istanbul’da bu yaz konsere doyacağız da nasıl doyacağız?

istanbul’da bu yaz konsere doyacağız da nasıl doyacağız?


bir yatırım şekli olarak konsere gitmek


2024 yazında nasıl bir hayatımız olacağına ya da nelerle karşılaşacağımıza dair fikir sahibi olmamız güçken hangi konserlere gideceğimiz belli gibi. Daha doğrusu o kadar çok konser açıklandı ki başka bir sene asla pas geçmeyeceğimiz konserleri bütçe sebebiyle başka baharlara diyerek gözümüzden çıkardık.

Ekonomik düzlemde herhangi bir düzleme sahip olmayan bir ülkede yaşamamıza rağmen organizatörler her sene yapabileceklerinin en iyisini deneyerek, bazen risk almaktan çekinerek güvendikleri isimlere gitse de İstanbul’da önemli grupları ağırladılar. Ancak bu yaz karşı karşıya olduğumuz konser bolluğu ve bolluğun öznesi olan isimler Londra, Berlin, Paris gibi bir takvime sahip olmamızı sağladılar. Peki, Massive Attack, Judas Priest, Placebo, Black Pumas kalibresindeki isimler aynı sene gelebiliyorduysa niye 10 seneden fazla bir süredir bu kadar yoğun bir sene yaşamadık?

Aslında bu sorunun cevabı kendi içinde bi’ oksimoron yaratmaya aday. Türkiye’nin stadyum konserleriyle tanışmasının üzerinden yaklaşık 30 sene geçti. Bu bağlamda da büyük kalibreli, stadyum dolduracak ya da on binlerce izleyiciyi mekanlara çekecek gruplar İstanbul’u turne listelerine aldılar. Ancak efsane olarak anılan 1993 haricinde bu seneye yakın kaç konser senesi oldu sorusuna verilebilecek çok az yıl var. Sonisphere’le akıllara kazınan 2010 ve Gezi Parkı süreciyle neredeyse tamamı iptal olan 2013 örnek verilebilir. 2013 aynı zamanda Türkiye’nin en önemli festivallerinin başında gösterilen Rock ‘N Coke’un da son senesi olarak akıllardaki yerini koruyor. 2013’ün diğer anlamı ülkenin baskı dilinin sertleşmesi ve önü arkası gelmeyen sponsor kısıtlamalarının organiaztörlerin elini, ayağına bağlaması. Bir de döviz kurunun günümüzde 30 küsürleri geçmesine neden olan hareketlenmenin açılışı da aynı günlere denk düşüyor.

“Oksimoron nerede kardeşim?” diye sormakta haklı olabilirsiniz. Tam olarak şurada; organizatörler ekonomik risk alıp grupları getirebilir. Ancak getirdiği grubun bilet fiyatı alışkın olunan, eski fiyatın 1.5, 2 katına çıkınca satılan bilet sayısı düşeceğinden o konser batma tehlikesiyle karşı karşıya kalır. Ki sponsor kısıtlamalarının devam ettiğini düşününce çok riskli bir denkleme dönüşür. Bu seneye geldiğimizdeyse önceden ağırladığımız efsane grupların konserleri açıklandı temelde. 3045093 yıldır veda turnesi yapan Scorpions ve 12 Haziran’da Küçükçiftlik Park’a gelecek Megadeth’in bilet satış grafiği bir gerçeği hem organizatörlerin hem de izleyicilerin karşısına çıkardı. Yıllardır söylenen “o grup gelir de bu kadar bilet parası ödeyen çıkar mı” klişesi bu sene yerle bir oldu. İnsanlar gerçekten konsere ya da daha genel bir çatıda söylemek gerekirse deneyime aç.

