joaquin phoenix neden aynı adamı oynuyor?

joaquin phoenix neden aynı adamı oynuyor?


performansını ele aldık


Joaquin Phoenix neden bu kadar mutsuz? Peki neden bu kadar gergin? Oyunculuğu tekdüzeliğe düşmüş olabilir mi? Hayatımıza hızla girmiş ve başarılı projelerde kendinden söz etmiş oyuncunun mesleğine bakışını ve aktörlük anlayışını biraz irdeleyelim. 

 

Oscar‘da ödül kazanıp kabul konuşmasını sosyal bir amaç için kullananları hepimiz görmüşüzdür. Ancak Phoenix’in 2020’de “Joker” ile en iyi erkek oyuncu ödülünü aldığında yaptığı tuhaf konuşma, film eleştirmenlerden karışık eleştiriler almıştı. 

 

Ödül konuşmasında, yüzünü ve sakalını o hafif manik dalgınlıkla okşayarak, “Karşı karşıya olduğumuz bazı üzücü meseleler hakkında çok düşündüm” dedi. Ardından, çeşitli adaletsizlik biçimleri ve aslında hepsinin aynı olduğu hakkında serbest bir şekilde konuşurken, “çoğumuzun suçunun benmerkezci bir dünya görüşü, yani evrenin merkezi olduğumuz inancı” olduğunu belirtti. 

 

 

Bunun en büyük örneği olarak: “Bir ineği yapay olarak dölleme hakkına sahip olduğumuzu düşünüyoruz ve inek doğum yaptığında, acı çığlıkları apaçık ortada olmasına rağmen bebeğini çalıyoruz.” dedi. Daha sonra o inek sütünü “kahvemize ve mısır gevreğimize” koyan bizleri azarladı.

 

Phoenix’in ödül konuşmasındaki tavrı eşsizdi. Bu onun ekrandaki varlığının belirleyici notası haline geldi. O, filmlerinden herhangi birine baktığınızda, yüksek notada performans sergiliyor gibi görünen, alışılmışın çok çok dışında, hem radikal hem de ilham verici içsel yerlere giden bir aktör. Yine de bir adım geri çekilip kariyerinin büyük resmine baktığınızda, bu performansların ne kadar çok ortak noktası olduğunu görmeye başlarsınız. Kyle Smith, Wall Street Journal‘daki “Napoleon” eleştirisinde Phoenix’i canlandırdığı her karakteri “suratsız, kederli, huysuz ve biraz da çocuksu” yaptığı için eleştiriyor.

 

Phoenix, “Her” filminde yapay zekalı asistanına aşık olan, hüzünlü, beceriksiz, hazımsız bir hayalet yazarı canlandırdı. “The Master” filminde, zalim bir tarikat liderinin büyüsüne kapılan hüzünlü, garip, hazımsız bir İkinci Dünya Savaşı gazisini canlandırdı. “Joker” filminde, psikopat bir palyaço kötü adama dönüşen hüzünlü, beceriksiz, depresif bir zavallıyı canlandırdı. “Beau Is Afraid” filminde, rüyalarında kendini hadım eden annesinin kendisi hakkında haklı olduğunu keşfeden, hüzünlü, beceriksiz, hazımsız bir genci canlandırdı. Napoleon’da ise, savaşmak, savaş kazanmak ve Fransa’yı yönetmek için yanıp tutuşan, ama bunun nedenini hiçbir zaman tam olarak anlayamayan, 19. yüzyıl başlarında yaşamış, huysuz, garip, dispeptik bir Avrupalı fatihini canlandırıyor.

 

The movie "Her" — its tech and implications - Marketplace

 

Joaquin Phoenix’in iletmek istediği şey nedir? Oyunculuğunun giderek daha fazla ifade ettiği şey, dünyanın çok vahim olduğu, adaletsizliğe batmış olduğu (kahvelerine krema koyan çok fazla insan olduğu) oyunculuğuna herhangi bir eğlencenin sızmasına izin veremeyeceği. Onun oyunculuğunu farklı kılan, umutsuzluğumuzun ve kolektif kefaretimizin izdüşümü olması. Joaquin Phoenix, bizim günahlarımız için üzülecek ve mırıldanacak…

 

Marlon Brando, 50’li yılların başında film sahnesine ilk çıktığında, yaygın bir şekilde mırıldanmakla suçlanmıştı ve geriye dönüp baktığımızda bu oldukça dar görüşlü bir eleştiriydi, çünkü stüdyo filmleri oyuncularının bağırmasına kıyasla sadece normal konuşuyordu. Brando sinemanın devrimci gerçekçisiydi. Ama Joaquin Phoenix gerçekten de mırıldanıyor. Napoleon’u bir tür mızmız Hamlet gibi oynuyor ve replikleri kendi sevimsiz ifadesiyle geçiştiriyor. Brando’nun ruhunu taşımaktan çok, Brando’nun en kötü performanslarını taklit ediyor gibi görünüyor.

 

 

Soyut bir düzlemde şunu anlıyoruz: Phoenix ve yönetmeni Ridley Scott, Napoleon‘u revizyonist bir bakış açısıyla ele alarak, erkek saldırganlığının tarihini sorgulayan güncel furyayla bağlantı kurmaya çalışıyorlar. Belki de biraz da dalga geçiyorlar. Ama fethetmekten bu kadar az keyif alan bir fatihin hikayesine seyirciyi nasıl çekebilirsiniz?

 

Phoenix, Napoleon’u alışılagelmiş yollardan karizmatik hale getirmeyi reddediyor olabilir mi? 

 

Joaquin Phoenix’in oyunculuğunun giderek artmakta olan gizemine dair en büyük ipucunu veren film, 2010 yılında Casey Affleck‘le birlikte çektiği sahte belgesel “I’m Still Here” (Ben Hâlâ Buradayım). Bu film, Phoenix’in oyunculuk dünyasını geride bırakıp bir rap yıldızı olma girişimini takip ediyordu. Ancak filmin asıl anlattığı, Phoenix’in gür sakalı ve “geceleri güneş gözlüğümü takarım” havasının ardında bir tür zihinsel çözülmeye doğru inişiydi. Filmin sunduğu dram, Joaquin Phoenix’in kamera karşısında parçalanışını izlememizdi.

 

Yine de belki de I’m Still Here’ın sahte bir belgesel olarak bu kadar inandırıcı olmasının nedeni, Phoenix’in şöhretinin egomanisini hicvederken, kendisinin temel bir ruhani yönünü canlandırıyor olması. Karakter, kariyerini “gerçek” bir şey için terk ediyor. Performansın yerine akıl hastalığının aktörce sergilenişini koyuyor.

 

Bu da bir bakıma Joaquin Phoenix’in bir aktör olarak “olayı” haline geldi. İster asık suratlı bir ahmak, ister bir “Batman” kötü adamı ya da Napoleon rolünü üstlensin, ciddi şekilde hasar görmüş insanları canlandırıyor ama aslında yaptığı şey, kendisinin dramatik imajını daha derinlere inen bir aktör olarak yansıtmak. Ancak “Napoleon” ve “Beau Is Afraid” gibi filmlerin de açıkça gösterdiği gibi, Joaquin Phoenix en kötü dürtülerinden kurtarılması gereken bir aktör haline geldi. Çoğu zaman kendi uyuşukluğuna gömülüyor ve filmlerini kendi depresif şarkısıyla dolduruyor.