inceleme: queens of the stone age – in times new roman

inceleme: queens of the stone age – in times new roman


sana comic sans'ladığım yıl geçen seneydi


Güzel gezegenimizin azalan su kaynakları “Yandık, buralar çöl mü oluyor?” dedirtirken, çölün ortasından çıkagelen Queens of the Stone Age’i 1998’de tanıdığımızda ironik bir şekilde yüreğimize su serpilmişti. Stoner rock’ın pek yetenekli abileri, acılı tatlılı 25 yılı devirirken 25. yıllarında, bizlere de 8. stüdyo albümlerini bahşediyorlar, In Times New Roman… En son not yükseltmek için fizikten, ya da uğraşmamak için bedenden aldığınız dönem ödevinizi yazarken ilk göz ağrınız olan, Arial ile her zaman kafa kafaya çarpışan, erişkin hayata geçildiğinde tahtını Calibri’ye kaptıran bu güzide fontun isim olarak bu albüme katkısını çözebilmek için, Go with the Flow’un videosundaki üstü açık arabaya atlayıp, yola çıkıyoruz.

İlk şarkı Obscenery’i dinlerken çöldeki ilk diner’da mola verdiğimizde “Kaldı mı bu fontu kullanan?” sorusuna devrilen gözlerle cevap veren mekan sahibi abimize hayatının en heyecanlı 4 dakikasını yaşatan, Javier Bardem’e bürünen bir QOTSA varlığına tanıklık ediyoruz. Şarkı geçmişe kesinlikle selam çakıyor; zira Domesticated Animals ve Monsters in the Parasol’dan esintiler hissediliyor. Hatta ve hatta, If Only’den riffler duyar gibiyiz. Bir önceki stüdyo albümü Villains’ın giriş şarkısı Feet Don’t Fail Me Now kadar olmasa da o kalibreye gözünü diken bir şarkıyla açılışı yapıyoruz. Bu arada merak etmeyin, mekancı abinin durumu iyi, yazı-tura atılınca yırttı.

Benzin almak için Paper Machete istasyonunda duruyoruz. Tam depoyu yarı doldurup, bu bize yeter derken Josh Homme’nin eli pompanın üzerine geliyor ve suratımıza dik dik bakıp “Fulle kardeşim” dediğini duyuyoruz. Paper Machete, albümün en yüksek oktanlı şarkılarından birisi. Homme belli ki gazlayacağız diyor. Burada zaten Villains ile olan farkı biraz daha net algılayabiliyoruz gibi. Villains, Mark Ronson’ın zekası ile şahane bir dance-rock albümü haline gelmişti. Bu albüm ise Amerika’nın fırtınalı road-trip şartlarına ham ve kızgın bir sound ile cevap veriyor. Bu arada şarkıdaki ritim gitar da ders niteliğinde.

Like Clockwork’te gözyaşları sel oldu aktı, Villains’ta kurtlarımızı döktük derken QOTSA’nın alışılmışın dışındaki progresif değişkenliğine değindik. Sıradaki şarkı Negative Space ise dört dörtlük bir QOTSA şarkısı. Şarkıyı açtığımızda eski cefakar fanların arabamıza bikini üstlerinden tutun boxer altlarına kadar ne var ne yok attığına şahitlik ediyoruz. Rim shot’ına kurban dediğimiz über yetenekli Jon Theodore’un sahnesine Troy Van Leeuwen coşarak eşlik ediyor bu şarkıda. Hah ama burada yapılmışı ya da benzeri var derseniz, build up açısından Domesticated Animals ve Unreborn Again yine ortaya çıkıyor. Zaten nakarat kısmında ikisinin de “There’s gotta be somewhere” diye açılışının olması da cabası 🙂

Josh abi, bu şarkıda biraz “Kıymetli kardeşim Mark Ronson’ın ekmeğini az daha yiyelim yahu, bir şey olmaz.” demiş; ama dememiş de olabilir pekala. Ne olursa olsun, bu albümün hitlerinden olacaktır. Bütün hitlerin kombolarını alıp ortaya bunu çıkarmak müzikal olarak çakallık mı dahiyane mi? Kararı size bırakıyoruz.

Mekan ve zamanın önemini hissettiren Time & Place’in bu albümün en özgün üretimlerden olduğu kesin. Prodüksiyon ve altyapı olarak albümdeki en sofistike şarkı bile olabilir. QOTSA bu şarkıda farklı ölçülerdeki kurulumun ahengi için epey uğraş vermiş. Hatta dinlerken algılarımızla oynuyor. Albümdeki öfkeli sound zaman zaman “Kardeşim, Josh abimi duyamıyorum” diye şikayet ettirse de Time & Place sakin bir ritimde hem vokale hem de lead’e yeterince yer bırakıyor.

