insanlığın ilk yasalarını müzik belirledi

insanlığın ilk yasalarını müzik belirledi


alıntılar ve kanıtlarla


Şakasız, yazı öncesi sözlü geleneklerin şaman gibi dönemin kafası açıkları aracılığıyla tarihe geçtiği, toplumun kural koyucularının yasaların inşasında neredeyse tamamen şiirden, şarkıdan yararlandığına yönelik bir iddiadan bahsediyoruz. İnsanın ayak bastığı en eski topraklardan ve onların toplum yapılarından pek çok örnek verebiliriz. 

Erken Dönem Yunan Hukuku – Köle Zaleucus

Locrian Kanunları olarak bilinen klasik antik çağın en eski yazılı hukuk metni, Güney İtalya‘daki bir Yunan kolonisinde köle olarak doğmuş, alçakgönüllü bir çoban olan Zaleucus‘a atfedilmiştir. Bu kişi, yol gösterici ilkelerini bir rüyada tanrıça Athena‘dan almıştır ki bu da büyülü şarkıların nasıl ortaya çıktığına dair şamanistik anlatılarla çarpıcı bir şekilde örtüşmektedir.

Neden bir köle, bir topluluğa kanunlar versin ki? Kuralları yöneticiler koymaz mı? Eski Yunan toplumunda tam tersi oluyordu. (Kölelerin aynı zamanda antik çağda en önde gelen ve popüler müzisyenler arasında yer aldığını bir kenara not edelim) Daha da tuhafı, hem antik çağın en eski kanunları olan Locrian kanunları hem de MÖ 3. yüzyıla kadar uzanan müzik teorisyenleri tarafından bahsedilen Locrian makamları vardır. Başka bir deyişle, hem Locrian hukuk kodu hem de Locrian makamı ilahi kaynaklarla bir bağlantıya sahipti ve tam da bu nedenle saygı talep ediyordu.

Köleler, şarkılar ve Batı hukuk kurallarının temeli arasında bariz bir bağlantı görülüyor. Antik çağda baktığımız her yerde bu sıra dışı kanun koyucularla karşılaşmaya devam ediyoruz. Eski toplulukların yasaları için sıklıkla yönetici sınıfın dışındaki insanlara başvurduğu tartışılmaz bir gerçektir. Michael Gagarin, Erken Dönem Yunan Hukuku adlı ufuk açıcı çalışmasında, “İç savaş zamanında bir belediye, o anda yönetici sınıfın bir üyesi olmayan özel bir kişiyi çağırırdı” diyor. Gagarin buna bir açıklama getirmekte zorlanıyor ve sonunda iktidardaki kişilerin “muhtemelen fazla partizan” olacağına ve dolayısıyla sadece dışarıdan birinin sağlayabileceği dengeden yoksun olduklarına karar veriyor.

Tanıdık Filazoflar

Gerçekte görevlendirilen kanun yapıcılara baktığımızda asıl hikayeyi görürüz: Bu kişiler bağımsız yaşamları için değil, özel yetkileri olduğu için onurlandırılmışlardır. Mesela Empedokles, müzik büyüsüyle havayı kontrol edebileceğini ve bir ruhu ölümden geri getirebileceğini iddia eden felsefi bildiriler bestecisi. Aynı şey Pisagor, Parmenides, Epimenides ve diğer antik müzik takıntılı filozof-şamanlar için de geçerli. Tarafsızlıkları nedeniyle değil, vizyoner bilgelikleri nedeniyle kanun koyucu olarak saygı görüyorlardı. Ve bu bilgelik şarkıların içine gömülmüştü.

Orpheus and Eurydice

Klasik gelenekteki ilk şaman-müzisyen Orpheus’u tasvir eden vazolar, onu yeraltı dünyasında adalet tanrıçası Themis’e danışırken göstermektedir. Edebiyat eleştirmeni Northrop Frye, “Tanrılar hakkında şarkı söyleyen şairin genellikle tanrı olarak ya da tanrıların bir aracı olarak şarkı söylediği düşünülür.” diye hatırlatır bize Anatomy of Criticism adlı etkili eserinde. “Bu genellikle tanrının iradesini açığa vurduğu anlamına gelir.” 

Peki ya Romalılar? 

