john carpenter röportajından öne çıkanlar: dondurma yiyor ve film yapıyorum. beğenmediyseniz s. gidin

john carpenter röportajından öne çıkanlar: dondurma yiyor ve film yapıyorum. beğenmediyseniz s. gidin


"hepimiz korkarak doğarız"


The Thing, yayınlandığı dönem nihilist bir sona sahip olduğu için eleştirmenlerce yerden yere vurulmuştu. Ancak o zamandan bu yana geçen yıllar içinde John Carpenter‘ın bilimkurgu korku filmi kült bir takipçi kitlesi kazandı ve eleştirmenlerce yeniden değerlendirilerek “Halloween” ve “Escape from New York” gibi diğer hit filmlerinin arasına katıldı.

Carpenter, Hollywood’da parlak bir kariyere sahip ve yaygın olarak korku türünün ustalarından biri olarak kabul ediliyor. Yönetmenin yakın zamanda Insider için verdiği röportaj, yorgun ve bıkkın tavrıyla dikkat çekti. Şu sıra fazla üretmeyen efsanevi yönetmen, şimdi daha çok kenarda oturup diğer yönetmenler ve filmlerle ilgili gelişmeleri takip ediyor. Kalan zamanda da geceleri uykusunu kaçıran gerçek dünyadaki dehşetlere odaklanıyor.

 

“Beni korkutan filmler değil, gerçek hayat korkutuyor. Sizden şu anda dünyaya bir bakmanızı rica ediyorum. Gerçekte korkutucu bir yer. Beni korkutmak için filmlere ihtiyacım yok.

 

Fincher’ın bunca yıllık tecrübesine göre bir korku filmini iyi yapan, sona kalan kadın karakterler ya da jumpscare tekniği değil, hikayesi. 

 

“Korkunun özü iyi hikayedir. Dünyada aradığım, yapmaya çalıştığım şey bu. İyi hikayeyi gördüğünüzde anlayabilirsiniz. İyi bir hikaye her yerde var. Hiçbir kuralı yoktur. Bir liste arıyor olabilirsiniz. Öyle bir şey yok. İyi bir öykü, bir şiir kadar kısa ya da bir roman kadar uzun olabilir. Hiçbir kural yok.”

 

Şu sıra beğendiği yeni nesil korku yönetmenleri arasında ise Jordan Peele ve David Gordon Green’in bulunduğunu açıkladı. Hikaye anlatma konusunda da tam bir David Fincher hayranı.

 

Korku filmlerinin altın çağını yaşadığını düşünüyoruz. Bunun sebepleri hakkında usta, şöyle düşünüyor: 

 

“Bakın, korku filmleri sinemanın başlangıcından beri var, 100 yıl önce bile… Sinemanın kökenleri korkuya dayanıyor. Bunun başlıca nedeni de çok sinematik olması ve seyircilerin korku hissini sevmesi. Her kuşakta bir yönetmen, bir yapımcı çıkar ve korku filmlerini yeniden keşfeder. Buhran dönemine bakın “Dracula” çıktı. Büyük bir sansasyon yarattı, ardından “Frankenstein” geldi, o da büyük bir sansasyon yarattı. Bu filmler neden sansasyon yarattı? Çünkü zor, çok zor, bir dönemden geçen kuşağın insanlarına hitap ediyorlardı.

 

Daha sonra korku tekrar değişti. Evrim geçirdi, nesil değişti. Bence korku için dönüm noktası 1960’taki “Psycho” filmiydi. Alfred Hitchcock, gerçekten janrayı değiştirdi. Daha sonra başka dönüşler de oldu. 1968’de Night of the Living Dead’i izlediğimi hatırlıyorum. Korku için büyük bir dönüm noktasıydı. Daha sonra “The Texas Chainsaw Massacre” geldi, korku sineması için büyük bir geri dönüştü.

 

Yani bu tür şeyler olur ve kuşaklar arası değişir. Bizim neslimiz bunu yaptı ve bir sonraki nesil de gelip korkunun parçalarını, mecazlarını, hikayelerini toplayacak ve yeniden yorumlayacak. Ben bunu seviyorum. Bu, sinemayı sürekli yenileyen bir şey.”

 

İzleyicilerin korkuyla olan bağı hakkında konuşan Carpenter’e göre hepimiz korkarak doğuyoruz:

 

“Korku en güçlü duygudur. Hepimiz korkarak doğarız. Hepimiz bir şeylerden korkarız. Aslında hepimiz aynı şeylerden korkarız. Senin korktuğun şeyden ben de korkuyorum. Ya da tam tersi. Durum böyle. Bizler insanız.”

 

Eleştirmenlerin filmlerine verdiği tepkilere, sinema tarihinde durduğu konuma ve çeşitli sektör içi hiyerarşilere de karşı çıkmış.

 

“Bak, ben hiçbir şeyin ustası değilim. Dondurma yiyorum. Sadece video oyunları oynamak ve basketbol izlemek istiyorum. Tek umursadığım bu. Kimseyi rahatsız etmek istemiyorum. Atıyorum, yeni film yaptım. Beğenmediyseniz, siktirin gidin. Beğenirseniz, sizi severim. İşte böyle.”