OBSIDIAN

OBSIDIAN


Baths


Tek kişilik dev kadrolardan kimse kalmadı diye kendimizi yediğimiz günlerin sonuna geldik. Çünkü evde tek başına da, muazzam bir albüm çıkarılabileceğinin mis gibi kanıtı var elimizde. Yeni albümleri; “İçinde ne kadar sansasyonel isim var? Kim kimin prodüktörünü arakladı acaba?” diye değerlendirdiğimiz ve bunun bizi yanlış algılara sürüklediği zamanlardayız.

Will Wiesenfeld yani Baths; tek başına, bir bütün olarak bizi ele geçirebilecek hipnotize edici bir albüm hazırlamış.

Obsidian’ı dinlerken neler yapabiliriz?

Bir albüm bizi nasıl ele geçirebilir?

Niye bu kadar afili afili sorular soruyoruz?

Obsidian’ı dinlerken; birikmiş bulaşıkları eritebilirsiniz, ayrılık acısını atlatabilirsiniz, aşık olmanın neşesini yaşayabilirsiniz, şehirlerarası otobüs yolculuğuna çıkabilirsiniz, çamaşır makinasının kireçlerini eritebilirsiniz ve en güzeli dans edebilirsiniz. Müziğin elektronik halinin illa ruhsuz ve sizi manasızca dans pistinde maymun etmesi gerekmiyor. Baths bunun aksinin de mümkün olduğunu bize kanıtladı.

Albüm ne kadar farklı, minimal ama munis tavra sahip olduğunu ilk şarkı Worsening ile kanıtlamaya başlıyor. Coşkunun dozunun dalga dalga arttığını hissedebildiğiniz eser; “Allahım, James Blake insanı hayattan soğutmaya bu kadar niyetli olmayan bir müzik yapmak istese nasıl bir şey çıkardı ortaya?” diye soranların ilacı niteliğinde.

Hemen ardından gelen Miasma Sky, bilmediğiniz bir gökyüzünden size sesleniyor. “Gel, gel, gel lan” diyor. Neredeyse etniğe kaçabilecek enstrümanları kullanmasıyla büyüklerimize; “Bu çocuk pek yaratıcı mirim, sanatçı olacak galiba.” dedirtirken, aradan fırlayan 8-bit tetris ses tonuyla küçüklerimizden puanları bir bir topluyor. Nakaratına “Torrak Şov” diyerek eşlik edilmesiyle de bonus olarak sığ liseli puanlarını hanesine yazdırıyor. Adeta yediden yetmişe hitap eden elektronik müzik!

Piyanonun kara tren gibi geldiği, yaylıların canınızdan can alacağını sandığınız anda beliriyor; Ironworks. Ben modern enstrümanların yanında bir doz klasik ses duymadan uyuyamam diyenler için grup olan, şurup olan bir şarkı bu.

Yazının başından beri albümü ne kadar beğendiğimizden bahsediyoruz. Böylesine başarılı albümlerin içinden sıyrılan şarkı olmaz. Çünkü hepsi çocuklarımız gibidir ayıramayız. Fakat bir Ossuary gerçeği de yok değil. Onu ayırıyoruz. Son zamanlarının en yaratıcı şarkısıyla tanışın, kaynaşın, pahalı bir akşam yemeğine çıkın, fiyatına bakmadan içki için, eve giderken pis bir şey yiyin, ağızdan öpüşün ve daha bir sürü şey…

Incompatible ile No Eyes’a ise beklenmedik tatlılıkta bir geçiş yapıyoruz. Dans pistlerinde sizi nasıl şamaroğlana çevirmeyeceğini öve öve bitiremediğimiz Obsidian, en tatlı kozunu No Eyes ile ortaya koyuyor. Ağza sakız nakarata eşlik edemeden duramayacaksınız, karaoke’lerde çürüyeceksiniz. Şarkının ritmik havası, vokalleri ile kusursuzca örülerek gönülleri fethediyor. Kafalardan ise sağlıksız bir düşünce gibi haftalarca çıkmıyor.

Baths’in ne çapta bir yetenek olduğuna hala inanmayanlar; Phaedra da mı sizi ikna edemedi? Siz Phaedra işine mı kızdınız? Phaedra adeta kainatın mükemmel uyumunun bir habercisi değil mi? Cevap verin. Başka türlü bir şarkıda yedi farklı mood yaratıp, hepsini aynı anda yaşamanın ne gibi bir açıklaması olabilir ki? Her yer Taksim, her yer Phaedra.

Evde Earth Death yapmak isteyenler için bir güzellik yapıp, malzemeleri sayıyoruz; bir adet aslan, neredeyse heavy-metal kokan elektronik müzik, kayıt için alet edevat, ucuz votka. Kolay gelsin.

“Lan ne dinledim ben az önce?” şokunu atlatmanız ve albüme sevgi dolu bir veda edebilmeniz içinse kulaklar Inter’de. Bon Iver’ın sıkıcı olmayan haline merhaba, Obsidian’a güle güle diyin.

Kitapsız Baths, açık ağzımızı açık bırakarak albümü kapıyor. Biz geri açıyoruz.

O kapıyor, biz geri açıyoruz ve olaylar gelişiyor.