yönetmenleri hızlı yaşlandırmaya teşne.