Devam ediyoruz, dahiyane şarkılara saygı kuşağında Made to Parade kasabasındayız. Kasabaya girer girmez, Josh Homme “Abi orada yangın var, beni takip edin diyor” ve motorsikletine atlayıp tepeye doğru çıkmaya başlıyor, biz de onu takip ediyoruz. Yangından kaçarcasına önüne bakarken duygular araçla beraber ralli yapıyor diyebiliriz; ancak prodüksiyon olarak bu şarkıda biraz abartıya denk geldiğimizi belirtmeliyiz. Dead Weather ve Raconteurs’tan da tanıdığımız Dean Fertita’nın İstanbul’dan rastgele bir eczane fotoğrafı olan gizemli Instagram sayfasına bio olarak “less is more” yazmasını öneriyoruz.

 

Bu gönderiyi Instagram’da gör

 

machine0 (@machine0)’in paylaştığı bir gönderi


2020’de Tazmanya’da Museum of Old and New Art’ta verdikleri şahane prodüksiyonlu yarı-akustik konser sonrası bu adamlara “Hep böyle oynayın, canımızı verelim” diye naralar attığımızı düşünürsek, benzer prodüksiyonda hit şarkı bu olur kanaatindeyiz. Iggy Pop’ın Post-Pop Depression’ından Sunday’in outro’sunda bu muazzamlığı yakalayan insanlar, bunu Made to Parade’de yakalayabilir pekala. Çünkü şarkının bitimine doğru Homme bizi yangından çekip alıyor ve tepede mola veriyoruz. Öfkeden bir nebze arınmış bir şekilde son 25 yılımıza bakıyoruz. Hashtag huzur arkadaşlar.

Sıradaki Carnavoyeur, yolculuğa çıkmadan evvel bize verilen single’lar arasında yer alıyordu. Evet onu yakından tanıyorsunuz. Şarkının girişi Post Pop Depression’dan American Valhalla’yı hatırlatıyor. Nakaratın yoğun ve ele geçirici halini lead’deki şova bağlıyorsunuz. Bu şarkıyı dinlerken kendinizi sigara içen bir Ben Affleck izolasyonunda hissetmek isteyebilirsiniz. Şarkı beyninize bir kalkan örüyor adeta. In Times New Roman bu şarkıda yaylılara hoş geldin derken, şarkının kapanışı için Jon Theodore grup arkadaşlarına, “Böyle yapıyoruz çünkü paşa gönlüm öyle istiyor ve itiraz eden olursa kafa göz dalarım” demiş olabilir diye duyduk. Zira konserde bu şarkı çok net bir şekilde Jon Theodore’un şovuna bağlanır kanaatindeyiz.

Yoldayız, gidiyoruz, buradayız be buradayız. Bu-ra-da-yız. Ama biraz acıktık diyoruz ve saçacak parası olan arkadaşlarımızın Michelin restoranında çorba içelim önerisine yolculukta denk gelebileceğimiz en güzel trattoria olan What the Peephole Say ile cevap veriyoruz. Zira bu şarkı dört dörtlük bir QOTSA şarkısı, pace’i de, uyumu da müthiş akıyor. Josh Homme, ginger Elvis olarak aramıza geri dönüyor. “This is a dance song ulan” diye bağıran bir Joshua bey görüyoruz. ASPAVA! -Allah, sağlık, para, afiyet, versin, amin.-

Yolculuğun psychedelic kısmında arabayı güvendiğimiz basçımız Mikey Shoes’a emanet edip, albümün teaser’ında yoğun bir şekilde tanık olduğumuz düşsel kahramanlar, içinden solucan çıkan elmalar, yılan kuyruklu ablalar ve bize ters ters bakan cücelerle dolu Sicily’den geçiyoruz. In Times New Roman’ın bir yolculuk olduğunu ve başladığımız yerden bambaşka bir yerde olduğumuzu hatırlatan şarkı kesinlikle Sicily. Dayak yemeden ayılıp yola devam ediyoruz.