Bu konuyu okuyabileceğimiz birçok farklı bakış açısı olsa da iki temel başlığa indirerek muğlaklığı azaltmak isteriz. Şu anda onlu yaşlarının sonunu ve yirmilerinin ilk yarısını yaşayan müzikseverler belki de en fazla sosyalleşebilecekleri, deneyim kazanabilecekleri zamanları pandemi sebebiyle evlerinde geçirdiler. Farklı alışkanlıklar kazanmış olsalar da iletişim ve odak kaynaklı çok sayıda sorun yaşadıkları araştırmalarla ortaya konuyor. Bahsettiğimiz neslin insan içinde sosyalleşerek geçirebilecekleri zamanı TikTok, Instagram gibi platformlarda geçirmeleri üslup farklarını ortaya koyuyor. Aynı zamanda kendi yaşayamadıklarını başkalarının yaşamasını izlemelerinden kaynaklanan devasa bir açlığa sahipler. Bir konser ya da etkinlik açıklandığında bazen gelenin kim olduğuna bakmadan sadece “orada olmak” için gitmeyi tercih edebiliyorlar. Bu da biletlerin çıktığı an bitmesinin bir nedeni olarak okunmaya teşne. Ki metal ve rock müzik türevlerine geldiğimizde konu dallanıp budaklanıyor. Bu türlerin dinleyicilerinin azımsanmayacak bir kısmı için dinledikleri müzik bir nevi kimlikleri oluyor. Aidiyet kavramını belirlemelerine olanak sağlıyor. Sold-out haberinin bu türlerde müzik yapan isimlerde daha fazla duyulması da şaşırtmıyor.

Diğer konu başlığıysa işin satın alabilme gücünün değişimi ve deneylemenin değerinin artması. Bir başka deyişle tek opsiyona dönüşmesi. Scorpions ve Megadeth konserlerinin bilet fiyatlarının Türkiye standartlarında hiç de azımsanmayacak meblağlarda olmasına rağmen çıktığı gibi tükenmesi birçok organizatörün cesaretini arttırmış olsa gerek. Günümüzde yirmilerinde ya da otuzlarında olan ve çalışan birinin maaşıyla ev ya da araba sahibi olabilmesi ihtimali pek mümkün değil. Özetle, ekonomik olarak kötü bile olmaktan uzak bir konumda olmamız insanların deneyim satın alma isteğinin artmasını sağladı. Sonrasında Judas Priest, Chris Isaak, Glass Beams, Placebo, Massive Attack, Fontaines D.C., Nation of Language, Arlo Parks, Blonde Redhead gibi çıktığı gibi ya biten ya da erken dönem biletleri tükenen konserler insanların farklı türlerden olsa da yatırımını deneyim sahibi olmaya yaptığını göstergesi. İşte tam olarak da oksimoron burada. Yatırım yapacak büyüklükte bir şey alamayacak durumda olduğumuz için Avrupa’nın büyük konser şehirlerindeymişiz gibi bir 2024 yazı bizi beklemekte…

Döviz kurunun normal olduğu 2013 ve öncesinde birçok grup gelirken çoğu kişinin hayatta yapabildiği tek şey bunlara gitmek değildi. Daha bu işin yurtdışı konser ayağı var. Çok sevdiğiniz grubu izlemek için vizesiz bir ülkeye gitmek isteseniz ve sadece 1-2 gün geçirecek olsanız bile harcayacağınız meblağ yarım maaştan fazlaya, duruma göre tam maaşa yakınsayan noktalara ulaşıyor…

Bir yandan da müzikseverlerden gelen haklı bir isyan var. Bu kadar grup geliyor iyi hoş da niye hafta içi geliyor? Şehir dışından gelmek isteyenler ne yapacak? Ya da konser turizmi için Türkiye’ye yurtdışından gelecek insanlar nasıl bir çözüm bulacak?.. Bu konuyla bilet fiyatlarının döviz kuruna çevrildiğinde Avrupa ülkelerine göre uygun olması arasındaki bağlantıya dair birkaç gün sonra tekrar buluşmak üzere…