Bugün onlar Batı dünyası tarihinde yazılı hukukun en büyük temsilcileri olarak saygı görüyorlar. Yine de Plutarkhos’a göre, saygın Romalı kanun koyucu Numa, Yunan şamanları tarafından izlenen aynı sıra dışı tekniklerden yararlanmıştır. Plutarkhos, bu erdemli hükümdarın kenti “çoğunlukla kendi atadığı ve yönettiği kurbanlar, alaylar ve dini danslarla” yönettiğini açıklar. Bu doğru olabilir mi? Roma Kralı dans ederek mi yönetiyordu?

Tüm bunlar standart yasal ve idari prosedürden çok, önceki bölümlerde anlatılan rüya arayışını ürkütücü bir şekilde anımsatan şamanik bir ritüele benziyor. Belki de tüm bunlar sadece bir sis perdesi, zalim yöneticilerin halkı baskı altında tutmak için müziğin ikna edici gücünü kullanmaya yönelik bir tür propaganda çabasıdır. Ancak, Orpheus ve gizem ayinleriyle ilişkili geleneklerde olduğu gibi bu ortamda da “şarkıların” demokratikleştirici eğilimlerle bağlantılı olması, en azından bir dereceye kadar, siyasi yapı ile müzik kültürü arasındaki bu yakınlaşmanın yönetici sınıfın bir parçası olmayan bireyler için güçlendirici olduğunu göstermektedir. Başka bir deyişle, şarkıların demokrasinin yaratılmasına yardımcı olması muhtemeldir. 

Hammurabi Kanunları Bile Geçici

Yazılı hukuk kodlarının kalıcılığının belirleyici örneği olarak gösterilen Hammurabi Kanunları bile tahtın revizyonist bir halefi tarafından kaldırılmıştı. Buna karşılık, canlı bir müzikal ve sözlü gelenek bu kadar kolay ortadan kaldırılamaz. Dolayısıyla, şarkılarda korunan bir yasanın yazılı bir yasadan daha etkili ve kalıcı olması son derece mantıklıdır; özellikle de çok az insanın okuma yazma bildiği toplumlarda. Antik Yunan kültürünün zirvesinde bile, yetişkin nüfusun üçte ikisi ya da daha fazlası muhtemelen okuma yazma bilmiyordu, ancak toplumdaki hemen hemen herkesin şarkılara ve şiirlere erişimi vardı. Yunan hukukunun günümüze ulaşan en uzun örnekleri şarkılardan gelmektedir. Antik Yunan’da hukuka ilişkin en eski kanıtların Homeros ve Hesiod’un şiirlerinden geldiği inkar edilemez. 

Road to Orta Doğu – Yahudi Coğrafyası

Başka bir coğrafyada yayılmış en eski semavi din kitaplarından Zebur‘da (119:54) Davut şöyle der: “Senin tüzüklerin benim hac evimde ezgilerim oldu.” Ve 1. Kral Süleyman‘ın (4:32) “üç bin atasözü söylediği ve şarkılarının bin beş tane olduğu” söylenir. Baktığımız her yerde müzik, ilahiyat ve yasal otoritenin aynı ilham verici örtüşmesini görüyoruz. Hukuk ve şarkı arasındaki bu bağlantı o kadar derindir ki, eski İran ve Hint geleneklerinde, melekler veya tanrılar olarak kişileştirilmiş sözleşmeler için ilahiler buluruz. Yazıdan sonraki tüm çağlarda bir lider olarak şarkı odaklı manevi destekten yoksunsanız, otoriteniz zayıf kalıyordu. 

Özetle en eski kaynaklarımız dikkatle incelendiğinde, çok çeşitli kültürlerde (Babil, Yunan, Roma, Pers, Hint, vs.) kanunların şarkı olarak ortaya çıktığına dair kanıtlar bulunmaktadır. Louvre Müzesi’nde 7 metrelik bir diorit sütun üzerinde muhafaza edilen ve yazılı hukukun en önemli antik anıtı olarak kabul edilen Hammurabi Kanunları bile sözlü geleneğin gücüne tanıklık etmektedir. Yasanın önsözü ve sonsözü şiirsel vezindedir ve Hammurabi’nin sütunun tepesindeki görüntüsü makul bir şekilde tanrı Şamaş’tan söylenen yasaların alıcısı olarak yorumlanabilir.