Sona doğru yaklaştığımızda, ilk single Emotion Sickness’ta sözlerin içinde kayboluyoruz bu sefer. Atrocious! ferocious! Check the price, alibi, bye, buy by the slice, yeah absolutely! diyen Joshua Homme bizi alıp götürüyor. Şunu kabul etmek lazım, son 25 yılın en iyi rock gruplarından birinin elinden bu şarkı çalmaya başlayınca, “Dur ben bu şarkıya şapka çıkarayım” diyorsunuz; ama evde denerseniz yer yer lead gitar zehirlenmesinden kendinizi Okmeydanı ya da Taksim EAH Acil’de bulabilirsiniz. Doğru yer, doğru zaman, doğru adam mottosunu cebinize koyarak selektif dinleyip, coşup coşturmanızı öneriyoruz ve yolculuğun son durağına geliyoruz.

Straight Jacket Filling, uzun metrajlı şahane bir QOTSA şarkısı olarak hikayenin ve yolculuğun sonunu getiriyor. QOTSA’nın ucu bucağı gelmeyen jam yapılabiliecek şarkıları listesinde şüphesiz yerini alacaktır diyoruz. Josh Homme bu şarkıda, söz yazarı ve rockstarlık olarak efsaneler arasındaki yerini alıyor ve “This is a love song!” diye bağırıyor; ama bunu self-love olarak da okumak pekala mümkün. Like Clockwork öncesindeki gibi sağlık açısından yaşadığı zorlu dönem olmasa da bu albüm öncesi de belli skandallar yaşadı (Villains turnesinde ya tutarsa diye fotoğraf çeken bir izleyiciye sahneden Cantona tekmesinden tutun, ilgi çekmek için toksisite kapılarını açmaktan çekinmediğini duyduğumuz, üç çocuğunun anası eşi Brody’den ayrılana kadar) ve bu şarkı sanki biraz Josh Homme’nin kendisiyle yaşadığı yüzleşmeyi de anlatıyor. Mega yahşi abimizin The Office karakteri saç sakal kesimini bu şarkıdan sonra biraz daha anlamlandırabiliyoruz.

In Times New Roman, her ne kadar komik bir font ismi içerse de bu albümün zenginliği ismine nazaran bir o kadar dev bir tezat bulutunu temsil ediyor. Albümü en iyi tanımlayabilecek kelimelerden birisi “Unapologetic”. Albüm sizi soluksuz bir yolculuğa çıkarıyor ve bittiğinde derin bir nefes alıyorsunuz. Bir orta çağ krallığında stoner rock tarihinin en yetenekli kraliçe grubu kimseyi tatmin etmemekte kararlılığını ilan edip, resmen “Bir de bizimle gelin, bizim olduğumuz yerden bakın dünyaya” diye isyan ediyor. Her partisyonda, grubun dahiyane yeteneklerinin üretimleri şahane bir ahenkle buluşuyor. QOTSA’nın en duygusal şarkılarını içermese de In Times New Roman, baştan sona sizi ele geçiren bir duygu yolculuğu. Kendinizi Gaspar Noé’nin Climax’inde gibi hissediyorsunuz. Bazen çok içindesiniz bazen kaçmak istiyorsunuz; ama kapatasınız gelmiyor.

Sadede gelelim, stoner rock’ın bayrak grubu, Joshua Tree’nin gayriresmi muhtarı, son 25 yılda mainstream rocknroll’a en çok yön veren gruplardan birisi Queens of The Stone Age, 8. stüdyo albümü In Times New Roman ile dobralığını beyan ediyor ve efsaneler arasında tekrar tekrar alıyor. Müziği çıkardığımızda bir Hamlet ya da Macbeth monoloğundan dünyaya meydan okuyan kırılganlığın “Geride kalan 25 yılda ne badireler atlattık be, gelin bunu kutlayalım, hadi öyle bişeyler yapalım, kafamıza göre” dediğini hissediyorsunuz. “Artık 25 değil 50 yaşındayız, bir oturuşta 8 şişe monkey shoulder değil de 1 şişe glenmorangie içip şampanyayla devam ediyoruz, bunun farkındayız; ama kimin ne düşündüğü de umurumuzda değil” diye haykıran bir albümün müzikal anlamda bu kadar sofistike neticelenmesi de saygıyı sonuna kadar hak ediyor.

In Times New Roman arabası Hall of Famer Şehirlerarası Terminal İşletmeleri’ne varmıştır. Yolculuğunuzun keyifli geçmiş olmasını umuyor, bir başka incelemede tekrar görüşmek üzere diyoruz.

Puan: ⭐⭐⭐⭐

Yazar: Barış Durgun

Albümü bizlere önden dinleme imkanı sunan canlar burada ?  https://www.instagram.com/grgdnmusic